Ocak 2022 Posts

“Devletin siyasette seçimi Batılılaşma olunca Türk milletinin efendiliğine son verilmiştir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU ” üst-başlığı altında çıkan “Usanç, Bıkıntı, Gınâ gelmek” başlıklı ve 11 Cemaziyelahir 1443 (14 Ocak 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=105&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (onlardan yazının ikinci paragrafından bir cümle de bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Nihayette Diyar-ı Rûm’un Dar-ül İslâm haline gelmesi Türkleri kendi topraklarının efendisi olma rütbesine yükseltti. Bizim bize benzeyişimiz işte bilhassa bu sebepledir. Ne mağlup olmak, ne de mağlup görünmek isteriz. (…)

Yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın baş belâsı kapitalizm garbın afakını çelik zırhlı duvarın sarmasıyla günümüzün bütün hastalıkları ıstırap verici rotasına oturmuştur. Yani antik çağdan beri hükmünü yürüten malî hegemonya sanayileşme sayesinde eskisine nispetle daha boyun eğdirici bir karakter kazandı. (…) Bir zat Türkler müstemleke ahalisi olmadı dediyse aynı zat aynı zamanda Türklerin kendi topraklarının efendisi olduğunu söylemiştir. (…)

Sadreddin Konevî Kitaplığı ‘Vahdet-i Vücûd ve Esasları’ isimli kitaptan (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.I.Basım:2014) yer yer alıntılamalar

 

“Bilinmelidir ki: Zâtına has mutlaklığı (zâtî ıtlak) açısından (bu mutlaklık, herhangi bir kayıt ve itibarı dikkate almaksızın salt varlık olarak Hakk’ı dikkate almaktır) Hakk’a dair herhangi bir hüküm vermek veya bir vasıf ile O’nu bilmek (marifet); veya vahdet (birlik), varlığının vacibliği veya (varlık için) mebde (başlangıç) olması; veya yaratmayı gerektirme (iktiza) veya kendisinden herhangi bir eserin sâdır olması; veya ilminin kendisine veya başkasına ilişkin olması gibi herhangi bir nispetin O’na izafe edilmesi sahih ve geçerli değildir. Çünkü bütün bunlar taayyün (belirlenme) ve takayyüt (sınırlanma) hükmü verirler. Kuşkusuz ki herhangi bir taayyünün akledilmesi, Hak için la-taayyünün (belirlenmeme) ortadan kalkması demektir.

Bütün bu zikrettiklerimiz de Hakk’ın mutlaklığıyla çelişir. Hatta Hakk’ın mutlaklığını tasavvurda bile şart şudur: Bu mutlaklık selbî (olumsuzlama ile ilgili) bir vasıf anlamındaki mutlaklıktır (yani Hak mutlaklık ile sınırlansa bu selbî anlamdadır. Başka bir ifadeyle kayıt Hak’ta dikkate alınamayacağı gibi kayıtsızlık için de aynı şey söz konusudur.)” (s.11)

Bilinmelidir ki; Hak mutlaklığı ve ihatası (kuşatıcılığı) itibarıyla hiçbir isimle isimlendirilemez ve hiçbir hüküm kendisine izafe edilemez ve hiçbir vasıf ve resim ile nitelenmez. (Bir şeyi gerektirmek anlamındaki) iktizanın O’na nispet edilmesi, edilmemesinden daha evla (uygun) değildir. Çünkü ister olumlu (müspet) isterse de olumsuz (selbî) anlamda olsun, akledilen herhangi bir iktiza, belirli bir hüküm ve sınırlayıcı bir vasıftır.

Fusûsu’l-Hikem (müellifi: M.İbn’ul Arabî) Tercüme Ve Şerhi(Ahmed Avni Konuk)-II’den(Yay. Haz. :Prof.Dr. Mustafa Tahralı merhum Dr.Selçuk Eraydın, İFAV 7. Baskı 2017) alıntılar

 

“Biz onlara âyetlerimizi ufuklar ve nefislerde gösteririz; tâ ki Hak onlara zâhir (görünür) ola.” Ve yine kudsî hadîste “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeme muhabbet ettim; halkı (yaratıkları) bilinmem için yarattım.” İşte bu âyet ve hadîs Hakk’ın âleme bakışla bilinebileceğinin şâhididir. Me’luh (ilah edinen) ilâhın delili olduğundan, o bilinmeyince Zâtın ilâh olduğu bilinmez. Dolayısıyla Allah’ın uluhiyyetini bilmek âleme bakmağa bağlıdır. Zîrâ ulûhiyyet mertebesi ne kadar ilâhî isimler ve rabbânî sıfatlar varsa hepsini toplayıcıdır. İsimler ve sıfatlar ise mazharlar olmayınca taayyün ve tahakkuk etmiş olmazlar. Fakat Hakk’ın zâtî varlığı aslâ bir şeye bağlı değildir. Çünkü zâtlığı yönünden isimlerden ve onların mazharları olan âlemlerden ganîdir. (s.56-57) (…).

