Temmuz 2021 Posts

“Medeniyet meşalesinin Batı Avrupa’nın elinde olduğundan kimsenin Mehmet Akif’in bile şüphesi yoktu.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Yazdıklarımın Soluklanma Vakti” üst-başlığı altında çıkan “Dikine Gitmek (2)” başlıklı ve 20 Zilhicce 1442 (30 Temmuz 2021) tarihli yazısının (http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=83&KatId=5) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. İlk alıntı da başlığı teşkil ediyor.

” (…) Türk olduğumuz kanaati yaşarken Türkleşmek arzusu neyin nesi oluyordu? Mevki ve makamdan uzak tutulmuş halkın İslâm’la alâkasını kesmek akla gelmediği halde İslâmlaşmak derdine düşmek kimlerin eseriydi? Bütün ölçüleri Avrupa’dan farklı bir kültür ne yaparsa ona muasırlaşmış denilecekti? (…)

(…) Müslümanlığı kendimizden uzak tutarsak elimizde bize ait hiçbir şey kalmayacaktı. Avrupa’da hayranlık uyandıracak bir gelişmenin hayat bulduğuna inanan Türkler adına muasırlaşmak bir kördüğümdü ve halen öyledir. Düğümü kör düğüm haline getiren Avrupalının gösterişçi kültürüydü. (…)

(…) Özdeşliği elde etmeğe çalıştığımız her sahada batağa saplandık. Müstemlekecilik siyasetine yaranarak yükseldiğini ve giderek zenginleştiğini farz edenlerin emir ve komutası altındayız. Eğer çamur ve su aynı kabı doldurmuşsa arılığa hiçbir zaman ulaşamayız. (…)
Dik durmamız Müslümanlıkla uzlaşmayan her şeye karşı dik duruşumuzla belli oldu. Bu yüzden kâfirlerle aynı kapta bulunmadığımızı belirleyen Osmanlı bir teselli idi. Bilhassa Yunus Emre’den sonra küfür karşısında başımızı dik tutan şiirden başkası değildi. (…)

Tedbîrât-ı İlâhiyye’den sözler

 

Muhyiddin İbn Arabî’nin(m.1165-1240) ünlü eserlerinden biri olan bu eseri dilimize Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938) tercüme ve şerh etmiş (m.1922-1925), günümüz Türkçesiyle de Prof. Dr. Mustafa Tahralı yayına hazırlamıştır (İz Yayıncılık, 6. Baskı, 2013). Bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak. Bazı kelimelerin daha da kolay anlaşılması için günümüzdeki yaygın karşılıkları verilecektir.

“Bilinsin ki, genel olarak insanlar iki hâl içindedirler: Birisi sarhoşluk ve diğeri ayıklık hâlidir. İlki ya nefisten veya ruhtan olur. Nefsânî hâllerden sarhoş olanlar dünya ehlidir. Nefislerinin hükmü akıllarına gâliptir. Kâmiller bunların zıddınadır. Onlar dünya ile âhiretten ve âhiret ile dünyadan perdelenmiş olmazlar. Nefs hükmünü ve ruh hükmünü şer’î sınırlar dairesinde akledilir şekilde yerine getirirler. Zira onlar hikmet sahibidirler; her şeyi yerli yerine koyarlar. (…)” (s.7)

“İnsanların her biri meşreblerini (huy / tabiat) bilir. Ve onda havas (seçkinler) için parlak işaretler, ve avam (sıradan insanlar) için açık yollar vardır. Erişen ve yola giren onunla çok istekli olur. Tasavvufun içi Allah Teâlâ hazretlerine sıdk ile yönelmedir. Bu kitaptan mâlik yani hüküm sahipleri ve memlûk yani hükme tâbi kimseler hazlarını alırlar. Yani mâlik ne için hükm ettiğini ve memlûk ne için hükme tâbi olduğunu bilir ve anlar. Ve bu kitap insânî hakikatleri ve insanın diğer hayvanlar üzerine üstünlüğünün sebebini açık bir sûrette bildirir. Ve insan kuşatan âlem /âlem-i muhît, yani melekût (gayb) ve mülkün geneli anlamında bir muhtasardır (özet) ve o genelin tamamıdır. Zira o insan kesîf (mürekkeb/bileşik) ve basîtten (bileşik olmayan) ibârettir. (…)” (s. 22-25)

