Ekim 2021 Posts

“Senin varlığın bir günahtır ki, ona diğer bir günah kıyâs olunmaz.”

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin Fusûsu’l-Hikem isimli eserinin Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmış tercüme ve şerhini Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın günümüz Türkçesiyle yayına hazırlamışlardır. Tamamı dört cilt olan bu eserin I. Cildinin Nuh Fassından yapacağım bazı alıntılamalardan -başlığı teşkil eden cümle de bunlardan biridir (s.301) – ibâret olacak bu yazı.

‘Nefsine zâlim olan’ kimse hakikî vâhidi(bir olanı) birtakım itibarlar ile çoğaltıp bu çoklukta da vahdeti (birliği) müşahede eder (görür); ve muktesıd (orta yolu tutan) ise vâhidde kesreti ve kesrette vâhidi müşahede edip bu iki şahitlik arasını toplar; ‘sâbık’ (öne geçen) ise adedi birleştirip kesîri (çoku) ‘bir’ görür. Dolayısıyla orta yolda olan ile sâbık Hakk’ın ve halkın varlığını itibar ve isbat etmediği için hayrettedir. Şu halde ‘Hak onun hayretini ziyâde eder.’ (Nûh, 71/24). Nitekim Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ‘Yâ Rab, benim hayretimi sende ziyade et (artır)!’ buyurur. Ve bu hayret övülen hayrettir.

Sadreddin Konevî’nin Miftâhü’l-Gayb adlı eserinin Ekrem Demirli tarafından Tasavvuf Metafiziği ismiyle çevirisinden bazı alıntılar

 

Konevî tam bir nazariyatçı olarak düşüncenin çerçevesini ve yöntemini kesin sınırlarla tespit ederek İbnü’l-Arabî’nin düşüncelerini herhangi bir ‘yoruma’ olabildiğince kapattı. Konevî’nin bu yaklaşımı nesnelliğin ve ‘burhanîliğin’ göreceliğe karşı mutlak bir galibiyeti olarak görülebilir.” (s.12)

“Hak kendisinde hiçbir ihtilaf (kayıt) bulunmayan salt varlıktır.” ( s.28)

“İstidatlardan mücmel (öz) olanlar gayb, tafsîlî olanlar ise şehadettir.” (s.64)

“Bilinmelidir ki bütün yaratılmış hakikatlerin, isimlere mensup mertebelerin ve onların nispetlerinin arasında, yaratılmamış ve kendilerinden kaynaklanan bir tenasüp ve tenâfür (birbirini itme) vardır.” (s.66)

“Ana-baba olmaksızın sadece çocuğun veya öncüller olmaksızın neticenin yahut kökler olmaksızın ürünlerin tek başına kaldıkları durum, Allah ile aralarındaki özel yön (vech-i has) sırrıdır.” (s.68)

“Varlıkların zuhur etmesinin -salt birliğe değil de- birleşmeye bağlı ve onunla gerçekleşmesi sırrına şu âyette işaret edilir: Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.’ (Yasin, 36) Anla! İşaret edilen şeyi defalarca düşün ve bunları aklında tut ki Allah’ın öğretmesiyle bilenlerden olasın!” (s.69)

“Âdem bu sebeple tek el ile yaratılmış diğer mahlûkata göre üstün oldu.”

 

Buyurdu: Ey İblîs, iki elimle (yani bizzât) yarattığıma (Âdem a.s.’a şeref bahş etmek için böyle buyurulmuştur. ‘iki elimle’ demekten maksat vasıtasız, bizzat yaratmış olduğunu beyandır) secde etmenden seni hangi şey men etti? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?” (Sâd, 38/75)

Zîrâ Âdem bu sebeple tek el ile mahlûk olan diğer yaratılmışlar üzerine faziletli oldu.

