Mayıs 2021 Posts

” ‘Tarihin üzerinde mutabakata vardığımız bir yalan olduğunu’ söylemiş olan Napolyon Bonapart ve ‘Vazifemizi yerine getirirsek tarihin kurtuluşuna şahit olacağız’ diyen İsmet Özel”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst-başlığı altında çıkan “Evrilip Çevrilip Gelinen Yer” başlıklı ve 16 Şevval 1442 (28 Mayıs 2021) tarihli yazısının (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=74&KatId=3) birkaç yerinden alıntılayacağım cümlelerden oluşacak bu yazı.

Söz konusu yazının ilk paragrafında yazarın Süleyman Demirel’e atfedildiğini belirterek aktardığı ‘İnsanlık nereye gidiyorsa biz de oraya gidiyoruz’ sözünün cahil cesaretiyle dile getirilmiş değilse Yahudi uyanıklığının bir tezahürü olduğu ifade ediliyor ve bunlar açıklanıyor.

“(…) Pozitivizm gözümüzü ‘Henüz her şeyi bilmiyoruz ve fakat bütün eksikliklerin giderildiği bir gün de gelecek’ inancıyla boyadı. Boyanmış gözle Kopernik, Newton, Darwin, Marx, Freud nasıl bir etki uyandırdıysa hepsine laik dünyanın üstün tuttuğu bir kutsallık atfettik.” diyor yazar ve yukarıdaki isimleri neden sıraladığının açıklamasını şöyle yapıyor: “Eğer dünya hayatı yanlış görüşleri etki uyandırmış insanların belirmesine sebep olduysa buradan doğru görüşlere kapı açma ihtimalinin büyüdüğünü fark edebiliriz. Akla yakın görünen teoriler ve açıklamalar bizi hataya düşme noktasına akla ters gibi görünen izahattan daha çok yaklaştırır.”  

Fütûhât- ı Mekkiyye’den (c.18, s.279-281 arasından) birkaç tavsiye (müellif: Muhyiddin İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli)

 

“Kardeşim! İnsanların kötülerinden olmaktan kendini muhafaza eyle. Böyle yaparsan insanlar senin dilinden çekinir. En kötü insanlar dillerinden korkulan ve çekinilen kimselerdir. Bu hususta kendini en iyi kendin bilirsin. Bir adam Hz. Peygamber’e doğru geliyormuş, Hz. Peygamber, o kendisine ulaşmadan önce adamın yöneldiğini görerek şöyle demiş: ‘Aşiretin oğlu ne kötüdür.’ Yanına vardığında ise yüzünde tebessüm görmüş, ona gülümsemiş. Adam ayrıldığında Hz. Aişe şöyle demiş: ‘Ey Allah’ın peygamberi! Sen adam hakkında söyleyeceğini söyledin, sonra yüzüne karşı tebessüm ettin.’ Hz. Peygamber şöyle cevaplamış: ‘Ey Aişe! En kötü insan şerrinden emin olmak üzere kendisine ikramda bulunulan kişidir.’ ‘(…); Eşinle arandaki sırrı izhar Allah katında büyük günahlardan biridir.’ Hz. Peygamber’in şöyle söylediği aktarılmıştır: ‘ Allah katında kıyamette en kötü insan eşinin sırrını izhar edendir.’ (…) Allah şöyle buyurur: ‘Allah’ın dışında puta tapanların taptıklarına sövmeyin, onlar da zalimce Allah’a söverler.’ (En’âm, 6/108)

Fikrî ve siyasî görüş açıklamada belirgin seviye düşüklüğüne rağmen bir tür hükümeti yıpratma harekâtı hakkında birkaç söz

 

Son günlerde medyanın türlü imkânları kullanılarak Cumhurbaşkanı ve hükümet aleyhine denilebilecek yayınlara tanık olunmakta. Bu yoğun kampanyanın şu âna kadar tek taraflı bir yayın baskınlığı özelliğini sürdürdüğü söylenebilir.

Özellikle sosyal medyada konuşan konuşana! Buna karşılık Cumhurbaşkanı’ndan ve hükümetten neredeyse ses çıkmıyor. Çok konuşanların fikrî ve siyasî yaklaşımları ve konuşmalarındaki nitelik çok ciddiye alınmayı hakedecek düzeyde değil dinlediğim kadarıyla.

Bu suçlamalara ve sağanak gibi konuşmalara muhatap siyasetçiler, başta Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanlar, ne diyecek bayağı merak ediliyor olsa gerek.

Tabii bu kampanyaya tanık olan kamuoyu merak içinde midir, öyle ise neyi merak etmektedir, bu da bilinemiyor.

Bilinen şu ki, bir yaygın ve süren taarruz karşısında Cumhurbaşkanı ve hükümet; taarruzun veya konuşanların sözleri ve iddiaları hangi seviyede olursa olsun, şu âna kadar bunlar hakkında suskun ve beklemede gibi.

Bekleyenlerin de (Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanlar, siyasetçiler) bir bildikleri ve bekleme sebepleri olsa gerek.

Bakalım bu kampanya nasıl bir sonuçla veya aşamayla son bulacak?

