Ocak 2022 Posts

“Tevhidi onun muhakkak olmaz / Kul, fani-i mutlak olmayınca”

 

Başlığı oluşturan iki mısra Hz. Mevlânâ (Kuddise sırrıhu’l-a’la) ‘dan beyt olarak bir Rubâî’nin ilk iki mısraının tercümesi. (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III, s.103) Buradan bazı alıntılar:

“Şu halde mutlak varlıkta fânî olan bir kâmilde kayıdlılık kalmayacağından, onların varlığa getirilmeleri ve öldürülmeleri vaktinde, yine kayıdlı için zevk olmamış olur. Ve kudretin güce ilişmesinin zevk olarak müşahedesi, yine Kadir-i mutlaka mahsus olmuş bulunur.

Denilenlerin izahlarından anlaşılacağı gibi Üzeyr (a.s.), halkta(yaratıklarda) zevk olarak varlığı mümkün olmayan şeyi talep etti. Oysa nitelikler ancak zevk ile idrak olunur. Mesela ömrü müddetince bal yememiş kimseye onu tarif ile anlatmak mümkün değildir. Zîra lezzet vicdânî niteliklerdendir; keza kokular da böyledir. İşte kudretin güce ilişmesi de niteliklerden bir nitelik oldugundan, Cenâb-ı Üzeyr halkta varlığı mümkün olmayan bir şeyi talep etmiş oldu. Zîra kudretin güce ilişmesi hali ilâhı zevktir. Ve mahlûk bu zevke katılamaz ki, tadı ne nitelikte olduğunu bilsin.

Yani Hak Teâla’nın Üzeyr (a.s.)a: ‘Eğer bu talepten vazgeçmezsen ismini nübüvvet defterinden silerim’ buyurmasından anlaşılan mana şudur ki, Ben senden melek vasıtası ile veya vasıtasız ilhâm ile olan haber yolunu keserim; ve sana keşif ve tecellî yolunu açarım. Ve tecelli de sana istidâdın ne hal üzere ise, ancak ona göre olur. Zevkı idraki veren istidâddır. Tecellî de istidâda göre olur. Ve sana istidâdına göre tecelli vâki olunca sâbit hakikatine muttali olup idrak ettiğin şeyi, ancak istidâdın hasebiyle idrak ettiğini bilirsin. Ve sen kudretin güce ilişmesini görmek istemiştin. Tecellî sırasında bu talep ettiğin hususa bakarsın. O şeyi onda görmeyince istediğin o şeye sende istidâd olmadığını ve bunun ilahî zâtın hassalarından (özel nitelik) olduğunu bilirsin. Ve Allah Teala’nın her şeye hakkını ve belirli payını verdiği sence malumdur. Dolayısıyla sabit hakikatine baktığında, kader sırrından haberli olmağa onda istidâd olmadığını görünce, talep ettiğin şeye kendi nefsinde istidâd olmadığını ve o bilmenin, hakikatlerin tümüne muttali olan Allah Teâlâ hazretlerinin hassalarından bulunduğunu; ve eğer o haberli olmağa istidadın olsaydı, her şeye hakkını ve belirli payını veren Hakk’ın, sana da hakkını vereceğini bilerek, kendi nefsinle edeplenen olup, kader sırrına erişme talebinden kendi kendini geri çeker ve ilahî yasağa muhtaç olmazdın. İşte cenâb-ı Üzeyr’e Hak tarafından uyarı tarzında vaki olan hitabdan anlaşılan budur.

“Dolanıyorsak hangi mânânın etrafında dolanmaktayız?”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan BATININ ÖNÜNÜ GÖRMESİ başlıklı ve 18 Cemaziyelahir 1443 (21 Ocak 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=106&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan birisi başlığı teşkil ediyor) oluşacak bu yazı.

” Oswald Spengler’in Der Untergang des Abendlandes (Batı İllerinin Harâbîliği) kitabına, bu kitabın doğru ve yerinde hükümler ihtiva ettiğine her iki dünya savaşının da mağlubu olarak halen muamele gören Almanya’ya rağmen inanırım. Tıpkı aynı yazarın Hitler’in bir kahramana değil ancak operanın bir soytarısına benzetilebileceğini telmih eden hükmüne yürekten inandığım gibi. (…)  Türk üstünlüğü karşısında bir intikam hareketi olarak güç toparlamak isteyen Batı Medeniyeti neye veya kaça mal olacağını umursamadan bir azamî kâr yarışı başlattı. Kâr yarışını şu veya bu sebepten tasdik etmek para dininin yürürlüğe girmesini kabul etmek anlamına geliyordu.  (…)

Süleyman Seyfi Öğün’ün “Türkiye Ve İsrail” başlıklı bugünkü Yeni Şafak’ta çıkan yazısından alıntılar

 

” Türkiye’nin yakın zamanlar îtibârıyla, bilhasa Biden ABD’de iktidara geldikten sonra bir sıkışmışlık yaşadığı sır değil. (…) Rusya’nın Suriye’ye girmesi, Libya’da karşımıza çıkması bu sıkışmışlığın başka bir yüzü olarak mütalâa edilebilir. Üçüncü büyük gelişme ise Çin’in İran üzerinden sınırımıza dayanması oldu.

