Mart 2021 Posts

“Âdem’i önceleyen evren tarihi yedi bin yıldır.”

 

Prof. Dr. Ömer Türker‘in “Dinî Kozmolojinin İnşası” başlıklı yazısı (CİNS, aylık dergi, Mart 2021, S.66) aynı derginin geçen ayki sayısında çıkan “Tarihçilerin Başlangıç Hikâyesi” başlıklı yazısının devamı sayılır. O yazı şu cümlelerle bitiyordu: “(…) Dolayısıyla Taberî’nin âlem tasavvurunda yaratılış, dünyayı ve gökleri önceleyen bir evreye daha sahiptir ve onun asıl âlem tasavvuru da bu ‘evre’nin açıklanmasıyla vuzuha kavuşmaktadır. Üçüncü sırada zikredilen bu kısım aynı zamanda Taberî’nin özellikle sonraki sûfilerde ayrıntılı bir varlık tasavvuruna dönüştürülecek kozmolojiyi inşa ettiği kısımdır. Sonraki yazıda ise bu kısmın ayrıntısına geçebiliriz.”

Bu yazının başında ise şöyle diyor: “Geçen yazıda Taberî’nin genel olarak yaratılış sürecine ve evrenin tarihine ilişkin anlatısını özetlemiştik. Bu yazıda yaratılışın sıralamasına dair anlatısını özetleyerek onun âlem tasavvurunu ortaya koyacağız.” (…) “Burada yalnızca onun tercih ettiği görüşlerin oluşturduğu bütünlük sunulacaktır.” diyor yazar. Yazarın Taberî’den naklettiği bilgilerden yer yer alıntılamalarım bu yazıyı oluşturacak.

Taberî’ye göre Allah ilk olarak ‘kalemi’ yaratmış, sonra ona yazmasını emretmiştir. Kalem ‘Ey Rabbim! Ne yazayım?’ diye sormuş, Allah da ‘kaderi yaz.’ demiştir. Kalem de o vakitten ebediyete kadar olup bitecek şeyleri yazmıştır.

(…) Taberî en sahih rivayetin, kalemin yaratılanların ilki olduğunu söyleyen rivayetler olduğunu düşünür. (…) Diğer deyişle kalemden sonra yaratılan sudur. (…)

Rivayete göre bir topluluk Allah resulü’ne(sav) gelerek ‘bize ver!’ dediler. Öyle ki Allah Resulünü usandırıncaya kadar bu sözleri tekrarladılar. Onlar çıktıktan sonra huzura diğer bir topluluk girdi. Onlar da ‘Biz Allah Resulü’ne selâm vermek, dini iyice öğrenmek ve yaratılışın ne vakit başlamış olduğunu sormak üzere geldik’ dediler. Hz. Peygamber ‘Sizden önce yanıma girenlerin kabul etmedikleri müjdeyi siz kabul ediniz’ buyurdu. Onlar da ‘kabul ediyoruz’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Hiçbir varlık mevcut olmadan önce yüce ve kudretli Allah vardı, arşı suyun üzerinde bulunuyordu. Mevcutlardan hiçbir şeyi yaratmadan önce onların mukadderatını Zikrde (Levh-i mahfuz) yazdı. Bundan sonra yedi göğü yarattı…’ (…) ilk olarak kalem, ardından su, ardından arşın yaratıldığı anlaşılmaktadır. Bir âyette geçen ifade arştan sonrasını tamamlamaktadır: ‘Allah altı günde gökleri ve yeri yarattı, o zaman Tanrı’nın arşı su üzerinde bulunuyordu.’ Taberî’ye göre âyetin manası şudur: Allah diğer mahlûkları yaratmadan önce üzerinde arş bulunan sudan başka hiçbir şey mevcut değildi, yüce Allah da arşın üzerinde idi. (…)

“Hayrete değer şeyi nerede bulacağız?”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesinde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst-başlığı altında çıkan “Tarih Bir Gösteri ve Tiyatro Eseridir” başlıklı, 21 Recep 1442 (5 Mart 2021) tarihli yazısından (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=62&KatId=3) bazı cümleleri alıntılamamdan oluşacak bu yazıyla niyetim o yazıdan iyi yazı okumak arzusu olanlardan haberi olmayanları naçizâne haberdâr etmek.

