Nisan 2022 Posts

İsmail Kara’nın “İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz Şerh Ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not” kitabının(Dergâh Yayınları 1.Baskı 2011) birkaç yerinden alıntılar

 

” (…) Şerh ve haşiye meselesiyle de irtibatlı olan asıl iş, içinde yaşadığımız şartlarda İslami ilimlerin, bilginin, ürünün, eğitim-öğretim tarzlarımızın, bunların üzerinde işleyen Müslüman tasavvur dünyasının ve nihayet Müslümanca yaşama biçiminin nasıl ve hangi istikamette devam edeceği, doğru, yeterli ve yerinde devam edip edemeyeceği, nihayet tarihi ve aktüel problemlerimize çözüm üretip üretemeyeceğidir. İş buraya intikal ettiğinde mevcut durumun ve tedavülde olan bakışaçılarının yol açan değil yol kesen bir karaktere sahip olduğu söylenebilir. (…) İlim olsun da bilmesin, tarih olsun da hatırlamasın; olacak şey midir bu!? Evet öyledir, ilim her şeyi bilmez, tarih her şeyi hatırlamaz. Gelişigüzel şeyleri veya önünüze getirilenleri değil de bir şeyi bilmek ve hatırlamak için bir iradenin, bir davanın ve iddianın, bir hayat tarzı arayışının devreye girmesi lâzım. Bizim meselemiz açısından belki daha da ehemmiyetli olan neyi, ne kadar, nasıl bileceğimiz; neleri, niçin, ne ölçüde hatırlayacağımız, nihayet önceliklerimizin ne olacağı sorularıdır.

(…) Hayli ilgi uyandıran ve beklenebileceği şekilde tedirginliklere de sebebiyet veren bu mütevazı fakat öncü yazılardan sonra şerh ve haşiye dosyası hep açık ve canlı kaldı. D.İ.Başkanlığı’nın düzenlediği 4. Dinî Yayınlar Kongresi-Dinî Klasikler Semineri’ni (Ankara, 30 Ekim 2009) vesile edinerek sunduğum, ‘Klasik kaynakları anlamak bakımından şerh ve haşiye geleneği’ başlıklı tebliğle, yıllardır yazmayı düşündüğüm bir metnin nihai hale doğru seyreden önemli bir aşamasını telif etmek mümkün oldu. Nihayet bu çalışmanın kitaplaşmadan önceki merhalesi uzun bir makale halinde yayınlandı (‘Unuttuklarını hatırla! Şerh ve haşiye meselesine dair birkaç not’, Divan, sayı:28, 2010, s. 1-67.) (…)” (s. 7-8)

İsmet Özel’in “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” kitabından(TİYO Yayınları 1. Baskı 2021) alıntılar (2)

 

“Kim olursak olalım hayatta kalabilmek için bir şeyleri sabitleyerek yaşarız. Tumturaklı insan sabiteleri dışardan fark edilmiş insan demektir.” (s. 71)

“Başarısız şair demek şiirde neler olup bittiğini anlamadığı halde şiirde ısrar eden demektir.” (s. 89)

“Bilhassa XV. Hıristiyan asrından bu yana Osmanlı devleti neyi ile övünme yolunu seçti? Övündüğü şeyler övünmeğe değen şeyler miydi?” (s. 98)

“Edebiyat şahsa, bir şahsın kendini bilmesine mahsus bir çağrı olduğu için bir okura bir kalem sahibini zorla sevdiremezsiniz. Bu sebeple edebiyatın en büyük düşmanı edebiyat dersleridir.” (s. 108)

“Yerküre üzerinde bir cemaat var ki kıyametin koptuğunu gözüyle görse bile elindeki son hurma fidanını dikmekte ısrarlıdır. Allah’tan ümit kesilmeyişinin vardığı yer orasıdır. (s. 109)

“Toplumlar hiyerarşik bir üstünlüğe göre değil hayrın ve şerrin o toplumdaki yerine göre sınıflandırılmışlardır.” (s. 116)

“Türkler’in sevdası hâlâ kendilerini Batı’ya beğendirme alanını aşamamıştır.” (s. 117)

“Felsefe Geleneğinin İnsan Tasavvuru -Bilgi Teorisi-” üzerine bir yazıdan alıntılar

 

Prof. Dr. Ömer Türker‘in “İslam Düşünce Gelenekleri Kelam-Felsefe-Tasavvuf ” isimli kitabının (Ketebe Yayınları, 2. Baskı 2021) başlıkta belirttiğim bir bölümünü (s. 69-74) oluşturan bir yazıdan yapacağım bazı alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı.

