Şubat 2022 Posts

İsmail Kara’nın “Derin Tarih” dergisi Şubat 2022 sayısında çıkan ‘Türkçe İbadet Politikaları Kültürsüzleştirmenin Etkili Bir Vasıtası mı?’ başlıklı yazısından bazı alıntılar

 

” 13 Aralık 1997

Bugün Cağaloğlu’nda tanıdık bir gazeteci üzerinden fotokopisini edindiğim broşür metnini akşam eve dönünce okudum, sonra da siyaseti ve psikolojisi üzerine düşündüm. (…)

Künyesi şöyle broşürün: 10 Kasım 1997 Atatürk’ü Anma Toplantısı, İstanbul, Harp Akademileri Basımevi, Kasım 1997. Kapakta kutu içinde bir künye ilavesi daha var: Atatürk ve Din-Birinci Kitaba Ek. Kapak sayfalarını çeviriyoruz ve 9 sayfalık bir metnin uzun başlığı bizi karşılıyor: “Prof. Dr.Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Atatürk ve Din’ konulu Konferansı (10 Kasım 1997)”. İş daha bir ciddiyet kesbediyor normal olarak, çünkü konuşma ile gündeme taşınan esas konulardan biri Atatürk’ün dine hizmetleri ve Türkçe ibadet meselesi…

“Yabancı intihar etmekten geri duran zihin erlerinin ihtiyacıydı.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan “YABANCI YABANA GİTTİ” başlıklı, 17 Recep 1443 (18 Şubat 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=110&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (ilki yazıda ilk paragrafın son cümlesi olarak başlığı teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.


” Tarih sahnesinde zihin eri olmanın en has numuneleri olan biz Türkler gözlerimizi kendimize çevirmedikçe dünyanın ifade ettiği mânayı kavramakta yetersiz kalacağız.  (…)


Dünyadan soyutlanmış bir Türk kimseyi tatmin etmeyeceği için saf bir ırk icat etme kastıyla dikkatimizi İskitlere veya Moğollarla harman edilmiş bir kavme çeviriyoruz. Böyle yapmağa icbar edildik. Çünkü modernlik daha baştan medenilik hevesindeki herkese Allah’ın askeri olmayan bir Türk gerektiğini telkin etmişti.  (…)
İslâm’ın Avrupa’daki yeri Türklerin savaş gücüyle sağlanmıştır cümlesini yanlış buluyorsanız Pomakları, Boşnakları, Arnavutları nasıl açıklarsınız?


Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Müslümanlar Türklerin diğer kavimlerden daha yüksek bir mevkie sahip oldukları görüşünü yaygınlaştırdı. Niçin bunu yaptılar? Çünkü Bizans ordusundaki vurucu gücü yok ederek Küçük Asya’ya Müslüman nüfusun akmasına başka hiçbir kavim değil Türkler sebep olmuştu.  (…)
Topraklarımızı üstün kültürün Müslümanlarca tebcil edilen kültür olduğunu ispat ederek bize hediye eden Gaza Beylikleridir.  (…)

“Sayısal bir gelecek mi, sözel bir gelecek mi?”

 

Yıllardır yazılarını okuduğum ve hâlen gazete yazıları arasında çok az sayıda yazılarını izler durumda olduğum yazarlardan biri olan Gökhan Özcan‘ın Yeni Şafak’ta bugün çıkan “Sayısal hayat” başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

” Yetişme dönemindeki nesillerin önlerine, henüz muhakeme yetilerinin tam olarak yetkinleşmediği çok erken yaşlarında çok temel bir tercih zorunluluğu, çok ağır bir ikilem koyuyoruz: Sayısal bir gelecek mi, sözel bir gelecek mi? Aslında pek de ikilem denemez buna; terazinin sayısal kefesi; kamusal kanaatin kesin biçimde o yönde oluşuyla açık ara ağır çeker halde bulunuyor. (…) En büyük zorluğuysa arada kalanlar yaşıyor; bu kritik seçim onlar için dramatik sonuçları da olabilecek tehlikeli bir kumar!

(…) Koskoca bir eğitim sistemine temel kıldığımız bu kategorik dayatma, hayatın gerçekliği bakımından hiçbir anlam ifade etmiyor çünkü. Hayat sadece sayısal kabiliyetlerle ilerlemiyor çünkü, belki ondan daha çok sözel niteliklere sahip olmayı gerektiriyor. Sözel aklın hassasiyetlerini göz ardı ederek oluşturulmuş kalkınma modellemelerinin, kârlılık hesaplarının, güç denklemlerinin bugün dünyayı getirdiği yer ortada.

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I, Nuh Fassından alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin (m.1165-1240) eseri olan Fusûsu’l Hikem‘i Arapça’dan Harf Devrimi öncesi Türkçe’ye merhum Ahmed Avni Konuk (m.1868-1938) çevirmiştir. O çeviriden de günümüz Türkçesiyle eseri dört cilt halinde yayına hazırlama işini Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın(1937-1995) gerçekleştirmişlerdir.

