Mart 2022 Posts

Ömer Türker’in “Pratik Felsefenin Yeniden İnşası AHLÂKÎLİĞİN DOĞASI” kitabından (Ketebe Yay. 1. Baskı 2021) alıntılar

 

“Başına siyasî, iktisadî, hukukî, millî vb. hangi sıfatı getirirsek getirelim fiil, kaçınılmaz olarak ahlâkî yüklemlere konu olmaktadır. Dahası bizzât fâiline nispeti bakımından fiil, öncelikle ahlâkî, ikincil olarak siyasi, hukuki ve benzeridir.” (s.43)

“Muhtaç durumda olan kimseye ve yolda karşılaşılan dilenciye aynî veya nakdî yardımda bulunmak hayırseverlik anlamının çeşitli tezahürlerini oluşturur. Fakat kişinin hayırseverlik kapsamına giren eylemleri yapmasına toplum aracılık ediyorsa bunun adı aracılık eden kuruma bağlı olarak çeşitli isimler alabilir. Aracılık eden kurum bir vakıf, cemaat, yardım derneği, sivil toplum örgütü yahut devlet çapında bir kurum olabilir. Bu durumda ferdin hayır faaliyetleri aracı kurumlarla dolayımlanır. Bu bazen öylesine ileri noktaya varır ki bunun adı mesela vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılamakta kendini yükümlü görme anlamında ‘sosyal devlet’e dönüşebilir. Fakat kurumların araya girmesi, anlamı değil, anlamın tahakkukuna katılımı etkiler. Bu durumu örneğimizde düşünecek olursak şöyle demek mümkündür: Bir kimsenin yolda kalmış birine yardım etmesi ile devletin vatandaşların sağlık güvenliğini sağlamak için gerçekleştirdiği ülke çapındaki organizasyon aynı iyilik anlamını taşır. (…) Bundan dolayı anlam, birey seviyesinde bozulmaya uğradığı gibi kurum seviyesinde de bozulmaya uğrar. Hatta bireydeki bozulma şartlarının önemli bir kısmı kurumsal bozulma şartlarında da varlığını sürdürür. Bununla birlikte anlamın niceliksel dönüşümünün ortaya çıkardığı bir kısım durumlar vardır ki bunlar nitelikle ilgili bir kısım sonuçları da beraberinde getirir. (…)” (s.45-46)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-III’den (Te’lif:Muhyiddin İbnu’l-Arabî /1165-1240/, Tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk /1868-1938/, Yayına Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı- Dr.Selçuk Eraydın /1937- 1995/ ) alıntılar

 

Vücûd-ı mutlak varlığı kendi zâtından ve kendi zâtı ile olan varlıktır. Diğer varlıklar bu ‘vücûd’dan olup varlıkları bu ‘vücûd’ ile söz konusudur. Bu vücûda (varlığa) ‘mutlak vücûd’ denilmesi, bu mertebede hiçbir isim, sıfat ve fiil ile kayıdlı olmamasındandır. Taayyün (belirme) kayıdlarından sâlim / kurtulmuş ve mutlak olduğu için taayyünsüzlük (la-taayyün) mertebesi olarak adlandırılır. ‘Allah vardır, O’nunla beraber hiçbir şey yoktur’ hadisi bu mertebeyi ifade eder.” (s.14)

“Her şeyi kuşatıcı olan Sonsuz Vücûd’a (Varlık’a) karşılık olan bir ‘adem’ (yokluk) yoktur. Zira ‘adem’in gerçekleşebileceği bir saha yoktur. Bu sonsuz Vücudun dışında hiçbir şey ve yokluk dahi olamaz. Onun için ‘vücûd'(varlık) hak ve ‘adem’ (yokluk) batıldır.” (s.14-15)

Vücûd-ı izâfî kavramı ‘vücûd-ı mutlak’ denilen Hakk’ın varlığına nisbetle mevcûdâtın varlığı hakkında kullanılmaktadır. Fakat bu, Hakk’ın ‘vücûd’una mukabil olarak ve o varlıkta çok cüz’î bir şekilde bile olsa ortak olmak ma’nâsında değil, mutlak varlık olan Hak’tan neş’et ettiği (meydana geldiği) içindir. Şehadet âleminin (dünya/cihan) varlığına mümkün varlık, mukayyed /kayıdlı varlık ve vücûd-ı zillî (gölge varlık) isimleri verilmiştir. Bu izafi vücudun ‘hakikî ve mutlak vücûd’ karşısında müstakil bir varlığı yoktur. (…) Aralarında bir sınır çizilmesi hâlinde, Hakk’ın sonsuz olması gereken varlığı sınırlı olur, sonsuz olmazdı. Bu izafi varlık, ‘hakiki vücud’un isim ve sıfatlarının sayısız mertebelerden geçerek zuhûra gelmiş bir tenezzülüdür (inmesi). Şehadet âlemindeki varlıkların kendilerine ait müstakil bir varlığı olmadığı ve Hakk’ın isim ve sıfatlarının tenezzüllerinden ibaret bulundukları için, onlar ‘hayâlî sûretler”den ve ‘izâfî’ ve gölge varlıklardan ibarettir. Bu gölge ve hayâlî varlıklar ‘hakiki vücud’a delil ve alâmetlerdir.” (s. 15)

“Ben şimdi size o kaymak üstünden hitap ediyorum”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında KENDİME MAHSUS KAYMAK TABAKASI başlığıyla çıkan 15 Şaban 1443 (18 Mart 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=114&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (ilki söz konusu yazının ilk paragrafının son cümlesi olarak başlığı teşkil etti) bu yazıyı oluşturacak.

