Aralık 2021 Posts

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-lV’den Muhammedî Kelimede mündemic(içkin) ‘Ferdî hikmet’ hakkındaki XXVll. Fass’tan alıntılamalar-3

 

Salihî Fass’da ayrıntılı açıklandığı üzere, tekvîn (var ediliş) ferdiyyet-i selâsiyye (üç ile ilgili teklik) üzerine dayanıyordu ki, o da Hak tarafından ‘zât’, ‘irâde’, ‘kavl’ (söz) ; ve ‘şey’ tarafından da ilâhî ilimde sâbit olan onun ‘şey’iyyet’i, ”Kün!’ kavlini dinleme” ve “emre imtisâl”idir (emre boyun eğme). Ve bir şeyin tekevvünü (var olması) için Hakk’ın bu selâsî ferdîliği, şeyin selâsî ferdîliğine mukabil olmalıdır. Ferd (tek) adetlerin ilk mertebesi üçtür. Onun altında ‘iki’ ile ‘bir’ vardır. İki adedi çifttir. ‘Bir’ ise aded değil belki bi’l-cümle adedlerin menşeidir ki, işin bu tarafı önceki fasslarda açıklandı. Üç’ün üstünde beş, yedi, dokuz ve onbir vs. sonsuz tek adedler vardır. Dolayısıyla lâ- taayyün (belirmesi / taayyünü olmayan) ahadî zât zuhûra meyl ettikde, onda bi’l-kuvve (potansiyel olarak) mevcud olan şuunâtın (şe’nler/ tecellîler) sûretleri ilminde peyda olur. İşte bu ilim mertebesinde bi’l-cümle mevcûdâtın şey’iyyâtı (şey’likleri) sâbit olur. Ve ilk sabit olan şey, bi’l-cümle şey’iyyâtı toplayıcı olan Muhammedî hakikattir ki, o kül şeydir (şey’in tümeli).

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’den Şit Fassındaki “İlim ma’luma tâbidir” başlıklı bölümden alıntılamalar

 

İlim Hakk’ın sıfatlarından bir sıfattır; Hakk’ın sıfatları Hakk’ın zâtında mündemic (içkin) birtakım nisbetlerden ibaret olup zâtıyla beraber kadîmdir (öncesi olmayan). Ve her sıfat bir ismin menşeidir. Ve yine her bir isim zâtî şuûnâttan (şe’nler) bir şe’ndir (iş/tecelli) . İlâhî isimler külliyât (tümeller) yönünden sayılabilirdir; fakat cüz’iyyât yönünden sınırlanabilir ve sayılabilir değildir; çünkü sonsuzdur. (…) ‘Her bölünmez ânda Hak bir şe’ndedir.’ (Rahmân, 55/29) Ve bu esmanın (isimlerin) hepsinin müsemmâsı (isimleneni ) bir olup, cümlesi o müsemmânın hakikatidir; ve müsemmâ ise Hakk’ın Zâtıdır. Dolayısıyla isimler de Hakk’ın Zâtıyla beraber kadîmdir. Şu halde Hakk’ın sıfatları ve esmâsına olan ilmi, zâtına olan ilmidir. (…) Ma’lûmun ilimden önde bulunması zamanla ilgili değil, aklîdir. Ve ma’lûm olmayan şey istenemeyeceğinden, irade de ilme tâbi olur. Ve istenmeyen şey hakkında kudret sarfına yer olmayacağından, kudret de iradeye tabidir.

Bu bilgilerin zevkine vardıktan sonra anlarsın ki sen sana verdin ve sen senden aldın. Şu kadar ki bu alış veriş Hakk’ın varlığında ve Hakk’ın varlığıyla vâki olmuş ve olagelmektedir. Bu âlemde her bölünmeyen ânda eline geçen her bir şey ister tabiatına uygun gelsin ister gelmesin, hep senin hazinendeki şeydir. Kimseyi suçlama!

Kader sırrına vâkıf olan sınıf iki kısım üzerinedir; Ve bunu öz olarak bilen onlardan biridir; onu ayrıntılı olarak bilen de onlardan diğeridir. Ve onu ayrıntılı olarak bilen öz olarak bilenden a’lâ ve daha/tam kâmildir. Zîrâ onun kendi nefsine olan ilmi Allah’ın ilmi menzilesinde olur. Çünkü ilmin alınması tek kaynaktandır.

