“617/1220 yılındaki Moğol istilası esnasında, bazı servislerle beraber Hemedan’dan kalkıp Erbil-Musul üzerinden Anadolu’ya geçen ‘Necm-i Râzî’ veya ‘Necm-i Daye’ lakapları ile tanınan Şeyh Necmuddin-i Râzî, önce Kayseri şehrine yerleşerek orada Farsça meşhur eseri Mirsâdü‘l İbâd‘ı yazmaya başlayacak ve 628/1230 yılında Sivas’ta iken bu eserini tamamlayacaktır. Bu kitabının başında (s. 20-21), Anadolu’da irfan ehli için güzel bir ortam bulunduğunu şu sözlerle dile getirir: ‘Müslümanlar emniyet, asayiş ve huzuru Selçuklu hanedanının mübârek sancağının gölgesi altında buldular. Bu dindar padişahlar zamanında yapılan medreseler, zâviyeler, kervansaraylar, hastaneler, köprüler ve diğer hayır müesseseleri hiçbir devirde meydana getirilmemiş, âlimlere, zâhidlere ve halka gösterilen himaye ve şefkat, hiçbir zamanda bu derece olmamıştır.” (s. 10-11)
“Dâye Malatya’da iken Abbasî halifesinin elçisi olarak Konya’ya gitmekte olan Şeyh Ebu’l-Hafs Sühreverdî kendisiyle görüşmüştür. Konya’ya geldiğinde ise hem Mevlânâ hem de Konevî ile görüşür. Hatta Câmi’nin naklettiğine göre, o buluşmada namaz kılarken imamlığı Dâye yapmış her iki rekâtta da ‘Kâfirûn’ süresini okuyunca Mevlânâ Konevî’ye dönerek, ‘birini senin için diğerini de benim için okudu herhalde,’ diye latife yapmıştır. Dâye, yaklaşık otuz beş yıl Anadolu (Bilâd-ı Rum) topraklarında yaşamıştır ki bu az bir süre değildir.” (s. 11)
“Selçuklu sultanlarının meşayıha olan hürmeti tıpkı bir şeyh-murid ilişkisi gibiydi. Mesela I. Gıyaseddin Keyhüsrev (ö. 1211) ikinci kez tahta geçer geçmez ilk iş olarak Şam’a gitmiş olan Şeyh Mecdüddin İshak’i yanına çağırarak hem en önemli danışmanı hem de çocuklarının hocası yapmıştır. (…) Bu şeyh Mecdüddin, Sadreddin-i Konevî’nin babasıdır, aynı zamanda Şeyhü’l-Ekber ünvanıyla maruf olan Muhyiddin İbn Arabî’nin dostudur. Vefatından sonra oğlu Sadreddin’in yetiştirilmesini dostu İbn Arabî üstlenecektir ki bu olay aslında ‘Ekberiyye’ fikirlerinin hem Anadolu hem İran coğrafyasında yaygınlık kazanmasının başlangıcıdır.” (s. 11)