” Bu Hûdiyye kelimesinde ‘ahadiyye hikmeti’ ilimde sağlam ve köklü bilgisi olandır.”
Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin (m. 1165-1240) Fusûsu’l-Hikem adlı eserinin Tercüme ve Şerhini yapan Ahmed Avni Konuk ‘un (1868-1938) bu çalışması (1916-1929) Prof.Dr. MustafaTahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın tarafından günümüz Türkçesiyle yayına hazırlanmış ve dört cild olarak yayınlanmıştır. Bu eserin II. cildinin X. Fassının birkaç yerinden (s. 267-268) yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. Bu fassın ilk cümlesi de başlığı teşkil ediyor.
“Hakikati budur ki, Hûd (a.s.) kulların/ mahlûkların çok türlülüğünün zuhur yerlerinde Vâhid’in rubûbiyyetini manen görür idi. Yani her bir mahlûku terbiye eden, onun tâbi olduğu bir özel isimdir. İlâhî isimler sayısız ve hesap edilmez olduğundan onların terbiyeleri altında bulunan mazharların da (zuhur yerleri) öylece sayılması mümkün değildir. Dolayısıyla her bir isim bir Rab’dir. Bu sûrette kul ve mahlûk da çok olur. İşte Hûd (a.s.) bu kullar ve mahlûkların mazharlarında rablerin çokluğunu bertaraf edip bir rubûbiyyet görmüş idi. Nitekim Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de ondan naklen beyân buyurur: ‘ ‘Hiçbir hayatı olan yoktur, illâ ki Hak onun alnını tutucudur. Benim Rabbim muhakkak sırât-ı müstakîm üzeredir.’ (Hûd, 11/56)
O halde ‘ahadiyyet’ üç mertebe üzerinedir: 1. Zâtî ahadiyyet. Bunda aslâ çokluk itibarı yoktur. ‘De ki, Allah birdir.’ (İhlâs,112/1) bu mertebeyi beyân eder. Ve bu, mutlaklığı hasebiyle, Vâhid (Bir/Tek) için hiçbir niteliği ve sıfatı kabûl etmez; belki bu ahadiyyet Vâhid’in aynıdır. İşte bu tevhîde zât tevhîdi derler.
2. İsimler ve sıfatların ahadiyyet mertebesidir. Ne kadar ilâhî isimler ve sıfatlar varsa, sonsuz çoklukla, zât ile birdir. Ve isimlerin çokluğu akletme ve nisbet itibariyle sâbittir. Yoksa Hakk’ın zâtı mutlaklığı hasebiyle bu gibi aklî nisbetler ve itibarlardan münezzehdir. Bu itibara göre Allah Vâhid’dir. Ve ‘O Allah Vahidü’l-Kahhârdır.’ (Zümer, 39/4) bu mertebeyi beyân eder. Zîrâ makhûr (kahra uğrayan) olmayınca kahhâriyyet görünür olmaz. Ve makhûrun varlığı ise nisbî ve itibarîdir. Bu mertebede ‘vahdet’ Vâhid’in nitelenmesidir, zâtı değildir.
3. Fiillerin ahadiyyeti etkiler ve etkilenmeler ahadiyyetidir. Ve bu mertebede müteâlî (aşkın) Zât tüm fiillerin masdarıdır; ve fiili kabûl edenlerin hepsinde etkilidir. Bu ahadiyyet ‘rubûbî ahadiyyet’dir. İşte Hûd (a.s.)ın hikmeti buna dayanmaktadır.”