Ekim 2021 Posts

Yahyâvî kelimede içkin olan celâlî hikmet beyânındaki Fass’dan bazı sözler

 

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III’den, XX. Fass’ı (Yahyâ Fassı) oluşturan ve başlıkta belirtilen konuda aktaracağım bazı sözler oluşturacak bu yazıyı. Eserin müellifi Muhyiddin İbnu’l-Arabî (m.1165-1240), tercüme ve şerhini harf devrimi öncesi Türkçesiyle yapan (m. 1915-1928 arasında) Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938), eseri günümüz Türkçesiyle yayına hazırlayanlar Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın (m.1937-1995)’dır. Aktarım tıpa-tıp eserdeki gibi olmayacak, biraz daha kolay anlaşılır kılınarak yapılacaktır.

“Celâlî hikmetin Yahyavî kelimeye tahsisindeki sebepler şunlardır: İlk olarak, kahra mahsus olan ilâhî sıfatlar ve rabbânî isimler ‘Celâl’ ile adlanmıştır. Ve ikiliği bildiren ve hayr ve mâsivâ denilen belirmelerin kahrı ve mutlaklıkla ilgili birliğin isbâtı, Celâl’in şânındandır. Zîrâ Celâl, evvele aitliğe ircâ için mevcutları olumsuzlar. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri “(…) Bugün hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allâh’ındır.” (Mü’min, 40/16) buyurur. Ve âyet-i kerîmedeki isimler celâlî isimlerdendir. Ve bu vahdet (teklik) Yahyâ (a.s.)da dahi mevcut olup onun ismi, sıfatı, sûreti ve ma’nâsı ona aykırı değildi. Ve Yahyâ (a.s.), kendinden evvel mevcud olan hiçbir ferdin ‘Yahyâ’ ismiyle adlanmaması suretiyle, isimde öncelik mazharı oldu. İkinci olarak, Yahyâ (a.s.)ın hâlinde kabz, haşyet, rikkat ve huşû gibi celâlî hükümler gâlip idi. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ondan haber vererek buyururlar ki: “Yahyâ (a.s.), Îsâ (a.s.)ı güldüğü bir vakitte azarlayıp: “Sen Allah’ın mekr (tuzak) ve azâbından sanki emînsin” dedi. Îsâ (a.s.) ona: ” Güyâ sen de Allah’ın fazl ve rahmetinden me’yûssun (ümitsizsin) diye cevap verdi. Hak Teâlâ hazretleri her ikisine vahy edip buyurdu ki: “Muhakkak sizden bana en sevgiliniz, bana zannı en güzel olanınızdır.” Ve Yahyâ (a.s.) işin sonu küffâr tarafından şehîd edildi. Kısas yoluyla yetmiş bin küffâr katl olunmadıkça kanının feverânı sâkin olmadı. İşte bu iki sebepten dolayı ‘celâlî hikmet’ Yahyavî Kelimede bitişik kılındı.

İnsân-ı Kâmil (müellifi: Abdülkerîm el- Cîlî, Mütercimi: Abdülaziz Mecdi Tolun) adlı eserden bazı sözler

 

Tam adı El-İnsânü’l-Kâmil fî Ma’rifeti’l-Evâhiri ve’l-Evâil olan eseri yayına hazırlayanlar merhum Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal‘dır. Eser İz Yayıncılık‘tan çıkmış olup, elimdeki kitap 4. baskı’dandır (2015). Bu kitaptan aktaracağım sözleri, o sözlerdeki bazı kelimelerin yerine günümüzde yaygınca bilinen karşılıklarını koyarak ya da parantezle vererek ifade edeceğim.

“Bu kitabda öyle esrâr (sırlar) üzerine tenbîhatta bulunacağım ki, hakikat ilmi vâzıı (koyucusu) o esrârı hiçbir kitaba dâhil etmemiştir. Tabii bu esrâr, marifet-i Hakk’a ve mülk ve melekût âlemlerini marifete dâirdir.” (s.32)

“Ey kitabımı mütâlaa eden zât! Seni tek yöne bakma ile çok yönlerden perdelemiş olanların vartasından çıkarmak ve bu kitapta benim lisanım üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın icrâ ettiği sözleri iyi idrâk ederek doğru yolu bulup olgun bir hâle erişmeni kolaylaştırmaktır amacım. Tevfik (uygunlaştırma) Allah’tandır.” (s. 36)

” ‘Yokun şeyliği’ teorisine göre nesneler var olmadan önce onların hakikatleri yoklukta bir sübuta sahiptir.”

