Nisan 2020 Posts

Bir Gökhan Özcan yazısı daha!

 

“Soruların en zoru” başlıklı bugünkü yazısında da Gökhan Özcan ‘bütünlüğümüzle, aslımızla, esasımızla aramıza giren, adımlarımızın cesaretini kıran devasa soru‘ya dikkatimizi çekmeye, bizi düşündürmeye çalışıyor. Bu değerli ve düşündürücü yazının birkaç yerinden alıntılar sunacağım.

‘İnsanoğlu, ne zaman ki kendisine bir nimet olarak sunulan bu hayatla ruhunu doyuramaz oldu, işte o zaman kendi hakikatinden de adım adım uzaklaşmaya başladı.’ (…) ‘Yüzlerce yıl süren bu hikaye, insanoğlunun kendi gölgesine yetişmek uğruna hakikatten her geçen gün biraz daha uzaklaşmasının acıklı hikayesidir.’

‘İnsandan sıkılarak yeni insana doğru hamle yapan bütün nesiller, varlıklarını eskitecek olan bir yeniliğin peşine takılmış oldular. Bu süreç, yani modernliğe atılan ilk adımdan bugüne yuvarlanan süreç, aynı zamanda insanlığın kendi kendini kemirme sürecidir.’

“Bir nevi itikâf” başlıklı, Gökhan Özcan’ın yazısından alıntılar (Yeni Şafak, 27 Nisan 2020)

 

Evde kalma günleri mübarek Ramazan-ı Şerif ile birleşince hemen herkesin aklında içinde ‘hüzün’ geçen, ‘burukluk’ geçen birtakım cümleler birikti. Söylemeyi ne kadar istemesek de doğru bu, bu Ramazan, öncekilerden daha mahzun, daha buruk geçiyor bizim için. Sokaklarda o tatlı Ramazan telaşı yok, camiler sessiz, herkesi bir araya getiren iftar davetleri yapılamıyor, ezan saatine kadar hepimizin sabır imtihanından geçtiğimiz o güzel sofralar kurulamıyor. Evlerimizdeyiz, hane halkıyla sınırlı bir sosyal hayatımız var. Buna da şükür elbette, Allah beterinden saklasın. Ama o çok alışık olduğumuz Ramazan atmosferini özlediğimiz de bir gerçek. Belki bunda da bir güzellik var, bir imtihan ve bu imtihandan alınacak dersler var.

(…) Her zaman yapabildiğimiz şeyleri, şimdi yapamıyoruz. Bunu düşünürken, acaba buna karşılık, önceden yapamadığımız şeyleri de şimdi yapabilir miyiz diye bir soru geldi aklıma. (…)

Sadreddin Konevî’nin (m.1210-1274) bir mektubundan…

 

M.13. yüzyılda yaşamış ve Muhyiddin İbn Arabî (m.1165-1240) ekolünden önde gelen bir mutasavvıf/sûfî olan Sadreddin Konevî’nin “Nefehâtü’l-İlâhiyye” isimli, Ekrem Demirli tarafından günümüz Türkçesine “İlahi Nefhalar” adıyla çevrilmiş eserinde (Kapı Yay., 1.Bas., 2015) yer vermiş olduğu bir mektubundan (s.263-264) alıntılar sunacağım.

“Şeyh Takiyüddin el-Havranî’ye(ra)… Selman’a selam olsun ve koruda yerleşenlere / Ve rikkat (incelik -a.a.-) olarak bu selamı hak edenlere de.
Hamd Allah’a mahsustur. Salat ve selam genel olarak seçmiş olduğu kullarının, özelde de efendimiz Hz. Muhammed’in (sav), O’nun ailesinin, ümmetinden seçkinlerinin, kardeş ve varislerinden kamillerin üzerine olsun. (…)

Şevk şiddetlenmiş, hasret artmış, Allah uğruna sevgi neşvünema bulup sabit olmuştur ve tükenmezdir. Biraraya gelme vesilelerini hazırlamasını Allah’tan talep ederiz. (…)

Mustafa Kutlu’nun biri eski ve ‘Sars’a dair , diğeri yeni ve ‘Korona’yla ilgili iki yazısından alıntılar

 

Yazar ‘Sars’ günlerinde Fransa’dan bahsettiği ‘Yalnız ölüm’ başlıklı yazısını “ibretle okunsun diye” yeniden yayımladı(9 Nisan 2020). Bu gün de ‘Koronadan sonra’ başlıklı yazısı çıktı. Bu biri eski diğeri yeni iki yazısının başlarından, ortalarınan ve sonlarından alıntılar sunacağım.

