Eylül 2019 Posts

Biri bir kitaptan, diğeri bir gazete yazısından iki alıntı

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin eseri Fusûsu’l-Hikemin Ahmed Avni Konuk tarafından yapılan tercüme ve şerhinin latinize olarak Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. Selçuk Eraydın’ın yayına hazırlamış oldukları dört cildinden “Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I (7. baskı, M.Ü.İ.F.V.Y., İstanbul, 2017) s.94’den, daha da kolay anlaşılması için bazı kelimelerin bilinen karşılıkları verilerek yapılan alıntı:

“Bilinsin ki salât Allah tarafından rahmet, melekler tarafından istiğfar, ve kul tarafından duâ ve huzû’dur(tevazu’, alçak gönüllülük). İlâhî rahmet her şeyin isti’dâdı ve talebi hasebiyle o şeye ilişir. Dolayısıyla rahmet, âsîler ve günahkârlar üzerine Hak tarafından afv ve mağfiret ile tecellîdir. Ve afv ve mağfiretten sonra kul cennetle nimet ve varlık içinde olur. İtaatkâr ve sâlih olanlar üzerine cennet ve rızâ ve likâ (kavuşma, görme) haktır ki, bunlar da gözler görmedik, kulaklar işitmedik ve beşer kalbine hatıra gelmedik ilâhî nimetlerdir.

“Varlık birdir ve Hakk’ın varlığıdır; zât’ın gaybından şehadet mertebesine tecellî etmiştir”

 

Bu yazıda Mahmud Erol Kılıç‘ın Tasavvuf Düşüncesi /Makaleler- Konferanslar I adlı, Sufi Kitap’tan yayınlanmış (2. Baskı: Aralık 2014) kitabının “SÛFÎ MÜTEFEKKİRLERİN GAYB’A BAKIŞLARI” başlıklı kısmından (s.191-201), “Varlık Hakk’ındır, Beş duyu ile Şehadet Âlemine Tecellî etmiştir” ve “Ruh Bâtın, Cesed ise Zâhirdir” ara-başlıkları altında yer alan birbirinin devamı özelliğindeki iki bölümden(s.192-195) bilgiler aktarılmıştır. Bu aktarma tıpatıp olmayıp, ma’nâya sadık kalınarak ve kitapdakinden daha kısa olarak, bazı kelimelerin aynı anlamdaki karşılıkları da kullanılarak gerçekleşmiştir.

“Sûfî düşünürlerin ‘gayb’ konusundaki görüşlerinin kaynağında onların varlık tasavvurları yer alır. Şimdi bu ontolojik tasavvurlara öz olarak baktığımızda şunları görmekteyiz: Bu kimselere göre vücûd(varlık) birdir ve başkasına devredilemez; o da Hakk’ın varlığıdır. Varlık, zât’ın gaybından şehadet(beş duyu ile görülürler) mertebesine tecellî etmiştir. Bu konuda tamamiyle itibarî (izâfî) olan, tasavvur olunabilir tasnifler vardır sûfî düşünürlerce ortaya konmuş. Burada bunlardan beşli tasnif üzerinde durulacaktır.

Seçkin bir yazıdan alıntılar

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın 29 Nİsan 2018 tarihli Yeni Şafak gazetesinde çıkmış “Anadolu erenlerini bir bir kaybederken…” başlıklı yazısının birkaç yerinden alıntılar:

Yoğun siyasi gündemimizle meşgul olduğumuz şu günlerde bir Allah dostu daha sessizce aramızdan göçüp gitti. Biz seçimlerle, partilerle, tüzüklerle, yönetmeliklerle ülkemize huzur getirmeye uğraşırken onlar, kaliteli bir toplum için öncelikle kaliteli insan inşa edilmesinin gerekliliğinden bahsettiler. Her şeyden evvel “Kendini bil” eğitiminden geçmeden ne ferdi ve ne de içtimai bir yükselme olamaz tezini savundular. Yaşanılan süreçler de hep onları haklı çıkardı.

(…)

Bir taraftan bin yıllık gerek devlet ve gerek kültür Geleneğimizi deviren bir “Devrimcilik”, eşit kurucu unsur olarak halkların kardeşliğinden uzak kaba bir “Ulusçuluk”, popülizm ve avâmileştirme aracı olmaktan öteye geçemeyen bir “Halkçılık” ve emperyal vizyondan çok uzak bir “Devletçilik”, diğer taraftan ham softaların irfansız dindarlığı memleket insanımızın kalitesini bozdu, seviyesini çok aşağılara indirdi. Neticede fâzılların, kâmillerin, idealistlerin, bilgelerin, mütevazilerin dışlandığı ama bunlar yerine hırsızların, soytarıların, menfaatperestlerin önünün açıldığı bir toplum haline geldik. Böylesi yapıdan yüksek kültür çıkmasını beklemek sırtlandan aslan yavrusu doğmasını beklemek kadar muhal bir durumdur.

