Kasım 2021 Posts

Mevlânâ İdris’in “İyi Geceler Bayım” Şiir kitabından(Başka Kafa Yayınları) bir şiir

 

Deniz Heykel Tutmaz

İnandır beni dünya / İnandır yaşadıklarıma /

Güçlüydüm / Uzaklardan gelir uzaklara gider sonbaharlara şaşırmazdım / Yüzümün gizli yerlerine ansızın binlerce resmiyle yağan bir harf / Her anlama hazırım beni al diyen bir harf / Bir harf vurdu beni dünya / İncecik bir çınar yaprağı düştü üstüme sarsıldı kalbim / Toprağa yağmur düşüyordu ah nasıl düşüyordu / Bir harf durmadan durmadan üşüyordu / Uzaklardan gelir uzaklara giderdim artık yıkıldım / Ben bu yıkılışı yağmurlardan öğrendim /

Akşamı önüme bırakıp giden adam haklıydı / Kentler ayrıntıydı haritalar ayrıntıydı / İçinde tükendiğim şu hain hayatta / Herkesin yalnızlığı duvarda duvarda asılıydı / Nasıl söylesem dünya nereye bakıp söylesem / Çekinerek yaşadığım yılları her akşam / Çekinmeden ateşe attığımı nasıl söylesem / Ben sana emanetim bırakma beni / Dağıtma yüzümün menekşelerini / Bu şarkıyı yalnız bitirmek istemiyorum bunu nasıl söylesem / O harf yanlış denizlerde boğulurken / Ben doğru bir kelime olamam /

İnandır beni dünya / Yıllar geçti ve birşey kaybetmedim hayretimden / Herkes bir saat alsa da çoğalmaz zaman / Ve ben bazı şeyleri açıklayamam / Yetmezken birimizin açtığı boşlukta yalnız kalmaya / Neden kapansın göğsümde taşıdığım bu güzel yara / Kader kimi seçerse kaptan o olsun / Ben hangi pazartesiyi beklediğimi bilmiyorum /

“Hakk’ın tecellî etmediği bir ân yoktur.”

 

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’de Âdem Fassı’ndan (s. 132-133) bazı alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

“Hakk’ın varlığının ne evveli, ne de âhiri vardır, kadîmdir (öncesiz ve sonsuz). Dolayısıyla onun sıfatları ve isimleri de kadîmdir; sıfatları ve isimlerinin hükümleri ve eserlerinin zuhûru aslâ tatil kabul etmez. Şu hâlde Hakk’ın tecellî etmediği bir ân yoktur. Nitekim âyet-i kerîmede ‘O her ân bir bir işdedir.’ (Rahmân, 55/29) buyrulur.

“Yahyâvî kelimede mündemic (içkin) olan ‘Celâlî Hikmet’in îzâhı

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l-Arabî (m.1165-1240) olan Fusûsu’l- Hikem adlı eserin Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938) tarafından, 1915-1928 arasında yani harf devriminden önce Arapçadan Türkçeye tercüme ve şerhi yapılmıştır. Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın (1937-1995) ise eseri günümüz Türkçesiyle dört cild olarak yayına hazırlamışlardır.

Başlıkta belirtilen konu bu cildin son Fassına (Yahyâ Fassı) ait olup (s.343-351), oradan biraz daha kolay anlaşılır kılarak yaptığım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacaktır.