Yani esmânın (isimlerin) karşı karşıya gelmesini ve tabiatın karşılıklı esasların genel görünüşü olduğunu bildikten sonra, malûmun olsun ki, Allah Teâlâ bu insan şahsının hamurunu ve tıynetini (yaratılışını) iki eli ile yoğurdu. ‘İki el’den murâd, ‘fiilî(etkin) isimler’ ile ‘infiâlî(edilgin) isimler’dir. Fiilî esmâ ulûhiyet mertebesine ve infiâlî esmâ ise imkân mertebesine dâirdir. Zîrâ varlıkta iki itibar vardır: Biri ‘etkin’, diğeri ‘edilgin’ dir. İnsanî şahıs bu iki itibarı da toplayıcıdır. Fiilî isimler ‘sağ el’ ve infiâlî isimler ‘sol el’ mesâbesindedir. Ve bu iki el birbirine mütekabildir; biri verir, diğeri alır. Bu iki elin ikisi de yemîndir. Çünkü ‘yemîn’ kuvvet mânâsına gelir. Ve fiilî esmâ da, infiâlî esmâ da kuvvetten ibârettir. Velâkin madem ki mertebe-i ilâhiye ile mertebe-i imkân arasında ‘vermek’ ve ‘almak’ nisbetleri vardır, bunların arasında fark ve temeyyüz (kendini gösterme) olduğu bellidir. Böylece fiilî ve infiâlî isimler ‘iki el’ oldu. Zîrâ müessirin tabiatte tesiri ancak tabiate uygun olan şeydedir. Tabiat ise sıcaklık, soğukluk, rutûbet ve yubûsetten (kuruluk/kuraklık) ibâret olan dört hakikatin genel görünüşü olup, bu dört esas ise birbirine mütekâbildir (biri diğerine karşılık). Bundan dolayı Hak Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’de, Âdem’in yaratılışının beyânı sadedinde ‘bi-yedeyy’ (iki elimle) tabirini ifade buyurdu (Sâd, 38/75; yazı bu âyet mealiyle başladı.) Ne vakit ki Âdem’i ‘iki el’ ile îcâd eyledi, ‘bi-yedeyy’ sözüyle kendine izâfe edilmiş kıldığı ‘iki el’ ile onun icâdına başladığı için, ona ‘beşer’ ismini verdi. Bu teşebbüs cenâb-ı ilâhîye lâyık olan bir tarzdadır. Yani mütekabil isimler ile onun icadına yönelmedir. Ve Âdem’in îcâdına ‘iki el’ ile teşebbüsü, bu insan türüne Hak Teâlâ’nın inâyetinden (lütuf, yardım, iyilik, ihsan) dolayı vuku buldu.

“Teklifim insanın içine alındığı kafesin reddine dairdir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Tekne Kazıntısı” üst-başlığı altında “İltifatın Marifete Ettiği” başlıklı ve 23 Rebiülevvel 1443 (29 Ekim 2021) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=94&KatId=6) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (onlardan biri de bu yazının başlığını oluşturuyor) ibaret olacak bu yazı.

” Türk ruhunun kuvvetlice estiği iklimlerde iki şey birlikte vuku bulur: Neyin iyi olduğu fark edilir ve fakat fark edilmesi zor olmayan o iyi şey dünya hayatının gerçekçi kıvrımlarında umursanmaz.  (…)
İyinin iyi olmadığına kimseyi inandıramayacaksınız. Buna mukabil toplumun sizi tam yerinde davranışınız sebebiyle ödüllendireceğini bekliyorsanız boşuna beklemiş olacaksınız.  (…)

(…) Her kimin erdemiyle övündüğüne şahit olursak ortadan hem erdemli sanılan davranış ve hem de bu davranışın ödüllendirilişi kalkmıştır. Erdemli davranmaktan bir gönül ferahlığı elde eden kişi erdemden uzaklaşmanın ne olduğu hususunda hiçbir fikri olmayan kişidir. (…)

(…) Dilimize sarf edeceğimiz dikkat ahlâkımızı doğrudan baskı altına alır. Hangi fikre kapılacağımız hangi fikrin isabetli olduğu gerçeğinden daha ön sırada yer almamalıdır. (…)
Oysa bizi modern hayatın yaşama aygıtlarına karşı kışkırtan modern hayatın kendisidir. Modernliği öğrenim müfredatının müdafaa ettiğine hak ettiği dikkati göstermekten sarfı nazar ederiz. Gündemimize kapitalizmin bir memuru olup olmadığımız sualini almayız.  

