Ekim 2021 Posts

“Himmet hakkındadır”

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin eseri olan İnsân-ı Kâmil‘deki (mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına hazırlayanlar merhum Yrd. Doç.Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal) Ellibeşinci Bâb’ın başlığını bu yazının da başlığı olarak alıntıladım. Bu bölümden yapacağım bazı alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.

Bölümün ilk cümlesi: “Himmet Hz. Muhammed’den (s.a.v.) mahlûk (halk edilmiş/yaratılmış) olan Mikâil’in aslıdır.

Nazmın tercümesinden : (…) Bu burâkın iki kanadı vardır. Birisi saâdete doğru uçar, öbürüsü şekâvetin (bahtı karalık) derinliğine doğru aşağı çeker. (…) Dikkat et, bu ilâhî nûrlardan indirilmiş bir nûrdur. İnsan için ‘himmet’ ismi altında gizlenmiştir.”

Cenâb-ı Hak bizi ve seni muvaffak kılsın ve kendisine mûsıl (ulaştıran) yola delâlet ve hidâyet buyursun! Şunu da bil ki, himmet Cenâb-ı Hakk’ın insana va’d ettiği en kıymetli şeydir. Bunun sebebi, Cenâb-ı Hak nûrları ezelde yarattığında azametinin nûrundan bekletti ve o nûrlara birer birer baktı. O nûrların hepsini kendi nefsiyle meşgûl, yalnız himmeti Allah ile meşgûl olarak gördü. Himmete dedi ki: ‘Azametime, celâlime yemin ederek söylüyorum, seni nûrların en yükseği kılacağım. Halktan senin devletine (büyüklüğüne) eşrâf-ı ebrârdan (iyilerin şeref ve itibar sahibi olanları) başkası nâil olamaz. Kim bana kavuşmayı kasd ederse, senin iznin olmadıkça o bana yaklaşamaz. (…) Muhakkiklerin (hakikati arayıp ortaya çıkaranlar) tenezzühü (çirkinlikler ve eksikliklerden uzak kılınmış olma), mukarriblerin (yakınlaştıranlar) yükselmesi sende ve seninle olucudur’ buyurdu.

Ondan sonra himmet üzerine ‘Karîb’ (Yakın) ismiyle tecellî edip, serîü’l-mucîb (gerekene çabucak yetişen) ismiyle nazar eyledi ve bu sûretle himmete kalblerden her uzak olanı yaklaştırabilmek tecellîsini giydirdi. Anılan ilâhî nazarla himmet vasıtasıyla talep edilenin hâsıl olması hızında himmete fayda bahş oldu. Bunun içindir ki, himmet bir şeyi kasd eder ve husûli için teşmîr-i sâka ihtimâm (titizlikle iş görme) eylerse, matlubuna (talep ettiğine) uygun olmak üzere ona erişir.

Hakk’ın varlığı- halkın varlığı

 

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi c. l, Âdem Fassı’ndan başlıkta belirttiğim konuda bilgiler aktarmak üzere yer yer alıntılamalar yapacağım.

“Hak Teâlâ hakkında, muhakkak onun için ‘ilim’ ve ‘hayat’ vardır deriz. Dolayısıyla Hak Teâlâ ‘Hayy’ ve ‘Âlim’dir. Ve biz melek hakkında da muhakkak onun için ilim ve hayat vardır deriz. Dolayısıyla o da hayy (diri) ve âlimdir. Ve ilmin hakikati birdir. Hayatın hakikati de birdir. Ve onların âlim ve hayye nisbeti de bir nisbettir. Biz Hakk’ın ilmi hakkında muhakkak o kadîmdir (öncesi olmayan) ; ve insan ilmi hakkında da muhakkak o hâdisdir (sonradan olan) deriz. O halde bu makul hakikatde izâfet ortaya koyan şeye bak! Ve makulât (akıl ile kavranan şeyler) ile hakikî mevcutlar arasında olan bu irtibata bak! Bu durumda ilim, kendisiyle var olan kimse üzerine onun hakkında ‘o âlimdir denilmeği hükm eylediği gibi, onunla vasıflanan kimse de ilim üzerine, sonradan olan hakkında hâdis ve öncesi olmayan hakkında da kadîmdir diye hükm etti. Böylece her birisi kendisiyle hüküm verilen ve hakkında hüküm verilen oldu.