(…) Batıni ilimler Zahiri ilimlerde ortaya konanın ruhunu ve maksadını veren ilimdir. Bu açıdan gerçek kamiller hep çift kanatlı yani hem Şeriat ve hem Tarikat üstadı olan kimselerdir. Hüsameddin Ef. ve evladları bunun bariz mümessilleridir. Yüze yakın halifesi olduğu rivayet edilir ki tarikatı bir ağacın dalları gibi bu zatlardan ilerlemiştir. Bir rivayete göre Sultan III. Murad da bendeleri arasındadır. Kendisinin Uşşâk’tan İstanbul’a, Kasımpaşa’ya gelmesini taleb eden de bizzat sultanın kendisidir. İşte bu ulu çınarın dallarından bir tanesi de günümüze doğru Saruhanlı Abdurrahman Sami Ef. ve onun halifesi Kulalı Hacı Bekir Visali efendiler üzerinden filiz sürer. Abdurrahman Sami Ef.’nin pek çok eseri vardır. Kadim Kimya ile de uğraşır. Bekir Ef. ise Ayetler ve Hadislerin Ledünni manaları üzerine sohbetler eder. Fusus’u şerheder. Bir dergahı yoktur. (…) Onun sohbet halkasında bulunanlar arasında Kulalı Mehmed Ruhi Efendi, Seyyid Kazım Efendi, Havranlı Rıdvan Ef. ve geçen hafta içerisinde 94 yaşında kaybettiğimiz Balıkesirli Sıddık Naci Efendiler bulunmaktadır. Ben Sıddık Naci Ef.’yi yaklaşık 30 yıl evvel tanıdım. Kah umuma açık sohbetlerinde, kah başbaşa hususi sohbetlerimizde kendisinden Hz. Peygamber efendimizin maneviyatını, ehl-i beyt ve evlâd-ı resule muhabbetin ne demek olduğunu, Hz. Hüseyin efendimizin faziletini, Yezidlik karakterinin aslının tıpkı şeytanın hasleti gibi kıskanma ve çekememezlik üzerine bina edildiğini dinledim. Şeyhu’l-ekber Muhyiddin İbn Arabi’nin tasavvuf ilmindeki mümtaz yerini ondan öğrendim.(…)

(…) İşte bu ocaklar ümmi bir zatı 24 tane eser yazan hale getiren ocaklardır. İzmir’de Eşref Ef., Havran’da Rıdvan Ef., İnegölde Mehmed Ef., Çorum’da İpek Ef., Kiraz’da Talib Ef., Nazilli’de Bilal Ef., İstanbul’da Süleyman Çelebi Ef. ve ardından halifesi Ahmed Yüksel Özemre efendiler ve şimdi de Sıddık Nâci Ef. şu son 10 – 20 yıl içerisinde peş peşe kaybettiğimiz Uşşâkî mürşidleri idiler. Burada saydığım bütün bu zatlarla birebir tanışma, sohbet etme imkanım olduğu için kendimi şanslı addediyorum. Geleneğin son ustalarını tanıma fırsatını bana verdiği için Rabbime hamdediyorum.

(…) Hamdolsun ki âlemin sahibi var, yolların sahibi var. “Tâc marifet tâcıdır sanma gayrı tâc ola. Taklid ile tok olan Hakikatte aç ola” diyen erenlerimiz var. Yolların hakikati bâtından yürür, vesselam.

https://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/anadolu-erenlerini-bir-bir-kaybederken-2045453

Sıkıntı

 

Şimdilerde sıkça duyduğumuz bir lâf var: “sıkıntı yok”. “Tamam, mesele yok, içiniz rahat olsun” anlamında. Bunu sıradan insanlar sıradan olaylarda söylüyorlar. “Sıradan” deyince hemen sorulması lâzım: sıradışı olan ne kaldı ki?
Meselâ en büyük şehrimize Belediye Başkanı seçilen yeni bir siyasetçi “Yeni bir başlangıç için” sözünü İBB duyuru imkânlarını kullanarak sıklıkla ifade etti seçildiğinden bu yana. Ama bugün aynı sözü seçkin bir akademisyen ve entelektüel bildiğimiz, Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak görev yapmış, nisbeten eski bir siyasetçi de ifade edince insan ister istemez sıradanlaşmanın hangi boyutlara geldiği gibi endişe verici bir gerçek karşısında bulunulduğunu düşünüyor.

“Yenikapı’daki makam araçları” (Mevlana İdris’in bir yazısından)

 

Karar‘da (07.09.2019), kitaplarını ve yazılarını ısrarla izlediğim, düşündürücü ve etkileyici bulduğum; gazete yazarı olarak da seçkinlik yönünden bana göre çok az sayıda olan gazete yazarlarından birinin, Mevlana İdris‘in “Çın çın öten sessizlik” başlıklı yazısının bir bölümünü hem sürpriz hem de ilginç ve merakımı celb edici olarak karşıladım. Siyasî içerikli olduğu için. Onun yazıları sanat, edebiyat, düşünce, kültür ağırlıklı yazılar olur hep. Kitapları da öyle. Ama, doğrusu olumlu anlamda bir hayretle karşıladığım bu yazısını da ayrı bir merakla ve heyecanla okudum ve sağduyu, iyi niyet ve serinkanlılık yansıtır bir yazı olarak değerlendirdim.