“Üç Zor Mesele”den cümleler

 

İsmet Özel‘in TİYO Yayınları’ndan lI. Baskısı Eylül 2014’de çıkmış olan ve Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma meseleleri üzerine yazdığı “üç uzunca yazının yanına aynı konulara dokunan günlük fıkralarının eklenmesiyle oluşmuş bulunduğunu” belirttiği ve “kitabın kendi amacını teknoloji, medeniyet ve yabancılaşma konularında ülkemiz Müslümanlarının hataya düştüklerini işaret etmekle sınırlamış olduğunu” ifade ettiği İkinci Baskının Önsözü’nde “Bu haliyle Üç Mesele nin Türkiye’de Müslümanlığın anlaşılma biçimine yeni bir bakış, belki daha çok, yeni bir göz atış niteliği taşıdığına “vurgu yapıyordu (29.7.1984). Bir de aynı kitapta 1995’de ‘Beşinci Baskı için Önsöz’de de dedikleri var; oradan da bir alıntı: “Bir şairin şiiri merkeze almaksızın kaleme aldığı nesirlerden oluşan ilk kitabına on yedi yıl sonra yeni bir önsöz yazmasını hayra yormalı mı? Üç Mesele‘nin hâlâ okunuyor, aranıyor olması belki yazarı için bir hoşnutluk vesilesi sayılabilir. (…) Türkiye’de düşünce kendine koruyucu bir ortam sağlayıncaya kadar tefekkürün muhtaç olduğu geçmişe ve geleceğe dönük rabıtalar özlemimiz olmakta devam edecek anlaşılan. (…)” Bir de bunların hepsinden önce “Üç Kulhüvallahü Bir Elham Üç Zor Meselenin Dibacesi” başlıklı bir yazı var. Ondan da bir alıntı: “(…) İntibak teşebbüsü bu. Teşebbüsümün kendine seçtiği hedef geçerli ve yürürlükteki dünyaya nüfuz etmekti. Akim kaldığına artık çok seviniyorum. (…) Ben dünyayı ıskaladım, dünya da beni ıskaladı. (…) O yürürlükte hep kibirle kalan ve o hep zevahiri kurtaranların kurtarışıyla geçerli olan dünya bana bir türlü nüfuz edemedi. Bana teğet geçti dünya, kendini bana isabet ettiremedi. (s.11-12)

Sonunda ektiğimi biçtim ve yerimi buldum. Yerim okuduklarının İhlâs ve Fatiha sureleri olduğunu bilmeyen milletin olduğu yerdi. (…)” (s.12)

“(…) Siyasi çekişmelerin hızlı olduğu, lâf atmaların ve zıtlaşmaların seyirlik hale geldiği durumlarda günlük fıkra yazarının ne kim olduğu düşünülür ne de hangi işe yaradığı. Onların yaptığı; tuttuğu tarafın heyecanlarını körüklemek, karşı tarafla olan uzlaşmazlığını gerek öfke, gerek alay ve gerekse bilgiçlikle ortaya koymaktan ibarettir. (…) Görevi nedir diye mi soruyorsunuz? Şudur: Kendine “helâl olsun, çok iyi yazmış” dedirtmek. (s.33) (…) Türkiye’de günlük fıkra okuma alışkanlığı neyin karşılığıdır? (…) Yoksa bir yazara sığınma ihtiyacının mı? (…) Batı basınıında belli sütunların izlendiği bir gerçek. Ama bu hiçbir zaman günlük fıkra okuma alışkanlığı ile bir tutulamaz. (…) Oysa bu sudan haliyle günlük fıkra yazarı bir başka fukara ülkede yoksa yalnız Türkiye’de vardır. (s.34)