Eylül 2021 Posts

Taşrada bir ilçede merhûm Nurettin Topçu’nun bir hikâye kitabı olan “Taşralı”yı 1950’li yılların ortalarında posta ile getirtip okumak

 

1950’li yılların ortaları. Babamın Orman mühendisi olarak Maraş’ın Andırın kazasındaki görev ünvanı değişmeden Sivas’ın Koyulhisar kazasına Orman İşletme Müdürü olarak tayini çıkıyor. Maraş’tan Sivas’a kadar tren yolculuğu, oradan Koyulhisar’a Orman İşletmesinin aracıyla ulaşma.

Koyulhisar’da sekiz-dokuz yaş arası bir dönemdeyim. Hatırladıklarımdan birisi şu: Orada babam görev yaparken kendisine posta ile bir kitap geldi. Demek ki istemiş ve gönderilmiş. Kitabın adı: “Taşralı”. Kitabın yazarı: (merhûm) Nurettin Topçu.

Bu çok dikkatimi çekmişti. Ben daha Nurettin Topçu’yu tanıyacak yaşta değildim; ama onun bir kitabını babamın talep ederek getirtmesi, babamın Nurettin Topçu’nun kim olduğuna dair bilgisi ve ona sevgisi, hürmeti olduğunu gösteriyordu.

Mevlânâ’nın “Fîhi Mâ Fîh” başlıklı eserinden sözler

 

Ahmed Avni Konuk’un (1868-1938) tercümesi ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın‘ın (1937-1995) yayına hazırlamasıyla İz Yayıncılıktan çıkmış bu eserin 8. Baskısından (2009) bazı sözler aktaracağım.

“Zengin sanırız kendimizi lîk (lâkin) fakîriz, / Hürrüz deriz ammâ ki, hakîkatte esîriz!” Muallim Nâcî

“Âlimlerin şerlisi emîrlerden imdâd uman ve salâh ve sedâdı (iyiliği ve doğruluğu) devlet adamları vasıtasıyla olan ve onların korkusundan salâha sa’y (gayret) eden kiimsedir.” ( Hz. Mevlânâ’nın bir hadîsi yorumlaması)

“Sen kıymetce iki cihanın verâsındasın; ne yapayım kendi kadrini bilmiyorsun .”

“Bu kalıp kaldırılıp kıyâmet zâhir olsa, benim yakînim ziyâde olmaz. Hz. Ali k.v.

“İnsân-ı Kâmil” başlıklı eserinde Abdülkerîm el-Cîlî ‘Fatihâ-i Kitâb’ hakkında ne diyor?

 

” ‘Fâtîha-i kitâb’, ‘seb-i mesânî’ den yani yedi âyetten oluşan ve Kur’ânın ilk sûresini teşkil eden Fâtiha sûresi’nden ibârettir. Seb-i mesânî de yedi nefsî sıfâttır. Onlar ise ‘hayat, ilim, irâde, kudret, semi’, basar, kelâm’dır.

Hz.Peygamber’in ‘Cenâb-ı Hak fâtihayı kuluyla kendi arasında taksim etti.’ buyurması anlamında bir hadîs-i şerîfi vardır. Bu, vücûdun (varlığın) halk ile Hak arasında bölünmüş olduğuna işârettir. Zâhiriyle halk olan insan bâtını i’tibariyle Hak’tır. Şu halde varlık, bâtın ile zâhir arasında bölünmüştür. Görmüyor musun, nefsî sıfatlar ayniyle Hz. Muhammed’in sıfatlarıdır. Cenâb-ı Hak haydır, âlimdir denildiği gibi, Hz. Peygamber hakkında da aynı söz ifade edilir. Kalan beş sıfat da böyledir. İşte bu açıklama, fâtihanın Allah ile kul arasında taksim edilmesi demektir.

