Kasım 2021 Posts

Merhum M.Orhan Okay’ın yine merhum Necip Fazıl’ın şiiri üzerine bir yazısından alıntılar

 

“Necip Fazıl’ı nasıl bilirsiniz?” sorusuyla başlayan bu yazı (Sayı 159, Mayıs 2003), merhum Prof.Dr. M.Orhan Okay‘ın (1931-2017) daha önceleri merhum olmuş Necip Fazıl Kısakürek‘in (1904-1983) şiirlerinin estetik derinliği üzerine kaleme almış olduğu ve Dergâh yayınlarından çıkmış, İbrahim Tenekeci tarafından hazırlanan Dergâh Yazıları Güldestesi isimli kitapta (s.85) yer almıştır. Bu yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan ibâret bir yazı olacak bu.

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III, Süleyman Fassı’ndan alıntılar

 

“Fir’avn, İsrail Oğulları’nın boğulmaktan kurtulması ve kendi üzerine galebeleri vaktinde ‘Benî İsrâîl’in iman ettikleri şeye iman ettim’ (Yûnus, 10/90) dedi. Ve onun imanı vaktin hükmüne uyarak vâki oldu. Dolayısıyla Benî İsrâil’den olan sihirbazların Allah Teâlâ’ya îmanlarında Mûsâ ve Hârûn’un Rabbi (A’râf, 7/122) deyip imanlarını özelleştirdiklerini ve bu tahsîs ettikleri îmân sebebiyle garktan kurtulduklarını gördüğü için Fir’avn da onların bu imanla eriştikleri kurtuluşa nâil olacağını umarak imanını Benî İsrâîl’in imanıyla özelleştirdi. Oysa bu karşılaştırmasında iki yönden hatâ etti. Zira sehare ( sihirbazlar) ‘Âlemlerin Rabbine iman ettik’ (A’râf, 7/121) demek suretiyle imanlarını ilk olarak mutlak kılma ve bildirme ve daha sonra ‘Mûsâ ve Hârun’nun Rabbi olan’ (A’râf, 7/122) diyerek nebîlerinin imanıyla özelleştirmiş idiler. Fir’avn bunun farkına varmadı. İkincisi Fir’avn, imanını seharenin imanı gibi, nebîlerinin imaniyle de kayıdlamayıp, Benî İsrâil’in imaniyle özel kıldı. Fakat Belkîs ‘Süleyman’ın İslâmıyla âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim ve boyun eğmiş oldum’ (Neml, 27/44) dediği için, onun islâmı, Süleyman (a.s.) ın islâmı oldu. Dolayısıyla Belkîs teslim ve boyun eğme hususunda tamamiyle Süleyman (a.s.) a tâbi olmuş oldu. Ve bu uyması sebebiyle, Süleyman (a.s.) itikaddan nasıl bir itikadın yanından geçti ise, Belkîs de o itikadın yanından geçti. Zira yol bilmeyen bir kimse, yol bilen bir rehbere tâbi olup onunla beraber gittiğinde, tamamiyle rehberin geçtiği yollardan geçer ve aslâ ondan ayrılmaz. Ve tâbi olan Belkîs’in Süleyman’a uyması şuna benzer ki, bizim ruhumuz ve müdebbirimiz (düşünce ile hareket eden) olan özel Rablerimiz, her birerlerimizin alınlarından tutup, bizi kendi doğru yolu üzerinde çeker, götürür. Bizim ondan ayrılmamız mümkün değildir; zîrâ biz ona tâbiiz, o bizim metbûumuzdur (tâbi olunan). Ve bizim nâsiyelerimiz (alınlarımız) o özel ismin elindedir. (s. 244-245)

İki gazete yazısından alıntılar

 

” Her şeyden korkar, her şeyden endişe eder hale geldik. Garip bir şekilde, bizim endişelerimiz arttıkça endişe edilecek şeylerin sayısı da artıyor. Endişe hayatın bütün köşelerini ele geçirmiş durumda sanki. Bir endişeden diğerine savrulup duruyoruz. Bu neyin işareti? Neden bu kadar endişeliyiz? Kaybetmekten korktuğumuz şeyler bulunduğu için olmalı. Nedir onlar? Canımız, sağlığımız, sevdiklerimiz, malımız mülkümüz, unvan ve makamlarımız, gençliğimiz, şöhretimiz, cazibemiz ve saire… Tersten bakarsak sahip olma konusunda haddi biraz aştığımızı da düşünebiliriz rahatlıkla. Dünyanın bize kalmayacağını, her fani şey gibi elimizden kayıp gideceğini biliyoruz. Eskiler bize dünyaya çok alışmamamızı, hele kök salmaya hiç kalkışmamamızı öğütler dururdu. Dünya öyle baş döndürücü bir yer haline geldi ki, unuttuk kulağımıza küpe yapmamız gereken bütün o nasihatleri. Bugün kaybedeceğiz diye endişelere gark olduğumuz şeylerin aslında tabiatları gereği gelip geçeceğini, sonsuza dek bize yar olmayacağını zaten biliyoruz. Ne oluyor o halde? Hafızamızda zaten kayıtlı bu hakikati bize unutturan ne?  (…)