“(…) Fârâbi, İbn Sîna, Ebû’l-Berekât el-Bağdâdî, İbn Bâcce, İbn Rüşd gibi önde gelen filozoflar arasında zaman zaman derin görüş ayrılıkları bulunsa da genel olarak felsefe geleneğinin insan tasavvurunu anlatmaya imkân verecek ortak bir çerçeve olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Endülüs ve Magrib dışındaki bölgeleri içeren Doğu İslâm dünyasında Kindi’yle başlayan felsefi soruşturmalar, İbn Sîna’nın eserlerinde bir olgunluğa erişmiş ve onun kitaplarında dile gelen anlatı, bizzat kendisinin şahsî görüşlerini dile getirmekten öte bir temsile kavuşmuştur. Sonraki dönemlere damgasını vuran bu anlatıya göre insan, ruh ve beden olmak üzere iki cevherden müteşekkildir. Ruh tamamıyla manevî veya aklî bir cevher iken beden maddî bir cevherdir. Dolayısıyla insan, bedeni açısından maddi ve fiziksel bir mevcut iken ruhu açısından hakiki anlamda metafizik bir mevcuttur.” (s. 69-70)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’den olabildiğince kısa ifadeler hâlinde alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin eseri olan Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni Konuk tarafından 1929 öncesi Türkçesine tercüme ve o Türkçe ile şerh edilmiş; Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın da o tercüme ve şerhi günümüz Türkçesiyle dört cilt olarak yayına hazırlamışlar ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları (İFAV) kapsamında yayınlanmış, bunların en azından 6. ve 7. Baskıları (2017) yapılmıştır.

” ‘Kader’ kazânın tafsîlidir. ‘Kazâ’ bir vakit ile kayıdlı olmadığı halde, ‘kader’ vakitlerden bir vakit her bir sabit hakikatin özel sebepleri altında mertebelerin tümünde zuhur edecek hallerini takdîrden ibârettir.” (s. 23)

“Fiiller kuvvet ile tezâhür edeceğinden, ilâhî fiiller de melâike-i kirâm ile görünür olur. İlâhî kuvvetlerin ismi Enbiyâ aleyhimü’s-selâm dilinde ‘melâike’dir. Zira ‘melek’ ‘kuvvet ve şiddet’ manâsınadır. Melekler iki kısımdır: Birisi tabiî, diğeri unsurîdir. Melâike-i tabiiyyûn (tabiata ait melekler), unsurların bulunmadığı uzayda tabii sûretlerden oluşmuş bulunan yüce ruhlardır. Bunlar uzayda oluştukları ve unsurlardan bileşmiş cisimlerle ilişkili olmadıkları için Âdem’e secde ve itaat ile emr olunmadılar. ” (s. 27)

“Fîhi Mâ Fîh”den alıntılar

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin (m.1207-1273) bu eserinin mütercimi Ahmed Avni Konuk (1868-1938), yayına hazırlayanı Dr. Selçuk Eraydın (1937-1995) olup İz Yayıncılık’tan 8. Baskısı 2009’dadır.

“Hz. Mevlânâ Kur’ân-i Kerîm’in sûretini doğru okumaya çalışıp, mânâsından habersiz ve alâkasız olanları, cevizin kabuğuyla oynayıp içinden habersiz çocuklara benzetiyor.” (s. XIV)

Mevlânâ Kur’ân-ı Kerim’deki (Kehf, 18/109) “De ki, Rabbimin kelimeleri için deryâ mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin kelimeleri bitmeden önce deniz tükenir,” âyet-i kerîmesini delil göstererek, kelimetullâhın tükenmeyeceğini; halbuki elli dirhem mürekkep ile Kur’an-ı Kerîm yazmanın mümkün olacağını ifade edip, suret bir ve sınırlı olmakla berâber mânânın sonsuz olduğunu söylüyor.” (s. XlV)

“Mevlânâ sûreti cemâd hükmünde mütalaa eder ve sadece sûreti gören kimsenin manâya yol bulamayacağını; suret-bîn (sûreti görücü) olan kimselerin, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, yolun çocukları mesâbesinde bulunduklarını söyler.” (s. XV)