“Şerîat kulluk mertebesinin esas gereği olduğundan şerîatı yok sayma hakikatler ve marifetlerden bilgisizliktir ve zındıklıktır. ‘Seyyid’ hakikatiyle ‘kul’un ta kendisidir. Ve kul belirmesi ile Seyyid’in gayridir.(…)” (s. 28)

“Allah Teâlâ sizi nefislerinizin hakikatlerine vâkıf eylesin! Ve hikmetinin latîfinden (manevî özelliklerinden, güçlerinden) ve sanatının garîbinden (şaşırtıcılıklar) sizlere emanet ettiği şeylere sizi haberi olan/ bilen kimselerden eylesin! Allah Teâlâ’nın, anlam olarak: ‘O Allah Teâlâ arzı döşedi. Ve onda iki kısım zevceyn (iki eş) yarattı. Geceyi gündüz ile örter. Muhakkak bunda düşünen tâife için alâmetler vardır.’ (Ra’d, 13/3) şerefli sözüne vâkıf olduğunda, bu âyet hakkında düşünmeğe ve ibret almaya başladın; insanı semereler cümlesinden gördün. (…) Dolayısıyla biz insanda varlık hikmetini ve onun diğer hayvanlar üzerine üstünlüğünü tetebbu ettik (bilgi olarak ortaya koyduk). Ve sırlarını, hikmetini ve manevî melekelerini belirledik. Ve onları hakikatleriyle en büyük kuşatıcı âlemde adım adım gördük. Ve son semere insandır ki, küçük âlemdir. (…)” (s. 29)

“Dikine giderek varlık keyfiyeti kazanan bir şey varsa o da Türk varlığıdır.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Yazdıklarımın Soluklanma Vakti” üst-başlığı altında çıkan “Dikine Gitmek (I)” başlıklı ve 13 Zilhicce 1442 (23 Temmuz 2021) tarihli yazısından ( http://istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=82&KatId=5) yer yer yapacağım alıntılamalardan ibaret olacak bu yazı. Söz konusu yazıdan ilk alıntı da başlığı teşkil ediyor.

(…) Karşılaştırmağa konu olan metinlerin ilki yüzyıllar boyunca Türk toplumuyla teması kesilmemiş Mevlid; ikincisi de Türk toplumuyla temas kurarsa bütün sahtekârların çanına ot tıkayacak İstiklâl Marşı’dır.  (…)
Ne yaptı da Süleyman Çelebi’nin fetret devrinde yazdığı Mevlid Türk milletine dokunabildi? Bu suali altında Mehmet Akif’in imzası bulunan İstiklâl Marşı ile alâkalandırmak ne kadar isabetli olabilir? Eğer Akif’e Türklükten başka bir sıfat yakıştırarak İstiklal Marşı’nı söze konu edersek bir rahatsızlık hissederiz. (…) Dünya tarihi gözü görme, kulağı işitme olayına rapt etme tutkunlarıyla bu tutkunluğu küçümseyerek alaya alanlar arasında cereyan eden vakıalarla tıka basa doludur. (…)

(Başlığı teşkil eden alıntının devamı olan bir cümle:) “Bu yüzden nasibinde toplum sorumluluğu bulunmayanlar Türk toplumunun klasiklerini bilmez ve giderek onları yok sanır.” (…) Yunus Emre edebiyat sahasıyla yetinmeyip Türk varlığının numunesi sayılacak bir başarının âbidesi mevkiini işgal etti.
Bizim karşılaştırmanın bir yakasına yerleştirdiğimiz Süleyman Çelebi siyasi dolapları tesirsiz bırakacak bir toplum olayını su yüzüne çıkardı.
Mevlid bir muştuydu. Mevlid’i hem dokunulur, hem de dokunucu kılan muştu veren vasfıdır. (…)

