Mart 2022 Posts

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi II’den (Muhyiddin İbnu’l Arabî, Tercüme Ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanlar: Prof.Dr.Mustafa Tahralı- merhum Dr.Selçuk Eraydın, İFAV 7.Baskı İstanbul-2017) alıntılar

 

“(…) Eğer ameller sâlih ise güzel sûrette; ve eğer çirkin ise çirkin sûrette gövdelenir. Dolayısıyla herkes dahil olacağı cennetin nimetlerini ve diğer nimetlenme sebeplerini bu âlemde tahsîl edip berâberce götürür. Zîrâ ‘dünya âhiretin tarlasıdır’ buyrulmuştur. Ve kâfirler (inkârcılar) ise cehennemi ve cehennemdeki azâb türlerini dünyada tahsîl edip oraya intikal hâlinde birlikte götürür. İşte bunun için Hak Teâlâ ‘Cehennem kâfirleri şu anda dahi kuşatıcıdır’ (Tevbe, 9/49) buyurmuştur.” (s. 7)

“Şu halde Muhammed ümmetinden olan bizler için Allah Teâlâ iki yükseklik arasını topladı: birisi amel ile mekân yüksekliği ve diğeri ilim ile mertebe yüksekliği.” (s. 7)

“Bizans Osmanlı idaresi altındaki Türklerin kollarında canını verdi.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında ” “ELLE TUTULUR OSMANLI NEREDE VE NE ZAMAN?” başlığıyla çıkan 8 Şaban1443 (11 Mart 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=113&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan ( ilki söz konusu yazının ikinci paragrafından bir cümle olarak başlığı teşkil etti) oluşacak bu yazı.

“(…) Modernleşmenin Türk’ün gölgesinde gerçekleştiğini yarım yamalak beyan eden İngiliz tarihçi Lord Acton’dır. Bu tarzdan itirafa –Acaba buna itiraf demek ne kadar doğru olur?- başka birinde rastlamadım.

(…) Gentile Bellini’nin yaptığı portrede altı Bizans imparatorluğunu temsil eden taçlar vardır. Buradan ‘Doğu Roma’ tahtında bir sarıklı oturmaktadır yorumu kendini doğrulatabilir. 

Tarihin doğrulattığı hükümler var mıdır? Eğer bilinçli yaratıkların tarihi söz konusuysa tarihin doğrulattığı hükümler yoktur. Çünkü tarih o sahneye çıkanların tarihinden ibarettir. (…) İnsan ve onun tarihi birbirinden kopamaz. Tarihi galiplerin yazdığı fikrine bu sebepten sapıyoruz. Galipler mağluplara bir tarih giydiriyor. Mesele giydirilen tarihin mağlupların üstünde nasıl durduğudur.

“Her bir uzvum ve eklemim Senin yâdını taşır” (Hallac-ı Mansur; Fütûhât-ı Mekkiyye, M.İbn Arabî, Ekrem Demirli çevirisi,c.16, s.47-49)

 

Muhyiddin İbn Arabî’nin (m.1165-1240) bu ünlü eseri Ekrem Demirli çevirisi ile Litera Yayıncılık’tan 18 cild olarak 2011-2012’de yayınlanmış bulunmaktadır. Bunlardan 16. cildin Beş Yüz Beşinci Bölümü’nün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (onlardan biri de başlığı teşkil etti) oluşturacak bu yazıyı.

Bu bölüm menzili ‘Rabbinin hükmüne sabret, gözlerimizin önündesin’ (et-Tûr, 52/48) Âyeti Olan Kutub’un Halinin Bilinmesi’ olarak ifade edilmiştir. “Bu menzilde bulunanlardan birisi arkadaşımız Merakeşli Muhammed el-Merakeşî idi.”