“Bakara, 2/185 âyet-i kerîmesinde beyan buyrulduğu üzere Muhammedî din’de kolaylık ve bu din ile mütedeyyin (dinine bağlı kimse) olanlar için de tahfîf (hafifletme) vardır. Böyle olunca Muhammedî din teşbih ve tenzîh işini ‘Leyse kemislihi şey’ün'(Şûrâ, 42/11) âyet-i kerîmesi gibi bir âyette ‘Onun benzeri gibisi (dahi) yoktur.’ topladı. (s.280)

Diğer resûllerin daveti ile, risaletin sığınağı (s.a.v.) Efendimiz’in daveti arasındaki farkın sebebi budur ki, her bir resûle risalet ilminden verilen şey, fazlasız ve noksansız, ümmetinin istidâdına göredir. Ve Zahir ismi hasebiyle ilahî kemâllerin şehâdet mertebesinde zuhuru ise tedrîcîdir, bir defada olan değildir. Bu hakikat tabiat kitabını tetkik eden filozoflar ve fen erbabı gibi teorik akıllar ehlince de teslim edilmiştir. Ve âlemin sûretlerinden her bir sûretin kendisine mahsus birtakım değişimleri / başkalaşımları, başlangıca ait, ortalama ve son-bulma ile ilgili hâlleri vardır. İnsanların zekâ ve irfanları da bu kaideye tâbidir. Dolayısıyla önceki resûllerin getirdikleri şerîatlar, kendi ümmetlerinin istidadları gereğidir. Onun için kimi sırf teşbihe kimi sırf tenzihe ve kimi müteferrik (farklı) surette kâh tenzihe ve kâh teşbihe davet etti. Fakat (S.a.v.) Efendimiz âhir zaman peygamberi olup ümmeti en sonra geldiğinden ve onların zekâ ve irfanları, günümüzde şâhid olunduğu üzere, kemâl derecesini bulduğundan Kur’an ile geldi. Zîrâ bugün yerküre üzerinde bulunan ve muhtelif dinlere mensup olan insanların cümlesi Kur’an’a davet olunduğu için, hepsi Muhammed ümmetidir. Şu kadar ki bunlardan üçyüz milyonu bu davete icâbet etmiş ve diğerleri el-ân davet edilmektedirler. Ve pey-der-pey hallerin hakikatlerinin, zekî mütefekkirlerce kabulü umulurdur. Nitekim Avrupa fenler erbabı şimdiden varlığın birliğini İdrâke bile başlamışlardır. (s.280)

Nuh kavminin Kur’an’a istidâdları olup da Cenab-ı Nûh da onlara lafız olarak cem makamını gösteren bu âyetin mislini getireydi, icabet ederlerdi. Zîrâ Muhammed (s.a.v.), bir âyette, yani leyse kemislihi şey’ün âyet-i kerîmesinde ve belki bu âyetin yarısında, yukarıda açıklandığı yön ile teşbih ve tenzîh arasını topladı. Fakat onlarda bu istidâd olmadığı için teşbih ve tenzihe farklı surette davet etti. Şöyle ki, onların akılları ve rûhâniyetleri yönünden, onları geceleyin yani bâtına ve gayba, davet eyledi. Çünkü akıllar ve rûhaniyet gaybdır. (s.281)

“İman Ve Kaygı: Allah’a Yakınlığın Uzaklığı”

 

Bu başlık altındaki yazı Ömer Türker‘in “Anlamı Tamamlamak İslâm Düşünce Geleneğinin Anadolu Coğrafyasındaki Bileşenleri” adıyla Ketebe Yayınları’ndan çıkmış kitabının bir bölümünü teşkil ediyor (s.107-111).

Bu bölümden yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

Niyâzî Mısrî’nin şu sözünü koymuş yazar başlıkla yazı metni arasına: ‘Kaygıların hasıyım ad oldu insan bana’

“Ünlü âlim İbn Hazm Ahlâk ve Davranış Tarzları başlığıyla Türkçe’ye çevrilen eserinde der ki; ‘İstisnasız bütün insanların peşinden koştuğu tek hedefin ne olduğunu araştırdım ve bunun tek bir şey olduğunu gördüm: Kaygıdan kurtulmak.” (s.107) ‘Bu tespiti şu soruyu sormak için aktardığını belirtiyor: Müslümanın kaygısı nedir?’

“Müslüman kimliğine sahip insanlar olarak fiilen hayatımızı kuşatan şeyler sayısınca kaygılarımızın çeşitlendiği açıktır. Mal, mülk, aile, kadın, çocuk, iktidar,refah ve daha sayamayacağımız kadar çok sayıda kaygıyla çevrilmiş durumdayız. Dolayısıyla yazar soruyu şöyle değiştirerek öz olarak sormakta yarar görüyor: Müslümanın kaygısı ne olmalıdır? Bunu da ‘Dönemi, şartları, dili, mesleği, toplumsal konumu vs. ne olursa olsun salt Müslüman olmak bir insanı hangi hususta kaygıya iter?’ sorusuna indirgeyerek soruyor.” (s.108)