“Eğer insan yalnızca ‘sahip olduğu’ şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. ‘Olmak’ kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim ‘olmak’ tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz. Odak noktamı ve davranışlarımı yönlendiren güdüleri kendi içimde bulurum” diyor Erich Fromm, ‘Sahip Olmak ya da Olmak’ isimli kitabında.

‘Cins’ adlı aylık derginin Kasım 2021 sayısındaki bazı yazılardan alıntılar

 

“İnsan bildiklerinin değil de bilmediklerinin seviyesiyle ölçülüyor bugün. Bilmediğimiz, bilemediğimiz o şeylerin kalitesi ayakta tutuyor insanı. (…)

Bilginin peşindeyiz. (…) Hem kaçıyoruz bilgiden hem de kovalıyoruz. “Gazeteler tutuklamış dünya kelimesini / o dünyadan, o şiirden öc almalı demektir” diyor İsmet Özel. Gazetelerin peşinden, doğrunun en uzak akrabasından takip ettik bu sırrı. (…)

Kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizin sonucunda ortaya çıkan yapay felaketlerimiz ise bir ayna gibi duruyor karşımızda. (…)

İnsansa her gün yeniden başlayandır. (…) Anısı yani tarihi olmayanın kendisi de yoktur. Anlam bizi kurtaracak mı? Soru’nun cevaptan daha kıymetli olduğu bu çağda her şeye rağmen anlamdayız. (…)” (“Fotoğraf Halk Sanatıdır. Halkımız En İyi Pozu Verir, Bir De Kımıldamasa” başlıklı ilk sayfadaki yazıdan)

“(…) Aslına bakılırsa varlık-mahiyet ayrımının çelişkiye yol açtığı şey, sadece varlığın kendisidir. Bu sebeple İbn Sînâ varlığın zorunluluk anlamına geldiğini, mahiyetin imkânı temsil ettiğini düşünür. (…) Bu tahlile göre varlık zorunlulukla özdeş hâle gelir ve tek bir şeyin hakikati olabilir: Tanrı. Çünkü varlık, bir şeyin hakikati olduğunda artık o şeyin imkânından söz edilemez. (…)” ( Ömer Türker’in “Gazzâlî Öncesi Kelâmcıların Özcülüğü” başlıklı yazısından)

“(…) Kulüplerin hepsinin isminde ‘spor’ yazar. Oysa bunların sporla ilgisi, siyasi partilerin fikirle ilgisi kadardır. Mesele gerçek değildir, gerçeği çağrıştıran sözler üretmektir. Kulüpler arasında sportif bir rekabet olduğu söylenir. Oysa kulüplerin kendi aralarındaki didişmesi partilerin kendi aralarındaki didişmesiyle aynı amacı paylaşır. (…)” (Savaş Ş. Barkçın’ın “Partici ve Kulüpçü” başlıklı yazısından)

“Arapça ve Farsça yön tayin edici olmadığı şartlarda Türkçe tekellüm edilemez.”

 

İstiklâl Marşı Derneği Konya Şubesinin hazırlamış olduğu ve 1. Baskı’sı TİYO Yayınları’nca Nisan 2013’de çıkmış bulunan kitabın “Mukaddimeye Tekaddüm Eden” başlığı altında, İsmet Özel, Durmuş Küçükşakalak, Muammer Parlar, Mustafa Deveci’nin katıldığı mülâkattan yapacağım bazı alıntılamalar (ilk alıntı İsmet Özel’in bu mülâkattaki bir sözü(s.xii) olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“Bugün neyin dile getirildiğinin farkında olunmadığı bir çağda ‘İşte konuştuğumuz lisânın aslı budur.’ diyerek asla rücû fikrine, Türk dilinin aslına dikkat çekiyoruz.” (s.vii-viii) (Durmuş Küçükşakalak) “Neden biz bu lisan meselesine takmışız? Çünkü mekân hissimiz lisân ile mukayyettir.(s.x-xi) Eğer bizde bir mekân hissi varsa o, -hattâ sadece mekân değil itimat hissi- lisânla mukayyettir.” (s.xi) (İsmet Özel)