Haziran 2021 Posts

Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi’nden alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbn Arabî (m.1165-1240) olan, tercüme ve şerhini Ahmed Avni Konuk‘un(m.1868-1938) yaptığı, Prof. Dr. Mustafa Tahralı‘nın yayına hazırladığı eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Mahlûkatın hepsi Allah’ın kullarıdır. Velâkin onların bazısı rahmet-i rahîmiyye (rahimî rahmet -a.a.-) ile merhûmdur ki, Hak Teâlâ onlar hakkında meâl olarak ‘Halbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder.’ buyurur (Bakara, 2/105). Bunların ilâhî ilimde saadetleri sâbit olmuştur. ‘‘Benim kullarım içine gir.‘ (Fecr, 89/29) ‘‘ve cennetime dâhil ol!’(89/30) Hak Teâlâ bu şerefli sözlerle mekrûhları murâd eder. Zîrâ bu âlemde nefsin zor gördüğü ve hoşlanmadığı, diğer taraftan hoşlandığı şeyler vardır. Ve şehvetler kâfirin cennetidir. Halbuki onlar hakikatte ateştir. Onların zâhiri nimetler ve lezzetlerdir. Fakat bâtınları cehennemdir. Ve Resûlullah (sav) Efendimiz ‘Cennet mekruhlar ile örtülmüş ve ateş (cehennem) şehvetler ile kaplanmıştır.’ buyurmasıyla bu açıklanan hakikate işâret etmiştir.” (s. 126)

“Hakk’ın kudreti Hakk’ın iradesine, Hakk’ın iradesi de Hakk’ın ilmine, Hakk’ın ilmi de Hakk’ın malûmâtına tâbidir. O halde bir sâbit hakikat ne nitelikle Hakk’ın malûmu olmuşsa, onun şehadet mertebesinde de, o sûretle zuhuru için Hakk’ın iradesinin ilişiğine ‘ilâhî emir’ derler. Bu, ilâhî kazâdır; ya önlenemez veya askıda olur. Önlenemez kazanın değişmesi mümkün değildir. Fakat askıdaki kazanın değişmesi câizdir. Şu halde ilâhî kazâ önlenemez olsa da askıda olsa da, mâdem ki eseri şehâdet âleminde kul üzerinde görünür olmuştur, işte bu zuhura bakıp deriz ki, bu kulun sâbit hakikati ilâhî ilimde bu nitelik ile sâbit olmuş ve ilâhî irâde de bu vasıf üzerine ilişkin olmuştur. Bir misâl: insanî unsurî varlığın hayatının devamı rızka muhtaç olduğu ve rızık dünya türü olduğundan insan dünyayı elde etmeğe meyl eder. İşte biz yukarıda bu meylin meşruiyet dairesini ve onun dışında kalan hâllerden yüz çevirmeyi ve dünya talebinde özü izah etmiştik. Şimdi de bu rızık talebi hakkındaki açıklamanın iyi anlaşılması için bir misâl getirelim. Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde meâlen ”Ahirete iman etmeyen için kötü mesel (örnek) vardır. Ve Allah Teâlâ için mesel-i a’lâ (yüce örnek) vardır; ve O Azîz ve Hakîmdir. Yine O işlerini yerli yerine koyan Azîzdir.’ (s.167-168)”

Siyasette ve medyada değişen anlayışlar, yaklaşımlar, dünya görüşleri!

 

Bu ülkede şu günlerde veya dönemde kimi kişiler düşünceleri, inançları, dünya görüşleri bakımından artık eskisi gibi tanınır olmaktan çıktılar. Birliktelikler büyük ölçüde değişim geçirmekte. Gazeteler, siyasi partiler, onların takipçileri, bağlıları kısmen de olsa artık eskiden olduğu gibi tanınmıyorlar. Sözgelimi bu yeni dönemden önce de dindar yazarları olduğu bilinen fakat siyasî yaklaşımları farklı iki gazetenin yazarları arasındaki uzaklık iyice artmış durumda şimdilerde. Çok satan gazetelerde siyasî iktidara yakın duranlarla mesafeli hattâ uzak duranlar arasındaki farklar da büyümüş durumda. Dahası birbirlerine yakın görünür iken şu günlerde birden araları açılan, örnekse biri diğerine olumsuz bir anlamda vasiyette bulunan ama sonradan araları yine tatlıya bağlanan ünlü gazete yazarları da var.

Bunların olması çok önemli mi veya derin bir yaraya mı işaret eder? Ya da şöyle soralım: Beklenmez miydi böyle bir manzara?

Cevap: Çok önemli değil ve derin bir yaradan genel anlamda söz edilemez ; beklenirdi, bu denli olmasa da.

Toplumsal, kültürel ve siyasî durumumuz daha bir belirmiş oldu. Özellikle seviye olarak. Bunlar olacakmış, beklenirmiş de diyebiliriz.

Ders çıkarılırsa, ibret alınırsa daha iyi bir gelecek niye olmasın! Üstelik bu kargaşaya hiç bulaşmamış / bulaştırılamamış insanlar sanırım çoğunluktadır.

Aktüalite işgâl altında!