“(…) Canını kurtarmak bir şey. O şeyin neme nem bir şey olduğuna akıl erdirmeli. 1950-1960 arasında kurulan hükümetlerle yürüyen Demokrat Parti döneminde TC sınırları içinde piyasa canlandı. Mal alıp satma eskisinden daha çok gelir getirdi. Milletin cebi para gördü. Bu sabit gelirli devlet memurlarının geçim derdinin büyümesi demekti. Evlerinin geçimini salla başını al maaşını siyasetiyle yürüten memurların özledikleri zevkli günlere dönme ümidi 27 Mayıs ihtilâlini arkalamalarına sebep oldu. (…)

Mevlânâ Celâleddîn Rûmi’nin “Fîhi Mâ Fîh” isimli eserinden (Ahmed Avni Konuk’un Tercümesi ve Dr. Selçuk Eraydın’ın Yayına hazırlaması ile İz Yay. 8.Baskı 2009) alıntılar

 

“Namazdan efdal ne olduğunu sual ettin. Ve namazın ruhu namazdan efdaldir dedik. İkinci cevâb budur ki: Îman namazdan efdaldir. Zira namaz beş vakitte ve halbuki îman daima farzdır; ve namaz edâdan sonra sâkıt olur ve tehirine ruhsat vardır. Namazsız îmân fayda verir; ve münâfıkların namazı gibi, îmansiz namaz menfaat vermez.” (s.31-32)

“(…) İmdi Hakk’ın nûrundan yanmağa sabr etmeyen ve ictihâd göstermeyen adam adam değildir. İdrak olunan her şey Hak değildir. Âdem odur ki, ictihâddan boş kalmayıp, bî-ârâm (rahatsız) ve bî-karâr (kararsız) olarak Hakk’ın Celâl nûr’ının etrâfını devr eyliye. Ve Hak odur ki, âdemi yakıp yok ede ve hiçbir akıl onu idrâk edemiye.” (s.36)

Sadreddin Konevî Kitaplığı “İlahi Nefhalar”dan (Ekrem Demirli çevirisiyle, Kapı Yay. 1.Basım: Mayıs 2015) alıntılar

 

“(…) İşittiğin konular üzerinde düşün, onları zihnine yerleştir, bu bilgilerin kıymetini anla ki büyük saadet ve mertebeyi elde edesin! Allah ihsan eden ve kulunu razı olduğu işlere ulaştıracak olandır.” (s.13)

“(…) İşte Hakk’ın söz konusu şe’nlerde (iş, tecelli -a.a.-) ve onların durumuna göre çoğalan zuhuru, halk (yaratılmış olan ve yaratılış) diye isimlendirilir.” (s.14)

“(…) İlahi-tam bilgi şu hükmü beyan etti: Ben kulumun bana olan zannı üzereyim.’ ” (s.17)

” ‘Salih amel O’na çıkar.’ (Fâtır,10) Çünkü ameller kirli nefisleri temizler ve nefisler itaatkâr davranışların nurları ve mukaddes-vehbî(Allah vergisi) ve kazanılmış özelliklerle ulvi derecelere yükselirler. Hz. Peygamber’den bu konuda pek çok rivayet gelir. Hakikati sadece ‘rivayet’ yoluyla öğrenenler için zikrettiğimiz haberlerle şu husus sabittir: Varlıklar Allah’ın kelimesidir ve ‘yaratma’ söz vasıtasıyla gerçekleşir. Söz (kelam) mertebe cihetinden ‘harf’ mertebesinin ardından gelir.” (s.27)

“Bilinmelidir ki kuşatıcı-şamil bir bilgiden ve müşahede kaynaklı tümel- kâmil zevkten sonra celâl ve cemâl mertebelerin hükümlerini aşınca kemal meşrebinden bana değerli-yüce bir müşahede gelmiştir. Bu hâl, hüküm ve eserlerden yücedir ve her çeşit makam, hâl, isim, sıfat, mertebe ve tavır kayıtlarına sığmaktan da münezzehtir. Hak bu müşahedede bilginin hakikatine ve tafsili mertebelerine, eserlerine, gizli ve açık hükümlerine, yüce ve nispi yakınlıklara beni muttali (bilgili, haberli) kıldı. Bana bilginin mensuplarının asıl mertebelerinin tümel-ilahi beş mertebede sınırlı olduğunu öğretti. Onlar isim, sıfat, mümkünlerin hakikatleri ile mücerret manaları ve tecellileri kapsayan gayb mertebesi, onun tam karşısında duyu, şehadet, zuhur ve ilan mertebesidir. İkisinin arasında iki ucu birleştiren orta mertebe vardır. Orta mertebe insana mahsustur ve gayb ile şehadet arasındadır. Orta, yüce ruhlar ile en büyük Ruh’un mertebesi ve Yüce Kalem diye isimlendirilmesinden dolayı yüce emir ile yazmış olduğu işlerdir. (…)