Varlığın kalbi nedir? Benim varlığımdır o / Müşahede de öyle! Benim müşahedemdir o

Kalp benim, hâkim olan benim kalbim / O benim şah damarımın mesabesinde

(…)

Beni gören O’nu görmüş demektir / Beni görmeyen secde farzını yapmamış demektir

Secde farzı kime düşer: Hakkın varlığım olduğunu söyleyene

Şair ‘Kendini bilen rabbini bilir’ hadisine atıfta bulunmaktadır. Muhammed el- Merakeşî’yi Merakeş’te görmüştüm. Gece gündüz çok sohbet ederdik. Onun düsturu bu âyetti. Herhangi bir iş nedeniyle gönlünün daraldığını hiç görmemiştim. (…) Kendisine ‘İnsan tabiatına nahoş gelen hadiselerin sana ulaşması hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sorunca şöyle demişti: ‘Başlangıçta sabrettim. İlahi hüküm karşısında gösterdiğim sabır hakikati müşahede etmemi sağladı. Müşahede ise beni her türlü hükümden alıkoydu. Artık her şeyi Allah ile görüyorum. (…) Siz belanın hükmünü görüyorsunuz, halbuki hepsi O’nun katından!’ (…) Bu zevk bilinmeyen bir zevktir. Edebi çoktu, konuşması da çoktu. (…) Bu durum hatırlatıldığında şöyle derdi: ‘Ben konuşurken yükümlülüğümü yerine getiriyorum. Sen ise oturup oturmamada dinleyip dinlememede serbestsin! Ben bir sağırla konuşmuyorum, söylediklerimi duyan birisiyle oturuyorum.’ (s. 47-48)

İsmail Kara’nın “Dağ Ne Kadar Yüce olsa Portreler 2” Kitabından (Dergâh Yay. 1.Baskı, Kasım 2020) alıntılar

 

“Bu kitap ilk baskısı 2005 yılında yapılan Sözü Dilde Hayali Gözde‘nin ikinci cildi sayılır. (…) Aralarında annem, babam ve ‘erken’ yola revan olan bir arkadaşım da var. (…) İnsanı, insanları, cemiyeti, milleti, memleketi (isterseniz insanlığı da diyelim) tanımak, anlamak, şerhetmek zor bir iş olduğu kadar insanların arasında yaşayan, onların arasında ünsiyet kurarak varlık kazanan tek tek fertler için aynı zamanda bir mükellefiyet ve zarurettir. Hususen bir memleketin eğitim almış insanları, âlimleri, aydınları, sanatkârları ve yöneticileri için… (…) Önem atfederek ve zevkle, aynı zamanda bir vazife sâikiyle yazdığım portre metinlerinin bir kısmını daha ‘kahramanlar’ımın vefat tarihlerine göre sıralayarak bu kitaba alıyorum. (…) Bu değerler sadece geçmişi ve bugünü ele vermeleri açısından değil gelecek tasavvuru bakımından da fikir verecek, yol işaretleri olacaktır. (…) Uzun yolculuğa çıkıp rahmet deryalarına dalanlardan bende kalanların kayıtları köprüler kurup yol katederken belki size de rehberlik ve yoldaşlık yapabilir.” (“İfade-i Meram” başlıklı bölümden, s. 5-6)

Yunus Emre’nin “Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında” şiirinden alıntı olarak ilk ve son dörtlükler: Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın? /Göçtü kervan kaldık dağlar başında. / Çağrışır tellallar inanmaz mısın? /Göçtü kervan kaldık dağlar başında. (…) Yunus sen bu dünyaya niye geldin ? / Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin. / Enbiyaya uğramaz ise yolun, / Göçtü kervan kaldık dağlar başında. (s. 9)

İsmet Özel’in harf devrimi öncesi Türkçesiyle annesinin anısına yazdığı ve İ.M.D.’nce hazırlanıp yayınlanmış bulunan “Bir Yusuf Masalı” kitabından(TİYO, I. Baskı: Ramazan 1442/2021) günümüz Türkçesiyle birkaç dize

 

“Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız / Ve devam ediyor başkalarının hıncıyla” (kitabın arka kapağında)

“Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı / Ölmedim genç olarak, ölmedim benî leylâk / Bu kelimelerinin içinden ve dışından / sarmaladığı günler de bir zamandı” (s. 9)

“Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi / Genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için / Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın ma’zereti / demedim dilemen avucuna gelen her ne ise / Vay ki gençdim / Ölümle paslanmış buldum sesimi.” (s. 10)