Gökhan Özcan’ın “Hayatın fiziği ve metafiziği” başlıklı yazısının (Yeni Şafak, 20.12. 2021) birkaç yerinden alıntılamalar

 

“(…) Tepeden tırnağa teknikle, mekanikle, organizasyonla, projeksiyonla doldu hayatımız. İnsanın ve hayatın metafiziğine dair meraklarımızı neredeyse tamamen yitirir hale geldik. İnsan da hayat da tek boyutlu değil oysa. Bu tek boyutluluğa mazeret kılınan bilim bile öyle değil hattâ… Tabiatımız alemi bu şekilde tek boyutlu kavramaktan, metafizik derinliğinden yoksun kılınmış bir insan ve hayat algısıyla idare etmekten ızdırap duyuyor. Hızla çogalan ruhsal daralmalardan, psikolojik arızalardan , asabiye patlamalarından bunu görebiliyoruz. (…)

‘Yaşayan benliğin tek ereği vardır ancak; kendi varlığının dopdolu bütünlüğüne ermek, bir ağacın tepeden tırnağa çiçeğe duruşu, bir kuşun bahar güzelliğine ya da bir kaplanın parıltıya bürünüşü gibi’ diyor D.H. Lawrence, ‘Anka Kuşu’ kitabında.

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’den(te’lif: M.İbnu’l Arabî, terc. ve şerh: A. Avni Konuk, Yay. Haz.: Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın) alıntılamalar

 

İlyâsî kelimede mündemic (içkin) înâsî (alıştırmaya bağlı) hikmet‘in açıklanması üzerine olan fass‘tan (XXII) bazı alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.

“Bilinsin ki, cenâb-ı İlyâs rûhânî mizacı hasebiyle melekî sûretler ve cismânî mizâcı hasebiyle de beşerî sûretler mizâcına mensup olduğundan rûhânî sûreti yönünden rûhânî sûretler olan melekler ile ünsiyet (ahbaplık) edip aralarında vâki olan iştirâk hükmü (ortaklık hükmü) sebebiyle onların ruhânî mertebelerinde onlar ile sohbet etti. Cismânî sûreti yönünden de cismânî sûretler olan insanlar ile ünsiyet edip unsurî tabiî sûretlerde onlar ile olan ortaklık hasebiyle onlarla muhalata eyledi( uyuştu / karıştı). Bundan dolayı Hz. İlyâs iki sûreti toplayıcı ve iki âlem arasında berzahlık (aralık /fâsıla) ile görünür oldu.

İsmet Özel’in kitaplarından / yazılarından bazı alıntılamalar (2)

 

“(…) Önemi fark edildiği zaman istikamet derdini azamiye çıkaracak bir yerden, bir şeyden, bir tarihten dem vurma mevkiindeyim. Benim durduğum yer bütün mevkileri tartışmaya açıyor. Benim hususi eşyam her türlü mülkiyetin altını oyuyor. Kanat açmak için benim tarihimin üstündeki semadan başkası yok. (…) Bizi Dünyanın ilk hür halkı (böyle diyen: Noam Chomsky) ile dünyanın varlık gücünü şiirden alan ilk milleti arasında olan biten agâh kılsın. Âmin. (“Homeros’tan Karl Marx’a Şiirin Türk Tarihi” üst-başlığı altında çıkan “Bir Yer, Bir Şey, Bir Tarih” başlıklı, 2 Ağustos 2014 tarihli yazının son kısmından) “Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir” kitabı (TİYO Yay., Aralık 2019 I.Baskı), s. 44)

“(…) Şuur olmaksızın şiir olmaz. Şuur ise şuuruna varılan o şeyden tecrit edilemez. Ancak va’z edilmiş bir şeyin şuuruna varılabilir. O halde anlaşılmağa değen ne olabilir ki, bir şeyin anlaşılmayışından dert yanalım? Bu bahse dair çözülen sırrın açıklamasını şöyle yapabilirim: İnsan için anlaşılmağa ve/veya anlaşılmağı değer hiçbir şey yoktur. Evren hakkında ömrümüz boyunca yapacağımız bütün yorumlar bölük pörçük intibalardan, izlenimlerden ibaret kalacaktır. Hepimize, her birimize ömrümüz boyunca sıkıntı veren şey ise anladığımızı sanmalarımızdan, anladığımızı sandıklarımızdan başkası değildir. (…) İşte bu bağlamda bahusus anlaşılmayan, anlaşılmaması için her türlü çabanın sarfedildiği şey şiirle Türklük arasındaki vazgeçilemez beraberlik olagelmiştir. (s.57-58) (…)