Yani vakit ile kayıdlı olmayan Hakk’ın varlığında ‘ilim’ ve ‘hayat’ vardır deriz. Buna göre Hak Teâlâ ‘Hayy'(Diri) ve ‘Âlim'(Bilen)dir. Ve yine zamanla kayıdlı olmayan melek hakkında da onun ilmi ve hayatı vardır deriz. Bu bilen ve diri olanların ilimdeki ve hayattaki seviyeleri bir olmamakla beraber, ilim ve hayat sıfatları birer tek hakikattir. Ve ilmin âlime ve hayyin hayata nisbeti de birer tek nisbettir. Ancak kendisine ilim ve hayat küllî (tümel) şeyi nisbet olunan mevcutlardan bu tümel şeylere birer hüküm döner. O hüküm de ‘Hakk’ın varlığı kadîmdir. Ve Hakk’ın varlığından ilim ve hayat küllî şeylerine dönen hüküm de ‘kadîm’ hükmü olur. Şu halde, Hakk’ın ilmi ve hayatı kadîmdir deriz. İnsan varlığı ise hâdisdir(sonradan olan). Dolayısıyla insan varlığından bu tümel şeylere dönen hüküm de ‘sonradan olan’ hükmü olur. Bu halde de insanın ilmi ve hayatı sonradan olma deriz. Demek ki küllî şeylerin zuhuru yer hasebiyle oluyor ve mahal onlara bir hüküm veriyor. O halde ey hakikat tâlibi, basîretle bak ki, birer makul hakikatden ibaret olan ilim ve hayat mevcutlara izâfe olunduğunda kıdem (kadim olma) ve hudûsü (sonradan olma) nasıl ihdâs etti (ortaya çıkardı) ; ve madûmattan (yok gibi şeylerden) ibaret olan makulât (akla yatkın şeyler) ile hakikî mevcutlar arasındaki bu irtibâta şaşarak bak! Zirâ yok ile mevcut arasındaki irtibat bir tuhaf iştir. Böyle olunca ilim, ilimle var olan kimse hakkında ‘âlim’ denilmesine hükm ettiği gibi, ilim ile nitelenmiş kimse de eğer kendisi hâdis ise, ilim üzerine ‘hâdis’ ve kadîm ise ‘kadîm’ denilmesine hükm eyler. Şu halde ilim ile âlimden her birisi hem kendisiyle hüküm verilen ve hem de hakkında hüküm verilen olmuş olur.

“Eylem ve anlatı… Bu ikisi zihnin mücerret kalıplara alışmasına vesile olur.”

 

Bu yazıya başlık olarak İsmet Özel‘in “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” isimli kitabından (s. 128) bir alıntılamayla bu ifadeyi uygun buldum. Zâten bu yazı da bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak.

Hazır bu sayfadayken buradan iki cümle daha alıntılamalıyım.

“Beşeriyetten insanlığa, giderek modern insana doğru ilerleyebilmemiz için zihnimizin tıpkı bisiklete binmek gibi bir soyutluğa yatması gerekiyor.”

“Mücerret olana âşık olmanın itirafına yanaşmak kimsenin işine gelmez.”