Fâtiha-i şerîf, içerdiği delîl olacak ifadelerle insanî heykele işârettir. Çünkü Cenâb-ı Hak, varlığın kilitlerini o insânî heykel ile açmıştır. Fâtiha’nın Allah ile kulu arasında bölünmesine gelince; insan her ne kadar zâhiren halk ise de, Hakk’ın insânî hakikat olduğuna işârettir. (…) Zîrâ Allah onun hakikatidir. O hakikat de Hz. Muhammed (sav)’ den ibârettir. (…) İki mertebede geçerli olan, iki dünyada var olan O’dur. Dolayısıyla Hak da o’dur, halk da o’dur.

“İnsân-ı Kâmil” adlı eserden bir kasîdenin bazı mısra’ları

 

Müellifi Abdülkerîm el-Cîlî (h. 767-832), mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun (m. 1865-1941) olan eseri günümüzde (1990’lı yılların sonuna yakın) yayına hazırlayanlar Yrd. Doç.Dr. merhum Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli (şimdi Prof. Dr), Abdullah Kartal’dır. Prof. Dr. Mustafa Tahralı’nın da o yıllarda bu eserin yayına hazırlanmasında emeği geçtiği anlaşılmaktadır.

Kasîde:

“Dâreynde (iki dünyada) mülk (egemenlik) benimdir.

Dâreynde lutfunu temennî edecek, yâhud kahrından korkacak kendimden başka kimse görmüyorum.

Benden evvel başka bir vücûd (varlık) yoktur ki, ona mülhak (katılmış) olayım.

Benden sonra yine başka bir vücûd yoktur ki, onun ma’nâsını anlamağa koşayım.

Mehmet Âkif Ersoy’un kısmen olan “Kur’an Meâli”nden bazı âyetlerin çevirileri

 

Prof. Dr. Recep Şentürk ve Yrd. Doç. Dr. Âsım Cüneyd Köksal‘ın Yayına hazırladıkları, Mahya Yayınları’ndan çıkmış olan bu eser merhûm Mehmed Âkif Ersoy‘un yetkili kılındığı ve bir tarihten itibaren tercîh olarak Kahire’de Kur’ân’ı tercüme etme çalışmalarına yoğunlaştığı süreçte netice olarak ve kısaca kendisi tarafından Fatiha Sûresi’nden Berâe (Tevbe) sûresi sonuna kadar olan Kur’ân ayetlerinin meâlen (mânâca) tercüme edilmiş olarak bir şekilde korunması ve böylece yaklaşık Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birinin Mehmed Âkif Ersoy’un bu önemli çalışmasının sonucu olarak yayınlanması gerçekleşmiştir.

Bu eserden bazı âyetlerin merhûm Mehmed Âkif Ersoy’un Türkçesiyle meâlen (mânâca) çevirilerini aktaracağım.

“Hamd ancak Allah’ın; o Rabbü’l-âlemîn, o hem Rahman hem Rahîm, o kıyamet gününün sahibi Allah’ındır. İlahî! Kulluğu Sana ederiz, yardımı Senden isteriz. Bizleri doğru yolun, o nimetine kavuşanların tuttuğu yolun yolcusu et. Gazabına uğrayanların, yanlış gidenlerin saptığı yolun yolcusu etme. Âmin.” (Fatiha, 1/2-7)

“Allah öyle bir ilâh ki, O’ndan başka ilâh yok. Bâkî; her an bütün hilkat üzerine hâkim ve kâim. Ne uyuklar, ne uyur. Göklerde, yerde ne varsa hep O’nun. Kim tasavvur edilebilir ki kalksın da izni olmaksızın O’nun yanında şefaat eyleyebilsin?! Mahlûkatın işlediklerini, işleyeceklerini bilir. Mahlûkatı ise ilâhî ilminden ancak O’nun dilediğini kavrayabilir. İlmi bütün gökleri ve yeri kucaklar ve bunların yokluktan korunması Kendisine ağır gelmez. Yüksek, büyük ancak O (ancak O’nun Zât-ı Kibriyâsı)” (Bakara,2/255)