Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I, Şit Fassı’ndan alıntılar
“İlim, Hakk’ın sıfatlarından bir sıfattır; ve Hakk’ın sıfatları, Hakk’ın zâtında içkin birtakım nisbetlerden ibaret olup zâtıyla beraber öncesizdir. Ve her sıfat bir ismin kökenidir. Meselâ ilim sıfatından Alîm ve Âlim; hayat’dan Hayy; sem’den Semî’; basar’dan Basîr; irâde’den Mürîd; kelâm’dan Mütekellim; kudret’ten Kadîr ve Kâdir; tekvîn’den Mükevvin isimleri ortaya çıkar. Ve her bir isim, zâtî şe’nlerden (iş, fiil, vâkıa, durum) bir şe’ndir. İlâhî isimler külliyyât (tümel olmalar) yönünden sayılabilirdir; fakat cüz’iyyât (tikel olmalar) yönünden sınırlanabilir ve sayılabilir değildir, çünkü sonsuzdur. Meselâ Hayy ismi bir küllî isimdir; onun altında muharrik (tahrik eden), muhassis (hissettiren), mümeyyiz (ayıran), muhyî (ihyâ eden), muskî (su veren) vs. gibi bir çok cüz’î (tikel) isimler vardır. Ve bunların her biri âlemin sûretlerinden bir sûretin terbiye edicisidir; ve o sûret bu ilâhî şe’nin bir aynası olup onda sürekli olarak o ismin hükümlerinin sûretleri görünür. “Her bölünmeyen ânda Hak bir işdedir.” (Rahmân, 55/29) Ve bu isimlerin hepsinin adlananı (müsemmâsı) bir olup, cümlesi o müsemmânın aynıdır; ve müsemmâ ise Hakk’ın Zâtıdır. Dolayısıyla isimler de Hakk’ın Zâtıyla birlikte kadîmdir (öncesiz). Şu halde Hakk’ın sıfatları ve isimlerine olan ilmi, zâtına olan ilmidir. Böyle olunca ‘ilim’ kadîm, ‘ma’lûm’ da kadîm olur. Ve “ilim ma’lûma ta’bîdir” denilince, “ilk olarak ma’lûm hâdis (sonradan olan) olur, daha sonra ilim de ona lâhık(eklenen) olur” ma’nâsı anlaşılmamalıdır. Ma’lûmun ilme takaddümü (önceliği) zamanî değil aklîdir. Demek ki, akıl ma’lûmu ilme önceliyor. İlmin ma’lûma tâbi’ olması böylece anlaşılmış olur. Ve ma’lûm olmayan şey murâd olunamayacağından, irâde de ilme tâbi’ olur. Ve irâde olunmayan şey hakkında kudret sarfına yer olmayacağından, kudret de irâdeye tâbi’dir.