“Yaratılışa zaman tayin etmek, yaratılışın ezelî oluşuyla çelişir.”
Ömer Türker‘in CİNS adlı aylık derginin bu ayki sayısında (Mayıs 2021 / Sayı: 68) çıkan “Dinî Kozmolojinin Tasavvufî Yorumu” başlıklı yazısından yer yer yapacağım alıntılamalardan ibaret olacak bu yazı. Başlık da o yazıdan bir alıntı.
” Taberî’nin Tarih’inde gördüğümüz dinî kozmolojinin İslam filozofları tarafından yapılan parçalı yorumları, gerçekte dinî naslar ile felsefî öğretiler arasında irtibat kurmaya yönelik daha genel ve kapsamlı bir çabanın parçası olarak değerlendirilmelidir. (….)
Farâbî, Âmirî, İbn Sînâ ve Sühreverdî gibi filozofların dinî kozmolojiye ait unsurlara ilişkin parçalı yorumlarından sonra nihayet İbnü’l-Arabî modern döneme kadar dînî ve felsefî düşünceye damgasını vuracak kapsamlı bir yorum faaliyeti gerçekleştirmiştir. İbnü’l- Arabî düşüncesi, tasavvuf geleneğinin kelâm geleneği ile ittifakına felsefe geleneğinin de eklendiği bir öğretidir. (…) Hiç kuşkusuz bu yeni mezcin ve yorumun merkezinde genelde dinî düşünce geleneklerinin özelde tasavvuf geleneğinin duyarlılıkları vardır. (…)
İbnü’l- Arabî, Taberî’deki yaratılış hikayesini olduğu gibi alır fakat iki önemli müdahalede bulunur. Birincisi, yaratılış hikâyesini zamansallıktan arındırmasıdır. (…) Taberî on beş bin yıla ulaşan bir evren tarihi resmi çizer. (…) Bu açıdan bakıldığında Taberî’nin zamansal anlatısının mukabilinde âlemin ezelî olduğunu iddia ederek yaratılışı zamansal bir tayinden arındıran felsefî kozmoloji bulunur.
Bu sebeple İbnü’l-Arabî tarihlemelerin tamamını açıklamanın dışında bırakmıştır. (…) Dolayısıyla yaratılışa zaman tayin etmek, yaratılışın ezelî oluşuyla çelişir. İbnü’l-Arabî’nin dinî kozmolojiye ikinci müdahalesi tam da bu bağlamda anlam kazanır. Taberî’nin tasvirindeki nesnelerin tamamı İbnü’l- Arabî metafiziğinde varlığın mertebelerine dönüşmüştür. (…) Dolayısıyla varlığın mertebeleri, Tanrı’nın zuhurları ve tecellîleridir. (…)
Böylece İbnü’l- Arabî, kelâmcıların (…) sorunlu görerek kelâmî tefekkürün konusu hâline getirmediği dinî kozmolojiyi hem sudurcu metafiziğin gücünü taşıyan hem de sûfîlerin mahrem tecrübeleriyle muhkem hâle getirilen ayrıntılı bir teoriye dönüştürmüştür. (…) Dönüşümün en dikkate değer tarafı, aslında Taberî’de yöntemsel bir ilke olarak vurgulanan hususun, tasavvufun metafizik iddialarının temeline yerleştirilmesidir. (…) Diğer deyişle vahdet-i vücud, rivayet (hadis, tefsir ve tarih) ve dirayet (kelâm ve felsefe) yöntemlerinin verilerini kelimenin hakiki anlamıyla mezceden bir nazariyedir. (…) Diğer deyişle vahdet-i vücudla birlikte İslâm düşüncesinde metafizik iddiaya sahip disiplinler arasında hiyerarşi oluşturma tavrı gelişmiştir.