” ‘Celâlî hikmet’in Yahyâvî Kelimeye tahsisindeki sebepler budur ki: İlk olarak, kahra mahsus olan ilâhî sıfatlar ve rabbânî isimler ‘Celâl’ ile adlanmıştır. Ve ikiliği haber veren, gayr ve mâsivâ (Allah’tan başka her şey) denilen belirmelerin kahrı ve mutlak oluşla ilgili vahdeti isbâtı, Celâl’in şânındandır. Zira Celâl, önceliğe (ilkliğe) indirgeme için mevcûdâtı olumsuzlar. Nitekim Hak Teâlâ hazretleri ‘Bugün hükümranlık kimindir? ‘Kahhâr olan tek Allah’ındır.’ (Mü’min, 40/16) buyurur. Ve âyet-i kerîmedeki isimler celâlî isimlerdendir. Bu vahdet Yahyâ (a.s.) da da mevcut olup onun ismi, sıfatı, sûreti ve manâsı ona aykırı değildi. Ve Yahyâ (a.s.), kendinden evvel mevcut olan hiçbir ferdin ‘Yahyâ’ ismiyle adlanmamış olması sûretiyle, isimde ilklik mazharı oldu. Ayrıca, Yahyâ (a.s.)ın hâlinde kabz, haşyet, rikkat ve huşû gibi celâli hükümler gâlibdi. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ondan haber vererek buyururlar ki: Yahyâ(a.s.) , Îsâ(a.s.)a güldüğü bir vakitte azarlayıp: ‘Sen Allah’ın mekr (hile/tuzak) ve azâbından sanki emînsin’ dedi. Îsâ (a.s.) ona: ‘Gûya sen de Allah’ın fazl (inâyet, lûtuf) ve rahmetinden ümitsizsin’ diye cavap verdi. Hak Teâlâ hazretleri her ikisine vahy edip buyurdu ki: ‘Muhakkak sizden bana en sevgiliniz, bana zannı en güzel olanınızdır.’ Ve Yahyâ (a.s.) işin sonu küffâr tarafından şehid edildi. Kısâsan yetmişbin küffâr katl olunmadıkça kanının feverânı sâkin olmadı. İşte bu iki sebepten dolayı ‘celâlî hikmet’ Yahyâvî kelimeye bitişik kılınmıştır.

“Sanat eseri bir eksiği gidermez.”

 

İsmet Özel‘in “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” adlı ( TİYO Yayınları:44, İsmet Özel Kitapları:21, Aralık 2019 I.Baskı ) kitabının başlarından yer yer yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Bu kitap başlayıp bilerek olduğu yerde bıraktığım yazıları ihtiva ediyor. Asıl düşüncem bunları vakti gelince tamamlamaktı. Şimdi böyle düşünmüyorum. ‘Asıl düşünce’ demekle esaslı bir şeyi kast ediyor olmalıydım. Geçirdiğim kalp hastalığı o esastan kopardı beni. İnsanları hangi türden olursa olsun bir esasa gütmek gülünç geliyor artık bana.(…) Eğer sanat eserinin tamir işine yarayacağı görüşüyle hareket ederseniz bir milleti besleyen bir işten kaçmış olursunuz. (Başlığı alıntı olarak oluşturan cümle burada) (…) Kendim bizzat hayatımla Partizanlık üretemeyişim hatama hata ekledi. Böyle de olsa eserlerini insanları bir esas istikametinde gütme kastıyla verenler boşuna çabalamış olmamıştır. (…) Şiir yazdığımdan, şiirin yazılmasından hiçbir şekilde pişman olmadım. (…)

Yanlışlarımızı tekrarlamak bizi millet haline getirdi. (…) Ciddiye almak için ciddiye alınmak gerekmiyor. Allah nazarında neyiz veya ne değiliz? (…) Kesinkes bildiğimiz şey Müslümanların Allah’ın indirdiğine inanan yegâne kavim olduğudur. (…)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV, İlyâs Fassı’ndan alıntılar (Tenzih ve Teşbih ağırlıklı)

 

“Hak, aklî makam olan cenâb-ı İlyâs’da münezzeh (tenzîh edilmiş) oldu. Çünkü Hz. İlyâs şehvetlerden soyutlanıp, soyut rûh olarak kaldı. Ve şehvetlerden soyutlanmış olan melekler, ruhlar ve akılların ma’rifeti, tenzîh üzerine olduğundan onda da tenzîh görünür oldu. Nitekim melekler ‘(…) Bizler Seni hamdinle tesbih ve Seni takdis edip dururken (…)’ (Bakara, 2/30) dediler. Ve tenzîh ilâhî ma’rifetin yarısıdır. Zira akıl, soyut olarak, kendi nefsiyle olduğunda, bilgileri aklî bakışından alır. Bu sebeple de onun Allah Teâlâ’ya ma’rifeti teşbîh üzerine değil, tenzîh üzerine olur. Nitekim nazarî (teorik) akıllarına tâbi olan zâhir âlimleri (bilginleri) de teşbihten ürküp tenzîh ederler; ve onların teşbihten zevkleri yoktur.