“Descartes’la birlikte şahıs ortaya çıkmakla kalmadı; onun en dikkate değer kimse olduğu fikri herkese hâkim oldu.” (s. 9)

“Modernleşmemiz modernlik boyunduruğuna razı oluşumuzun türevidir.” (s.11)

“Kapitalizmi ne pahasına olursa olsun bencilliği vazgeçilmez sayan insan tabiatı değil güçlü olanın haklılığına kanaat getiren insanlık tarihi türetti.” (s. 12)

“Şunu akıldan çıkarmayın ki insanlık tarihi süresince söylenmiş, söylemeye değer bir şey varsa o da şiirdir.” (s. 13)

İsmet Özel’in “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” isimli kitabından (yazılarından) cümleler

 

“Aşağıda bulacağınız yazılar o mahut bahse yeniden dönme gayesi ve kararlılığıyla terk ettiğim yazılardır. (…) Yarım bıraktığımı ikmal etme hissine beni sürükleyen bunca yıl okuyucu edindiğim zannıdır. (…) Vaktinde paçamı yazma hatası da aynı sebepten kapmıştı. (…) Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir. (…)

Sözüm varsa dünya hayatı uğruna kendini yıpratmak şöyle dursun dünya hayatını babasının malı zannedenleredir. (…) Şöhret gülünçlükle tamamlanmadığı zaman meşhur adam ortaya çıkmaz. (…)

Her ülke, her dil adına yerli şey şiirin aydınlattığı şeydir. (…)

“Kime ne faydası oldu benim yazdıklarımın? Şiirlerim 66 yaşında, gazetedeki düzyazılarımın yaşı ondan daha genç: 42. (…) Yunus Emre’dir Karacaoğlan’dan önce aşkın karakterini sabitleyen. Bunu yapışı aşkın âlemşümul hüviyetini fâş edişi sebebiyledir: ‘Ölenler hayvan olur, âşıklar ölmez‘. (…)

“Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İSTİKLÂL MARŞI”

 

Prof. Dr. İsmail Kara tarafından hazırlanan ve Dergâh Yayınları’ndan 1. Baskısı Eylül 2021’de çıkan bu eseri İsmail Kara’nın ‘SUNUŞ’ yazısından bazı alıntılarla tanıtmaya çalışacağım.

” Yakın tarihimizin çok hayati ve zor bir dönemecinde varlık alanına çıkan İstiklâl Marşı’nın hususiyetlerinden biri hem hissiyatı ve lirizmi yüksek azametli bir şiir hem de döneminin ana temayüllerini veren, temel problemlerini tartışan, güçlü bir toplumsal karşılığa sahip mühim bir ‘fikir metni’ olmasıdır. Bu bakımdan o yeni Türk edebiyatı ile çağdaş Türk düşüncesinin içiçeliğini veren ve milletin hissiyatıyla mutabakat arama bakımından bugüne de uzanan verimli ve yeniden kurucu ilk sıradaki örnek metinlerden biridir. (Bu açıdan mukayese edilebileceği kaside, yazı, terkib-i bend, şiir örnekleri vererek) şöyle diyor: “Fakat bir şekilde halka, her seviyeden insanımıza farklı kademelerde de olsa mâl olması ve resmiyet kazanması bakımından ise diğerlerinden bariz bir şekilde ayrılır ve âdeta biricikleşir.

(…); meçhul kalmış meşhurlar… Bu tabiri metinlere de teşmil edersek İstiklâl Marşı’nın, 1924’ten sonra böyle bir kadere mahkum olduğu /mahkum edildiği söylenebilir; çok okunan hatta ezberlenen ama üzerinde hak ettiği derecede düşünülmeyen ve hakkında vasıflı makaleler, kitaplar yazılmayan bir metin… Niçin acaba? (…) rağmen üzerinde derinliğine fazla düşünülmemiş, hakkında büyük metinler yazılmamış bir şiir olması gerçeği nasıl açıklanabilir? (…) Şimdilik şu kadarını söyleyelim; İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. sene-i devriyesinde elinizdeki metnin ortaya çıkışının muharrik (tahrik edici / kışkırtıcı -a.a-) sebebi yahut mazereti bu alanda yol açıcı bir başlangıç yapma arzusu ve mesuliyetidir.