İlk olarak bu yazıya başlık olarak seçtiğim cümlenin hangi bağlamda ifade edildiğini gösteren şu cümleler:
“Eğer düşünmeği uğraş edinmişsek hayrete değer her şeyi tarihte bulacağız.
Felsefenin hayretle başladığı sözüne yabancı değilsiniz. Hayret felsefe ve tarihi aynı kaba koyuyor. Hayret ettiğimiz şey bizi tedirgin edebilir, içimizde bir nefret hissi şaşırdığımız şeyler sebebiyle kabarabilir. Tersi de olabilir… “

Yazının ilk cümlesi: Osmanlı devletinin hangi mecburiyete riayet ettiğini itiraf kimsenin işine gelmemesi sebebiyle Tanzimat’ın neyin eseri olduğunu sual ettiğimizde hatırımıza tarihe onun bir tiyatro eseri gibi algılanabileceği geliyor. (…) Bilimin şafağından itibaren biliyoruz ki, vuku bulduğu iddia edilen bir hadiseye insanın emel ve niyetleri yön veriyorsa hiçbir vakıanın tekrar edilmesine imkân yok. (…)

Günlük ekmek peşinde ömür tüketmeği küçümsemek kimsenin haddi değil. Karşımıza yaşamak diye çıkarılan şeyde o kadar çok budak var ki, hayatını günlük ekmeğine dirsek çevirerek yaşamağı başarabilmek kimsenin harcı değil. (…)
Bütün bu karmaşıklık tiyatroyu, tarihmiş gibi bildiğiniz tiyatroyu olduğu gibi değerlendirmenize fırsat vermiyor. (…)
Akıl alıyormuş gibi yapmanın faydasını görenler bunu yapıyor gibi görünmeği hiç ihmal etmez.

(…) Her ne olduysa nefret edilen şeylerin kayıplara mı, tarihe mi karıştığını bir türlü anlayamadık ve 1936 yılında filarmoni orkestralarını kurma imtiyazından istifade edenler 1948’de İsrail Devleti kurmanın da imtiyazına kondular.  (…) Sanal güç ve korona virüsü salgınının gücüyle ‘millî’ meseleyi milletlerin meselesi olmaktan çıkarmağı başardıysanız her vakıanın tragedya ile komedya arasında gidip geldiğine şahit olabilirsiniz.

Önemli bir yazıdan alıntılar

 

İsmail Kara‘nın Dergâh dergisinde (S.373, Mart 2021) çıkan “O abdesti kanla almak…” başlıklı yazısından şu cümleler:

(…) XIX. ve XX. yüzyılda önce “İslâm ve Bilim” konferansıyla-metniyle, sonra da İbn Rüşd çalışması üzerinden Müslüman aydınları ziyadesiyle etkilemiş olan meşhur Ernest Renan’ın aynı zamanda arkeologluk da yaptığını ve Lübnan’daki kazılarda topladığı tarihî eserleri Fransa’ya gönderdiğini (kaçırdığını) bilir misiniz? (…) İstidatlı genç arkeolog Massignon’un eline tesadüfen geçen parçalardan birinde bir yazı hakkedilmiştir. Ne ola ki bu!? Kısmetini arar gibi yahut fal bakarcasına dikkat kesiliyor. Siliyor, fırça ile, gömleğinin yeniyle temizliyor ve heyecanla hecelemeye, okumaya çalışıyor. Arapçası daha iyi olanlara, sahadaki hocalarına da soruyor… Issız dağbaşında bir sada, zifiri karanlıkta bir ışık hüzmesi gibi fakat peş peşe gelen mütereddit tarrâkalar hâlinde tecelli ediyor…

İbare meâlen şöyle: ‘İnsanı bir rekât namaz (bile) Allah’a ulaştırır, yeter ki abdesti kanla alınmış olsun…’ (Benim yıllarca önce okuduğum o meçhul yerde Arapça ibaresi yoktu, olsaydı bu müessir ibareyi herhâlde hemen kaydeder ve mutlaka ezberlerdim). (…) Kâmil Akdik merhumun sülüs istifiyle Arapça bir ibareydi ilk sayfaya yapıştırdığım: ‘Rek‘atâni fi’l-ışk lâyasıhhu vudûuhumâ illâ bi’d-dem’. Aşk (yolun)da iki rekât(lık namaz), abdestleri kan dışında bir şeyle asla sahih olmaz. Muhtemelen daha iyi tercümesi şöyle olmalı: ‘Abdesti kan dışında bir şeyle asla sahih olmayacak aşk (yolun)da iki rekât namaz’. Beni bir tarafıyla hayli zaman öncesine, bir yönüyle de bu yazıyı yazma kararına götüren hat, ibare bu… (…)

İsmail Kara: “Travma ile baş etmedik, travmaya alıştık.”