Dileğim, fikrî ve siyasî olgunluk yansıtıcı bir duruma intikâl etmesi bu süren konuşmaların ve ona göre verilecek olması karşılıkların. Ne ki, bunun işaretleri gözükmüyor henüz. Hangi taraf fikrî ve siyasî olgunlukta öne geçerse kazanacak tarafın o olacağı muhakkaktır.

“Bu gün küreselleşme adını verdiğimiz şey, birikmiş sermayeler arasında yürürlükte tutulan barış demektir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel köşesinde “İslâmla Damgalanmış Varoluş” üst-başlığı altında çıkan “Almanya’nın Hindistan’ı” başlıklı ve 9 Şevval 1442 (21 Mayıs 2021) tarihli yazısının (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=73&KatId=3) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. Okuyan kişi sayısı az da olsa onlarla paylaşmaktır niyetim alıntıladığım kadarıyla önemsediğim ve etkilendiğim yazıları.

“(…) Bugün olduğu gibi birikmiş sermayenin hayat hakkını bir milletin, yani ABD’nin hayat hakkı imiş gibi algılamamız da mümkündür.

Bu yazının başlığını da ikinci paragrafından alıntıladığım bir cümlesi oluşturuyor söz konusu yazının. O cümleyi izleyen cümleyi de hemen alıntılamam gerek :
Bu barışın temellerini müstemlekecilik attı. (…) Ve son cümlesi ikinci paragrafın:
Müstemlekeciliğin Avrupalıların büyük keşifler dediği yolculukları takip ettiği bilinen gerçekler arasındadır.

Kayser Wilhelm II’nin Miladi 1898 İstanbul ziyaretinden dönerken ‘Artık bizim de bir Hindistan’ımız var’ dediği rivayet olunur.  (…)
Müstemlekeciliğin Türkleri ilgilendiren kısmına dönelim: Söylenti doğru olsun olmasın bir devlet başkanının bir ülke hakkında henüz o ülkeyi işgal bile etmeden bu kabil sözler sarf etmesi tahammül hudutlarını fersah fersah aşıyor. Kimin tahammülünün hudutlarından bahsediyoruz? Daha doğrusu kimdir tahammül eden? Dünyada insan vücudunun (varlığının -a.a.-) bir yer işgal etmesi nasıl bir şeydir? Bu sualin çerçevesinde yaşamağı tahammül konusu edenin sanatçıdan başkası olmadığına parmak basmamız zarureti var.  (…)

Sadreddin Konevî’nin “Fatiha Sûresi Tefsiri”nden (Tercüme: Ekrem Demirli) bazı alıntılar

 

“El-hamdulillah, ahadiyet( zât, öz) makâmından değil, tafsil ve cem makâmındandır; hamd esnasında mahmûdun(övülen) mâhiyeti açısından ve ona nispetle hâmidden(öven, hamd eden) üstün olması gerekir.

(…) Hamd -hangi tarzda yapılırsa yapılsın- sûreti açısından kemâlin bir ifâdesidir. (…); hamdin niyetin kaynağına işaret etmesi, hâmidin hamd ile niyetlendiği şeyi ortaya çıkarmaya yönelmiş olmasıdır.

(…) Hamd, hüviyeti itibariyle mutlak ve küllîdir (tümel), lisanı yoktur ve ondan meydana gelen veya ona izâfe edilen hiçbir hüküm yoktur. (…) Herhangi bir senâ (övgü) sahibinden, övülene yönelik bir çeşit târiftir. Bu, bazen zâtına, bazen hâllerine veya mertebesine yâhut hükümlerine ya da hepsine birden yöneliktir. (…)

Şöyle deriz: İnsanın hakîkati onun ayn-ı sâbitesidir (Hak tarafından bilinen bir nisbet ve insanın ezelde Hakk’ın mertebesindeki temeyyüzü / kendini göstermesi). Bu, insanın kendi mertebesidir ve Hakk’ın ilmine göre gerçekleşir. Bu hakîkatin hâlleri, Hak’tan kazanılmış Vücûd (Varlık) ile zuhûr etmişlerdir. İnsanın mertebesi ise kulluğu ve ilâhı bulunmasındandır. Bu mertebenin hükümleri, insana izâfe olunan sıfatlar ve emirlerden ibârettir. (…) Hak, yaratıklarının mertebeleri açısından ve halkı (yaratması) ile bizzat nefsini övendir; hamdin sahibi yaratıkları değildir. O’ndan meydan gelen şeye hamd etmek ise ‘şükür’ diye isimlendirilir. (…)

Ben sadece kendi zevkim ve marifetime göre tahkik kaidesinin gerektirdiği şeyleri zikredip, bunlarla dil hükmünün gerektirdiklerini uzlaştıracağım. (…) Hakk’ın mutlaklığı, mücerretliği ve zâtına mahsus müstağniliği ile, zikrettiğimiz şeylerden hiçbiri O’nun hakkında câiz değildir. (…) Kâmil ve sahih zevk şunu ifade etmiştir: Hakk’ı müşâhede, fenayı (yok olma) gerektirir. Bu fenânın ardından müşâhede sahibi idrâk ettiği şeyi izah edebileceği bir imkâna sahip değildir.