“Allah var idi, O’nunla beraber bir şey yok idi; el’ân (şu ân) da öyledir.” Yani “A’yân(açık, belli) varlık kokusunu duymadı.” dediklerinin anlamı budur. Dolayısıyla Hakk’ın varlığı bu âlemde kendi ilmî sûretlerine ayna oldu. Ve aynanın kendisi nasıl ki gizli ve içindeki basılı/yaradılıştan olan sûretlere görünür ise, Hakk’ın varlığı da öylece gizli ve bu basılı / yaradılıştan olan ilmî sûretlere görünür oldu.

“Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık” kitabından(Ekrem Demirli; İz Yay., 2005) yer yer alıntılamalar

 

“Konevî’nin çabasında önceki tasavvufta gözükmeyen iki önemli unsur bulunur: Birincisi, kendisini tasavvufî geleneğe bağlayan müşahede ve îyân (belli, açık) yöntemini hakikate ulaştırmada yetkin bir yöntem diye savunmuş olmasıdır.” (s.56)

“Konevî, konu edindiği ilmi bâzen mârifetullah, ilm-i rabbanî, bâzen ilm-i hakaik, bâzen tahkîk veya ilm-i tahkîk, sahiplerini ise muhakkikler, ehlullah, efrad, kâmil veliler vb. diye isimlendirir.” (s.77)

“Konevî, müşahede yöntemini bilgiye ulaştıran bir yöntem olarak ortaya koyup onun dayandığı esasları tahlil ederken, öncelikle felsefe ve aklın metafizik imkânını tahlil eder. Başka bir ifadeyle müşahede yönteminin gerekliliği, burhan yönteminin eksikliği ve yetersizliğinden ortaya çıkar. Konevî’ye göre burhan yöntemi sınırlı bir bilgiye ulaşsa bile nihai olarak eşyanın gerçekte bulunduğu hâl üzere hakikatlerini bilmek için yeterli olmadığı gibi daha önemlisi Tanrı hakkında tatmin edici bir cevap ortaya koyamaz. Bu bağlamda Konevî felsefeye ve akla bakışında Gazâlî ile mukayese edilebilir. Ne ki, Gazâlî’nin önceliği ilim gruplarını dikkate alması iken, Konevî öncelikle yöntem‘den söz eder.” (s.105)

“Hakikat denizinin gemisi Allah ismiyle yürür, Allah ismiyle durur; başka bir isimle yürümez ve durmaz.”

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin (m.15. yy.da yaşamış, ömrü yaklaşık 60 yıl) İnsân-ı Kâmil adlı eseri dilimize Abdülaziz Mecdi Tolun (m.1865-1941) tarafından tercüme edilmiş, merhum Yrd.Doç.Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal tarafından yayına hazırlanmış ve İz Yayıncılık’tan 4. Baskısı 2015’de çıkmıştır.

Bu eserin Fâtihâ-i Kitâb hakkındaki Kırkıncı Bâb’ının sonlarından yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Muhammed azîzu’n-nefsdir(kendisi azîz/izzetli). İmân etmediğiniz takdirde çekeceğiniz zahmet ve meşakkatler size merhametinden dolayı ona dönücüdür. Mü’minlere harîstir/çok düşkündür, raûftur/çok şefkatli/merhametlidir, rahîmdir/rahmet edici/esirgeyici” (Tevbe, 9/128) Zîrâ Peygamberin rahmetine nıkmet/ intikam kederi karışmamıştır. Onun için ‘âlemlere rahmet’ olmuştur.

Cenâb-ı Hak, fâtihâda ‘el-hamdulillah’ dedikten sonra, bunun tefsirinde izah olunan insan ferdlerinden her ferdin zât hakikatı olan Muhammedî Hakikati ‘Din gününün mâliki/meliki (Fatiha,3) diyerek nitelemiştir. Melik, kuvveti ‘şiddetli’ olan ‘hâkim’ (egemen) demektir. Yevm, eyyâmullah’tan birisi olan ilâhî tecellî demektir. Dîn ‘edâne’dendir; ‘borçlandırmak’ demektir. Şu halde ‘din günü’, mevcûdatın kabûle mecbur olduğu rabbânî tecellîden ibarettir.