 

SERBESTİYET adına Gülsüm Ekinci 1 Mart 2021 günü İsmail Kara ile bir röportaj (https://serbestiyet.com/haberler/ismail-kara-hepimizin-kaybettiği- bir-yerde- islamcılar-sinandı-ve-kaybetti-demek-zugurt-tesellisi-52978/) gerçekleştirdi. Bu röportajdan bazı soruları ve bunlara İsmail Kara’nın verdiği cevapları alıntılayacağım. Böylece bu önemli röportajı kısmen de olsa alıntılayarak, böylesi konulara merak ve ilgi duyacakların nâçizâne haberdar edilmesine ve onları röportaj metninin tamamını okumaya yöneltmede mütevazı bir katkım olmasını amaçlamaktayım.

İlk soruyu sorarken ifadesi şöyle Gülsüm Ekinci’nin :
Röportaja dindarlar 28 Şubat travmasıyla nasıl baş etti, sorusuyla başlayacaktım fakat soruyu genelleştirmek daha doğru olacak. 28 Şubat travmasıyla milletçe nasıl baş ettik?” Bu soruya İsmail Kara’nın cevabı geniş olduğu için bazı cümlelerini aktaracağım. İlkini başlıkta ifade ettim; ikincisi ve onu izleyeni şöyle: Kulak çınlamasına, tansiyona hatta krize alışmak gibi bir şey bu. Ama o orada duruyor ve kendi başınıza kaldığınız zaman ciddi ciddi hissediyorsunuz, uykularınızı bölüyor. (…)
Eklemek lâzım 28 Şubat, dindarların bir kısmı dahil bazıları için fırsatlar da hazırladı, yükselme imkânları doğurdu. Onlar kısa bir zaman sonra rahat ve memnun hale geldiler. (…)


32. Gün belgeselinde Mehmet Ali Birand’ın 28 Şubat’ı, “Asker balans ayarı yapayım derken laik cumhuriyetin kabuğunu kırdı” sözleriyle yorumlamasına değinirken İsmail Kara şöyle diyor: “Mehmet Ali Birand’ın bildik yorumuna geçersek bu doğru değil, en azından daraltıcı bir yaklaşımı sergiliyor ve yetersiz. Kabuğu kırmak diye bir şey olduysa -ki bunun da doğru olmadığı bugün için daha rahat söylenebilir- bu tesadüfen yahut yanlışlıkla olmadı, programın bir parçası olarak ve bilerek yapıldı. İmzaları atanlar ne kadar iyi ve derinliğine biliyorlardı, ona bir şey diyemem ama programda var olduğunu düşünmek lazım. Askere en yakın gazetecilerden biri olarak Birand bunu iyi bilirdi. “


“Hedef dindarlar mıydı?” sorusuna İsmail Kara’nın cevabından şu düşünceler ve görüşler: “(…) Bence dindarlar yakın ve görünür konjonktürel hedefti, ilk haksızlıklara da onlar, onların çevreleri, kurumları, şirketleri uğradı, zaten çelimsiz olan din eğitimi baltalandı, ama esas mesele bütün darbelerde olduğu gibi Türkiye’ye müdahale etmekti. (…)
Ben temel meselemizi devletin bölünmüşlüğünde ve bunun zayıflayarak da olsa toplumsal kesimlere yansımasında görüyorum.  (…)
Siyasetçilerin, bürokrasinin, basının, patronların, hatta sendikaların, yüksek yargının da dahil olduğu daha geniş bir çerçeve ve sorumlular 28 Şubat’ı mümkün ve etkili kıldı. Dış mihrakları zikretmek ayrıca gerekmez herhalde…”