 

Prof. Dr. Ömer Türker‘in CİNS adlı aylık dergide (Ekim 2021/Sayı: 73) çıkan “Gazzâlî Öncesi Kelam Geleneğinin Özcülüğü” başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (onlardan birisi de başlığı teşkil eden, Basra Mutezilesi tarafından savunulan ‘yokun şeyliği’ teorisine ilişkin bir tesbit) oluşacak bu yazı.

“(…) Burada kelamcıların ortak kabullerinden farklı tavırlarına doğru genişleyen cevaplar zinciri kısaca özetlenecektir.

Ortak kabulleri iki maddede toplamak mümkündür. Birincisi şudur: Genel olarak kelamcılar, Ömer Nesefî’nin meşhur Akâid-i Nesefiyye’sindeki ünlü ifadesiyle ‘şeylerin’ hem ‘var olduğunu’ hem de ‘bizce bilinebilir olduğunu’ düşünür. Onlara göre şeylerin var ve bilinebilir olduğu, kanıtlamaya ve kuşku duymaya elverişli değildir. Kelamcılar tarih boyunca bu hususta görüş birliğini (sofistliğe karşı ortak bir duruşu) korumuştur. Bu bakımdan muhtelif kelam okulları başından beri ayrıntılı bir sofistlik eleştirisi yapmıştır. Hattâ sofistliğe karşı eeştirinin İslâm düşünce ekollerinin ortak tavrı olduğu söylenebilir. (…)

Ortak kabullerin ikincisi, olmuş, olan ve olabilecek bütün mevcutların, Tanrı tarafından önceden bilindiğidir. Kelamcılar, bütün âlemin Allah’ın fiili olduğu hususunda görüş birliği içindedir. (…) Allah’ın bilgisinin keyfiyeti, kelamcılar arasında epeyce tartışmalıdır. (…) Kelâmcıların, bilginin esas itibariyla zihnî bir izafetten ibaret olduğunu iddia etmeleriyle bu sorunu ‘çözdüğünü’ söylemekle yetinelim.

” Şair yarasının derinliğini işaret ettiği nispette şairdir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Yazdıklarımın Soluklanma Vakti” üst-başlığı altında “Müşteri Hiçbir Zaman Velinimetim Olmadı” başlığıyla çıkan yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=91&KatId=5) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (ilki başlığı oluşturuyor) ibaret olacak bu yazı. Niyetim hem bu değerli yazıdan alıntılar sunmak hem de sıcağı sıcağına çıktığından haberdar etmek ilgi duyanları.

“(…) İnsanlar sızlayan yaraları sebebiyle yaralıya yakınlık duydular.  (…)
Başka hiçbir meslek mensubu değil, sadece şairler kendilerini acı çekişin telâffuzuyla meşgul eder. (…) Halkın davası ve halkın zevki arasında bir mesafe olmadığını Metin Eloğlu fark etti.  (…)

(…) Bir çeşit intibaksızlık şiiriydi.  (…) Şiir esas alınarak Doğu ve Batı arasındaki farkı sezmek mümkündü. Bu imkânı kullanmağa heves eden bir tek olsun şair var mıydı? Hayır, yoktu.  (…)

“İbn Arabî’nin Günlük Duaları Ve Şerhi”nden bazı alıntılar

 

Orijinal adı Şerh-i Evrâd-ı Usbûi’yye li’ş-Şeyhi’l-Ekber Muhyiddin el-Arabî olan bu eser Muhammed Nûr El Arabî tarafından şerh edilmiş ve merhûm Mahmut Kanık‘ın tercümesiyle İz Yayıncılık’tan çıkmıştır (2011).

Bu eserin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.

“Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.”(Müddessir, 74/31) Bundan ma’lûm oldu ki, şeylerin zâtî tesbihleri ihâta yolu üzere kaydedilmiş değildir. (Pazar Günü Virdi bölümünden, s. 45)

“Her zerre Allah Teâlâ’nın bir olduğunu isbat eder. Her bir zerrede delâlet (yol gösterme) vardır. O da şudur ki, her bir şey kendi mertebe ve belirmesinde tekdir. Bir yönden bile ona benzer yoktur. Çünkü ilâhî tecellîlerdir. Her bir tecellî sondur.” (s.46-47)