 

Aristo’ya göre ‘tamamiyle gerçek olma hâli’; felsefî anlamda ‘gerçek’, ‘doğru’, ‘gerçek durum’ karşılıkları olan ama günümüzde daha çok ‘şimdiki hâl ve şartlar’, ‘güncel siyasî, toplumsal, haber ve röportaj özelliği taşıyan, toplumun da en azından önemli bir kesimini ilgilendiren olayları çağrıştıran aktüalite, maalesef bir süredir ülkemizde gündemi neredeyse kuşatmış, kendisi de kuşatılmış, belli olaylar, gelişmelerle meşgul durumda. Kimi isimler sanki gündemin vazgeçilmezleri hâline gelmiş, o isimleri duymayan kalmamış gibi. Kötülemeler, karalamalar, itibarsızlaştırmalar, birbiriyle yakın / dost gibi görünenlerin aralarının açıldığının ortaya saçıldığı bir ortam gibi şimdilerde aktüalite.

Fikrî, ahlâkî, ilmî, entelektüel hiçbir özellik taşımayan, dolayısıyla toplumun en azından bir kesiminin ilgilenmediği sanılan bu güncel hâdiselere odaklı videolar, yazılar, konuşmalar, atışmalar, birbirini gözden ve gönülden çıkarmalar her gün göze çarpan olaylar.

Sanıyorum bu denli bir karmaşa çoktandır ilk kez vuku buluyor bu ülkede. Siyaset de, medya da arka planda neler olmuşsa ve bunlar ne derece gerçekse veya değilse, bu güncel konuşmalar ve yazılarla hangi ölçüde olduğu kestirilemeyen suçlamalar ve karalamalarla, bunlara tepkiler şeklinde bir aktüaliteye tanıklık ediliyor.

Ne zaman durulur, sâkinleşir ortalık, bilinmiyor. Aktüalitenin bu işgâl altı durumunun sona ermesi hâlinde neler olacak, ülkemiz bu olaylardan nasıl ve ne dersler çıkaracak; siyasetçiler, medya mensupları duruşlarını gözden geçirecekler mi, göreceğiz. Herhalde bir süredir olan-bitenlerden, bu toz-dumandan sonra daha bir merak ediliyordur kamuoyunca bu olaylar sonrasının manzarası.

Necip Fazıl Kısakürek merhumun şu mısralarıyla bitireyim yazımı:

“Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek / Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? / Kaf dağını assalar belki çeker de bir kıl / Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl.”

Fütûhât-ı Mekkiyye c.12’den alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbn Arabî olan, Ekrem Demirli‘nin dilimize çevirdiği bu eserin(Litera Yay. 2010) 12. cildinden bazı sözlerin alıntılanması bu yazıyı oluşturacak.

“Allah’ın bir çocuğu olduğuna inanan bir insanın ne kadar kalın perdelere sahip olduğuna bakınız! Bu kişi hakikatlere karşı ne kadar da kördür!” (s.15)

“Bütün yaratıkları kendisine ibadet etmiş ve ücretini ödemiştir. Bunun tek istisnası, insanların bir kısmıdır.” (s.19)

“Allah Teâlâ ‘Müminler birbirlerinin dostudur, zalimler de birbirlerinin dostudur’ (el-Casiye, 45/19) buyurur.” (s.30)

“Fikir gücünden hareket eden akıl kendisini bilmede yeterli olmadığı için, Allah Teâlâ kendisini tanıtmak üzere bir yol belirlemiştir. Bu yol, kullarına peygamber ve nebilerin dilleriyle kendisini tanıtmasıdır.” (s.42)

“Günahların en büyüğü, kalpleri öldüren günahtır. Kalpler Allah Teâlâ hakkındaki bilgiden yoksun kalınca ölür ki, bilgisizlik denilen hâl budur. Kalp, Allah’ın insanın bedeninden kendisine seçtiği evidir.” (s.49)

” ‘Mümin iseniz, Allah’a tevekkül edin.’ (el-Maide, 5/23) Burada tevekkülü kulun kalbinde iman bulunduğunun alâmeti yapmıştır.” (s.105)

Fusûsu’l Hikem Tercüme ve Şerhi c.2’den bazı düşündürücü sözler

 

“Şu halde ehl-i hicâbın (perdeliler ehlinin) nazarı farklı farklı olduğu için vucûdda (varlıkta) ‘hayret’ten başka bir şey yoktur.” (s.30)

“Vehim ise hayvânî varlıkta vicdânî niteliklerin en kuvvetlisidir.” (s.31)

“Sırf zât (ahadiyyet) mertebesinden sıfatlar ve isimler mertebesine inme ile ‘ilk taayyün (belirme) sonucu belirmiş oldukta ‘Allah’ toplayıcı ismiyle müsemmâ (isimlenen) olur. Ve bu mertebe bilcümle ilâhî isimler sûretlerinin ilâhî ilimde peydâ olarak birbirinden ayrıldığı mertebedir.” (s.36)

“Mutlak varlığın her mertebede bir hükmü vardır. Eğer bu mertebelerdeki hükümlere riâyet etmez isen zındıksın.” (s.49)

“Biz onlara âyetlerimizi ufuklar ve nefislerde gösteririz; tâ ki Hak onlara görünür ola.” (s.56; Fussılet, 41/53. âyet ma’nâ olarak)

“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim; yaratıkları (halkı) bilinmem için yarattım.” (aynı s., kudsî hadîs)

“İlâhî ve kevnî(kozmik) mertebelerin cümlesini kuşatmış olup ilâhî sûreti ve yaratıklarla ilgili sûreti toplamış olan kâmil insan, kendi nefsinde Kur’ân olan kimsedir.”(s.127)