Aralık 2021 Posts

Sadreddin Konevî Kitaplığı ‘Tasavvuf Metafiziği’ (Miftâhü’l-Gayb) (Çeviren: Ekrem Demirli; Kapı Yay.,1.Basım: Aralık 2014)

 

Başlıkta tanıtılan kitabın Sadreddin Konevî ve Tasavvuf Metafiziği başlıklı Prof.Dr. Ekrem Demirli tarafından kaleme alınmış ilk bölümünden yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“(…) Yeni tasavvuf, ‘yetersiz’ kelâm ile ‘tutarsız’ metafiziğin boşluğunu dolduracak ve dinî düşünceyi yeni bir merhaleye çıkartacaktı. Bu nedenle İbnü’l-Arabî ve Konevî’nin eserlerini Gazzâlî’nin talep ettiği yeterlitutarlı disiplinin arayışı olarak görmek gerekir.

Hiç kuşkusuz bu eserler arasında en mühim üç eser vardır. Bunlardan ikisi İbnü’l-Arabî’nin, üçüncüsü ise Konevî’nin eseridir. İlk ikisi İbnü’l-Arabî’nindir, çünkü yeni tasavvuf anlayışının kurucu eserleri Fusûsu’l-Hikem ile Fütûhât-ı Mekkiyye‘dir. Tasavvuf tarihinde bu eserlerden daha önemli kitaplar yazılmadı. Bununla birlikte İbnü’l-Arabî’nin ‘akıcı’ ve ‘sahici’ bir düşünür olmasından kaynaklanan ‘basit’ üslûbunun yol açtığı sorunlar düşüncede bütünlüğü ve bağlamı takip etmede engel teşkil eder. Bu meyanda İbnü’l-Arabî, düşüncenin en yapı taşı olan kavramlarını bile rahat bir şekilde ve sınırlamaksızın kullanır, bahsettiği şeyi anlamak için bir ‘çerçeve’ aramaya icbar eder okuru! İbnü’l-Arabî’nin eserlerinin okunacağı çerçeve Konevî’nin Miftâhü’l-Gayb’ıdır.

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi (Ahmed Avni Konuk, 1915-1928 arası) Cild-lll Yay. Haz. (Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın, MÜİFAY 6. Baskı) Lût Fassı’ndan alıntılar

 

Bu yüce fass Lût Kelimesinde mündemic (içkin) olan melkî hikmet (şiddetle ilgili hikmet) den bahseder. Bu hikmetin Lûtî kelimede içerilmesinin sebebi şudur: Lût kavmi tabiî işler ve hayvanî şehvetlerle meşgul olmak sûretiyle yeryüzünde fesâda yol açtılar. Lût (a.s.) onları hayvanlıktan insanlığa davet etti. İnsanî vazifelerini tebliğ eyledi. Onların nefisleri kuvvetli ve perdeleri de o nisbette şedîd (katı/sert/dayanıklı) olduğundan, kabul etmeyip Lût(a.s.)a şiddetle mukabelede bulundular. Oysa cenâb-ı Lût onlara karşı zayıf idi. ‘Eğer benim size karşı kuvvetim olaydı, yahut ‘rükn-i şedîde’ (şiddetli bir dayanağa) iltica edeydim‘(Hûd, 11/80) buyurdu. Ve temennîden yüce maksatları, kavminin şiddetli olan nefsânî perdelerinin kaynağı olan belirmiş varlıklarının ilâhî şiddetli azab ile helâk ve zevâli (sona ermesi) idi.

O halde ‘himmet'(çalışma, çabalama) kalbî açılımlardan olduğundan cenâb-ı Şeyh (M.İbnu’l-Arabî) bu ‘şiddetle ilgili hikmet’i ‘kalbî hikmet’ten sonra zikreyledi. Ve şiddetin mazharlarda görünür olması, ilâhî isimler gereğinden olduğu ve isimlerle ilgili sûretler olan sabit hakikatlerden haberli olma, kader sırrına vâkıf olmaktan ibaret olup, bu da Hakk’a mahsûs olduğundan ve ‘şiddetli dayanak’ olan Hakk’a iltica eyleyen kimse Hakk’ın varlığında fânî, Hak’la bâkî olduktan sonra kader sırrına ereceğinden bu şiddet hikmetinden sonra da, kaderî hikmeti beyan buyurdu.

“Fütûhât-ı Mekkiyye” isimli eserin (Yazar: M.İbn Arabî /m.1165-1240/, Çeviren: Ekrem Demirli, Litera Yayın.) 18. (son)Cildinin başlarından alıntılar

 

“Gecelemekten korkmayan ölülerin arasında sabahlar. Ey seçilmişler! ‘Benim de sizin de düşmanınız (olanlar) ı dost edinmeyin.‘(el-Mümtehine, 60/1) Onlara sevgi göstermeyin; içlerinden sözleşme yaptığınız herkese karşı verdiğiniz sözü ve ahdi yerine getirin! Dinin üzerinde sabit kal ve başkalarının inancına tesir etmesinden sakın! (…) Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin.” (s.15)

“Akıl neyi aklettiğini bilir. Bu itibarla akıl bir örtüdür. Çünkü kaydından kurtulmaya gücü yetmez. Akıl oluşla (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dahilindedir. Öyle olmasaydı eziyete maruz kalırdı.