‘Yalnız ölüm’ başlıklı yazısından alıntılar:

“Televizyonda çok gördük değil mi; hani bir iki balina karaya vuruyor veya buzlar arasında sıkışıyor da; ilgili-ilgisiz heyecanlı bir kalabalık bu hayvanları kurtarmak için nasıl bir gayretle çırpınıyor. Helal olsun adamlara diyoruz, ne hamiyettir bu, nasıl bir sevgidir, insaniyettir.
İyi de…
Şu manzaraya ne diyeceğiz?
Sıcaklar sebebi ile Fransa’da 10.000 kişinin (Yazıyla: on bin) öldüğü sanılıyor. (Adamlar öyle bir felaket karşısında kalmış ki ölüleri sayamamış daha.)
Bu tam bir âfet. Bir deprem, bir savaş, bir veba salgını, bir felaket değil mi?
Söyleyin bakalım SARS haberlerinin yüzde biri kadar medyada yer aldı mı?
(…)
E, tatil zamanı şimdi. Herkes bir yıl yolunu gözlediği tatile gitmiş; deniz-plaj-kum ve yaz aşkları içinde fıstık kurutuyor.
Fıstıklar kurumadan bir ölüm haberi ile tatili yarıda kesip dönmek olur mu?
Velev ki bu ölü öz dedeniz, öz nineniz olsun.
(…)
Le Figaro ‘Fransız Barbarlığı’ diye başlık atmış. Sadece Paris’te 300-400 ceset terkedilmiş olarak morglarda bekliyormuş.
Demek ki onca felsefî düşünce, onca bilimsel başarı, onca ünlü ressamın, ünlü bestekarın dünya çapındaki eserleri insanlara şuncacık merhamet, şuncacık insanlık verememiş. Ahlâk sükut etmiş.
Zaten ahlâkı ‘istenmeyen şey’ ilan ettiler ‘etik’ başlara taç oldu.
Alın o etik dediğiniz şeyi yalnızlık içinde ölüme terkettiğiniz yaşlı insanların mezar taşına taç yapın.
(…)
Bu yazının asıl muhatabı elbette ki Fransızlar-Almanlar-Avrupalılar değil. Onlara olan olmuş zaten. Bu yazının asıl muhatabı o kıtada geçerli olan kültür, ahlâk, medeniyet ve yaşam biçiminin bizde de hakim olmasını isteyenlerdir.
Bizi de şu ‘barbar Fransızlar’a benzetmek isteyenlerdir.
Ne yazık ki bu yolda çok mesafe katettik. (…)”

“Koronadan sonra” başlıklı yazısından alıntılar:

“Bütün dünya malum virüsün pençesinde kıvranıyor. Bir yandan ilaç aranıyor, öte yandan ceset torbası. Bu korku insanoğlunu kendine getirir ve yeni bir dünya düzeni kurulabilir mi?
Zümer Suresi’nde şöyle buyruluyor: ‘İnsanoğlu devasız bir derde düşünce Allah’a yalvarır, kurtuluş diler. Selamete çıkınca olanları unutur, eski yolunu tutar.’
Zamanında bu düzeni şöyle tasvir etmiştim: ‘Büyü bozuldu. Belki bu yüzden edebiyatın yerini medya aldı. Eski dünyanın bizi uçuran şiirsel bir yanı vardı, şimdi şiir bir yürek burkuntusu sadece.
Hayretimizi, şaşkınlığımızı yitirdik. Oysa insan korkar, şaşar, hayret eder, ürker, dehşete kapılır vesaire.

“Evren Tarihi Düşüncesi”

 

CİNS” adlı aylık dergide (Nisan 2020/Sayı:55) çıkan, Prof. Dr. Ömer Türker‘in yeni bir yazı dizisinin ilk yazısının başlığını bu yazının da başlığı olarak alıntıladım. Nasıl olsa bu yazı tamâmen o yazının birkaç yerinden yaptığım alıntılamalardan oluşuyor.

“(…) Bizim bu yazıdan itibaren konuşmak istediğimiz sorunlar, ya doğrudan ya da dolaylı olarak medenî hayatın gerisinde yatan bilimsel bilgiyle ilgilidir. Bu sebeple İslâm düşünce geleneği tabiri burada İslam medeniyetinde bilimsel bilgiyi temsil eden ekolleri ifade etmektedir. Şimdi bu geleneğin karşılaştığı ve hâlâ aşma çabasını sürdürdüğü sorunları incelemeye başlayabiliriz.
Klasik bilim geleneklerinden farklı olarak modern bilimde başarılan şeylerden biri, evren tarihi fikridir. Daha önceki yazılardan da anlaşılacağı üzere filozoflar, kelâmcılar ve mutasavvıfların âleme ilişkin açıklamaları, modern dönemde olduğu gibi tarih düşüncesini barındırmaz. Felsefî evren açıklaması, aklî ve cismanî unsurlarıyla bütün âlemin def’aten (birden -a.a.-) meydana geldiğini söyler. (…) Kelâmcılar âlemin yoktan yaratıldığını düşündüğünden onlara göre âlemin bir başlangıcı, dolayısıyla kaba tabirle hesaplanabilir bir yaşı vardır. (…)