(…) Yani biz Türkler Mevlid ile anamızdan bir kez daha doğuyorduk. (…)
Türklerin okur-yazarları bir toprağı vatan kılmanın gereğini yerine getirdi. Temas edilen toplumların baskın kelimeleri Türkçe olarak bilinmeğe başlandı. Türkçe denildiğinde Kur’an âyetlerinden ve Hâdis-i Şeriflerden terekküp etmiş bir itikat dilini anlarız. Âyetler ve Hadisler Türkçenin nereden kalkıp nereye vardığını anlamamızda bize kılavuzluk edecektir. (…) Yani Türkçe hiçbir dönemde yabancı diller boyunduruğuna girmiş değildir. Bilakis Türkçenin tezahürü Türk olmayan; ama her nasılsa toplu yaşayışın mütecanis konumları kabullenmiş kavimlerin dillerinin imecesi neticesidir.

Bayramda okumaya değer bazı gazete yazılarından…

 

“(…) Hayır, mezarın içinde saklı olan yürek ne kadar ihtiraslı, ne kadar günahkâr, ne kadar fırtınalı olursa olsun, o mezarın üzerinde yetişen çiçekler bizlere o saf gözleriyle bakarlar. Onların bize anlattıkları yalnız sonsuz bir huzur değildir, yalnız her şeye ‘ilgisiz’ kalan tabiatın derin sakinliğini anlatmazlar; onlar aynı zamanda bize yüreklerin kavuştuğu o sonsuz barışı, o ölümsüz hayatı da anlatırlar!” (Gökhan Özcan, “Bayram okumaları”başlıklı 22 Temmuz 2021 tarihli yazısından,Yeni Şafak) (…)

“Antoine Saint Exupery’nin dediği gibi, ‘mükemmellik eklenecek değil çıkarılacak bir şey kalmadığında ortaya çıkar.’

Kıvamsız muhafazakârlık… Yaşadığımız bu. Süleymaniye’den Nur-ı Osmaniye’ye, Topkapı’dan Dolmabahçe’ye… Ölçülerimizi büyütürken ölçüsüzleşmek… (…) Hazin…” (Süleyman Seyfi Öğün, “Kıvamsız muhafazakârlık”başlıklı, 22 Temmuz 2021 tarihli yazısından, Yeni Şafak)

İki gazete yazısından alıntılar

 

İlk alıntılar Yeni Şafak’ta çıkan Ömer Lekesiz‘in 20 Temmuz 2021 tarihli ve “Emrine kurban olayım” başlıklı yazısından.

“(…) Hilkatleri cihetinden şeylerin hakikatinde iyi ve kötü ayrımı yoktur. Bu ayrım akıl sahipleri olarak bizlerin şeylerle olan ilişkimize ve inandığımız şeriata tâbidir.

Gerek bir imtihan sebebi, gerekse ilahi emre uygun olarak yaşamanın şartı olması bakımından hakikatlerdeki iyiliğin ve kötülüğün bilgisini de şeriat verir. (…)

Bugün itibariyle vaktimiz kurban vaktidir. Vakitten kasıt, kurban emrinin hem süre hem de fiil bakımından tekrarlanmasıdır. (…)”

İkinci alıntılama yapacağım yazı yine aynı tarihli aynı gazeteden İsmail Kılıçarslan‘ın “Eller yılda bir kurban keser” başlıklı yazısından şu satırlar: (…) “Mevlana İdris ağabey yazmış: ‘Faşizme kapıyı açtığınızda düşündüğünüz sonuç gerçekleşebilir. Ama bu sonuçların ancak bir kısmıdır. O kapıdan nelerin çıkıp gideceğini asla bilemezsiniz.’. (…)”