Hevadan başkası yoktur, emir onun emridir. Akıl heva gücüne muhtaç ve onun önünde hizmetkârdır. Tasarruf, doğruluk veya doğrudan uzaklaşmak heva gücüne mahsus işlerdir. Bilgisi yüce olduğu için hükmü geneldir. Akıl fikirle ve nakil sayesinde ona baskın gelirken onu kalplerden perdeleyen şey sadece ismidir. Her şey onun hüküm ve yetkisine bağlıdır.

Akıl aklettiği için ‘akıl’ diye isimlendirildi / Heva ise şiddeti ve öfkesi nedeniyle heva diye isimlendirildi / Heva bir nitelik, Hak bilir onu / Şeriat yolundan saptırır insanı. (…) Akıl bu makamdan aşağıda / Bu makamda tecrübesi yok aklın ” (…) (s.17)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-lll, Şuayb Fassı içinde ‘Nefsin Hakikati’ konusunda alıntılar

 

“Bilinsin ki nefislerin tümünün hakikati, Hakk’ın nefsi olan bir/tek nefistir; ve nefislerin sûretleri de Hakk’ın teneffüs ettiği nûrî tecellîlerdir. Dolayısıyla cüz’î nefs küllî nefsin sûretlerinden bir sûrettir; ve küllî nefs ise kâmil insanın nefsidir. Ve bu nefis de Hakk’ın aynı/hakikati olup kâmil insanın hakikati mertebesinde görünür olmuştur. Ve nefislerin hepsi, o tek nefisten ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla o nefis fiil(etkinlik) ve infiali (edilginlik) kabul eder. Ve fiil erkeklik, infiâl ise dişiliktir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: ‘Allah Teâlâ sizi tek nefisten yarattı ve ondan zevcini (eşini) halk eyledi. Ondan da birçok erkek ve kadın yaydı.’ (Nisâ, 4/1) İşte bu tek nefs Hakk’ın nefsi olup Hak Teâlâ bu nefisten beşer ferdlerini sakındırır (Âl-i İmrân, 3/30). Zîrâ biz nefsi Rabbe ve Rabbi de nefse koruma ve siper yaparız. Yani nefsin bize bakan yüzüne göre zemmetmenin hepsini nefsimize isnâd edip, onu Rabbimize koruma ve siper yaparız. Ve nefis Hakk’ın nefsinin aynı olması itibariyle de övülecek şeylerin hepsini O’na isnâd ederiz. Ve bu sûretle de Rabbi nefse siper ederiz.

Dergâh Dergisi’nde (Aralık 2021, S.382) İsmail Kara’nın İstanbul Sahaflar Çarşısı ve Beyaz Saray hakkında geçmişe dönük anıları, izlenimleri içerikli yazısından bazı alıntılar

 

Alıntılamaya başlamadan önce belirtmeliyim ki, ilgi odağım Sahaflar Çarşısı olduğundan orasıyla ilgili olacak alıntılamalarım.

“(…) Onun için eski Sahaflar Çarşısı’ndan bende imzalı kitabı olan tek kişi Arslan Kaynardağ’dır. ‘Felsefeci olarak anılmayı seven Arslan bey aslında mesafeli bir adamdı, bunu müşterileri, ziyaretçileri bile dile getirirdi, duyardım, dükkanında da görürdüm. Fakat hakkını teslim edelim, başından itibaren, özellikle de Dergâh Yayınları’nda çalıştığımı öğrendikten ve hususen Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi‘nin ilk cildi çıktıktan (1986) sonra o mesafeleri ben pek hissetmedim. (…)

Arslan bey bir başka çarşı ziyaretim sırasında Felsefecilerle Söyleşiler kitabını da ‘Değerli kardeşim İsmail Kara’ya, Arslan 1986’ yazarak hediye etmişti, ‘bu kitabı en iyi değerlendireceklerden biri de sensin’ demeyi de ihmal etmeden (5 Nisan 1986) Benim de istifade ettiğim ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde felsefenin tarihi, dili ve problemleri konusunda kullandığım bu kitap Arslan Bey’in adını yaşatacak en mühim işidir dense doğru olur. Kimsenin yapmadığı bir işi yaptı. Keşke biraz daha mufassal ve ideolojik bariyerlerden uzak-rahat olarak yapılmış-yazılmış olsaydı! (…)

Bir resmin (Necati Alpas) altındaki yazıdan: Necati Alpas amca dükkânında en rahat ettiğim sahaftı. Herhâlde herkes için öyleydi. Dervişmeşrep ve güleç yüzlü bir insandı. Kitap çeşidi çok bol ve fakat dükkân hayli dağınıktı.Tercih edilmiş bir şeydi bu. Onun için her an bir sürpriz kitapla karşılaşma ihtimaliniz çok yüksekti. (…)

(…) 31 Aralık 1998 günü uzun bir aradan sonra Sahaflar Çarşısı’na uğradım. Ve çarşıyı her bakımdan çok değişmiş buldum, öyle hissettim; kitap türleri, sahaf esnafı, insanları… Elif Kitapevi’nin önüne geldiğim zaman önce Arslan Bey’in içerde olup olmadığına baktım. Artık yaşlandı, ya gelmiyor yahut erken çıkıyordu. Bugün tesadüfen içerde idi. (…) Getirdiği fotokopi daha önceki ziyaretimde ayrıbasımını istediğim bir makalesi idi. Ayrıbasım kalmamış, fotokopi çektirmişti: ‘Tarihi, değişen yönleri ve gizli diliyle İstanbul Bitpazarı’,Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları Dergisi, 1984, s.267-83. (Not. Bu yazının sonundaki sahaf argosu sözlüğü mühimdir, ben de esas itibariyle onun için istemiştim.)