Türkiye AB ve ABD tarafından dışlanıp PKK üzerinden sıkıştırılınca, Rusya ve İran ile berâber hareket etmek yolunu seçti. bilhassa 15 Temmuz çok belirleyici oldu. Rusya, bu NATO operasyonunun (koyu yazmalar bana ait) karşısında Türkiye’nin yanında yer aldı. (…) Buna Çin ile yakınlaşma teşebbüsleri de dahil edildi. Hâsılı bir Avrasyacılık rüzgarı esti. Teferruatlara girmeyeceğim; gelişmeler bu zeminlerin bir hayli yara aldığını gösteriyor. (Ukrayna meselesi, Rusya’nın Kırım’ı işgali, Ukrayna ile belli alanlarda ilişkiler, Dombask’taki gelişmeler üzerine Bükreş 9’lusu ile yakın temaslar). (Parantez açarak özetle yansıttım yara alan zeminlere ilişkin gelişmeleri.)

Dikkat çekici olan, Rusya’nın bu adımlar karşısındaki tavrı beklendiği kadar çok sert bir seviyeye tırmanmadı. (…) Bu arada Ermenistan-Azerbaycan savaşında, ılımlı tavırlarını devam ettirdiler. (…) Bir diğer gelişme Asya içlerinde yaşandı. ABD’nin Asya’dan çekilmesinin doğurduğu boşluğu bir şekilde değerlendirmek istedik. TDT bu yolda atılmış bir adımdı. Rusya bunu da kategorik olarak dışlamadı. Ama Kazakistan’ı yeniden inhisarina alarak TDT’ye bu sürecin kendisi olmadan yürüyemeyeceğini göstermiş oldu. (Yazar, bir yandan Rusya’nın Türkiye’yi dışlayarak değil, yedeğinde tutarak Asya hakimiyetini devam ettirmek istediğini, diğer taraftan İdlip başta olmak üzere Suriye ve Libya’da ise kararlılıkla Türkiye’yi zorladığı fikrinde.)

Mustafa Kutlu’nun “Kar yazısı” başlığıyla bugün Yeni Şafak’ta çıkan yazısından alıntılar

 

Mustafa Kutlu’ya ait bugünkü Yeni Şafak’ta çıkan “Kar yazısı” başlıklı yazının birkaç yerinden alıntılar sunacağım.

(…)

“Her şey herkes durup (hareketten kesilip) karın yağışını izliyor. Belki de bu yüzden karı izleye izleye içimize dönüyoruz; ruhumuza.

(…) “Kar için çok şiir yazılmıştır ama seçkin örneklerinden tadımlık mısralarla yetineceğiz.” diyor Mustafa Kutlu.

Yahya Kemal’in ‘Kar musikileri’ şiiri (Varşova, 1927 tarihli. Başından bir beyit:

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu

Mustafa Kutlu’nun bu beyitle ilgili sözü: “Yahya Kemal bütün yükü kar sesine bağlamış. Var mı böyle bir ses; öyleyse nedir?” (…) Zihnim bu şehirden bu devirden çok uzakta (…) Kar sese (musikiye) dönüşüyor. Yahya Kemal’i alıp İstanbul’a götürüyor. (…)

Muzaffer Civelek’in “Taşralı’daki Son Hikâyelere Dair” başlıklı yazısından (Dergâh Yazıları Güldestesi, Haz. İbrahim Tenekeci, Dergâh Yayınları) alıntılar

 

“Nurettin Topçu’nun ‘Taşralı‘ adlı hikâye kitabındaki son dört hikâyesi (ki ölümünden aşağı yukarı yirmi yıl önce kaleme alınmışlardır) Yıldırımın Huzurunda, Mahşer, Büyük Mahkeme, Ebedî Hayat başlıklarını taşımaktadır. Merhum, ölümünden birkaç gün önce yanında bulunanlara hangi eserlerinin en çok beğenildiğini sorunca verilen cevaplardan başı ile yaptığı işaretle tatmin olmadığını belirtmiş; cevabı, ‘Taşralı‘nın sonundaki birkaç yazı’ diyerek bizzat kendisi vermişti. (Dergâh‘ta bunlardan Yıldırımın Huzurunda hakkında bir deneme tarafımızdan yapılmıştı).

Nurettin Topçu’nun birinci tekil şahıs ağzından yazdığı bu hikâyelere atfettiği değeri bugün bunları bir kere daha okumak suretiyle iç dünyasında yaptığı yolculuğa eşlik ederek anlamlandırabiliriz. Böylece onun bizi çıkardığı bir yükseklikten veya bizi indirdiği bir derinlikten hayatına ve eserine uygun bir açıdan bakmak imkânını elde etmiş oluruz.

Mahşer, Büyük Mahkeme ve Edebî Hayat üçlüsü, adlarından da anlaşılacağı üzere bizi bir yolculuğa davet ediyor, ölüm ötesine götürüyor. (…), tabiatın ince nakışlarında ahlâkî eylemden sonra kalbe dolan sevinçlerde cennetin lezzetlerini tadan; ancak yaşadığımız nakıs dünyadan atlayarak, ateşten ve merhametten de geçtikten sonra suyun denize kavuşması gibi Rabbinin huzuruna ereceği tam ve mükemmel bir dünyanın hasretini çeken bir muzdaribin satırlarıdır.