Mayıs 2022 Posts

‘Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’den alıntılar

 

Muhyiddin İbnu’l Arabî‘nin müellifi, Ahmed Avni Konuk‘un mütercimi ve şârihi olduğu, Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın‘ın yayına hazırladığı eserin dördüncü cildi’nden (İFAV, 2017, 6. Baskı) yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İsmâil Fennî’nin beyanına göre Fusûs şarihi Bâli Efendi, İbnu’l-Arabî ‘Firavn’ın îmanının sıhhati’ hakkında ileri sürdüğü delilleri nass olmak üzere zikretmemiştir; şayet etseydi son sözünü ‘Bu husustaki emr Allah Teâla’ya aittir’ tarzında söylemezdi.” (s. 41)

“İmdi kıyâmet ol, kıyameti gör; her şeyi görmek için bu şarttır. Akl olursan, aklı kemâliyle bilirsin. Aşk olursan aşkı cemâliyle görürsün.” (Mesnevî’den tercüme) (s. 2)

“Hak, aklî makam olan cenâb-ı İlyas’da münezzeh oldu. Çünkü Hz. İlyas, şehvetlerden mücerred (soyut) olup, mücerred rûh olarak kaldı. Ve şehvetlerden mücerred olan melekler, ruhlar ve akılların marifeti tenzih üzerine olduğundan onda da tenzih görünür oldu. (…) Ve tenzih ilâhî ma’rifetin yarısıdır.” (s.31)

İbrahim Kalın’ın ‘Barbar Modern Medenî Medeniyet Üzerine Notlar’ kitabından(İnsan Yay. 1.Baskı 2018) alıntılar

 

“(…) Sezai Karakoç, tek bir medeniyetin bulunduğunu, bunun da vahye dayalı ‘Hakikat Medeniyeti’ olduğunu söyler. Karakoç’a göre ‘Medeniyet, temelde tektir ve medeniyet meşalesi ilk insandan bugüne elden ele taşınarak gelmiştir.’ (S.K., Düşünceler I (İst. :Diriliş Yay., 2017; 7.Baskı), s.17. S.K.’un bu temel düşüncesi diğer eserlerinde de karşımıza çıkar. Bkz. Çıkış Yolu II: Medeniyetimizin Dirilişi, Dört Konferans (İst.:Diriliş Yay., 2017; 6.Baskı). Ahmet Davutoğlu, farklı medeniyet tasavvurlarının farklı ben- idraki formları ürettiğini savunmak suretiyle, hem medeniyet kavramına pozitif bir anlam yükler hem de medeniyetlerin çoğulluğuna işaret eder. (A.D., ‘Medeniyetlerin Ben-idraki’, Dîvân: İlmî Araştırmalar, sy.3(1997/1), s. 1-53.) Küresel çatışmaların ve kimlik-temelli gerilimlerin medeniyet tasavvuru düzeyinde cereyan ettiğini ileri süren Huntington gibi düşünürlerin yanısıra farklı medeniyetlerin bir çatışma sebebi olmadığını savunan görüşler de medeniyet tartışmalarının günümüzdeki yansımalarını ortaya koymaktadır. Batı medeniyeti hakkında ne düşündüğü sorulduğunda Mahatma Gandi’nin ‘Bu iyi bir fikir olurdu.’ şeklindeki cevabı da medeniyet kelimesinin siyasi ve kültürel anlamları ve medeniyet-sömürgecilik ilişkisi hakkında önemli ipuçları vermektedir.

Buna mukabil, medeniyet kavramına karşı çıkanların olduğunu da ifade etmeliyiz. Medeniyeti işlevsiz bir soyutlama ve seküler bir din olarak reddeden İsmet Özel’in Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma adlı eseri yahut Nobel edebiyat ödülü sahibi Güney Afrikalı J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanı, medeniyet kavramının farklı gerekçelerle yüceltilmesine karşı çıkan çalışmalar arasında zikredilebilir. Freud’un Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları isimli kitabı, medeniyetin insanın derin duygularını ve güdülerini maskelemek için icat edilmiş bir soyutlama olduğunu savunan ve bu yüzden medeniyet karşıtı literatüre dahil edilebilecek eserlerin başında gelmektedir. (…)” (s. 33)

“Dünyadan ancak hangi dünyayı kast ettiğimizi tasrih ederek söz edebiliriz.”

 

İsmet Özel’in İstiklal Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan İRİLE UFALA TARİH başlıklı, 19 Şevval 1443 (20 Mayıs 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=123&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (ilki de ilk paragraftan bir cümle olarak başlığı teşkil ediyor) oluşacak bu yazı.

(…) Her ikisi de birer böcek olduğu halde karıncaların âlemi arıların âleminden farklıdır. Bu yüzden biz Müslümanlar Allah’tan ‘âlemlerin rabbi’ tabiri yardımıyla söz ederiz. (…)

Dünyayı ihata ettikleri izlenimi uyandıran iki süper güçten -ABD ve SSCB- söz edildiği dönemi geride bıraktık. II. Cihan Harbi’nden sonra yıllarca iki süper güç dünya siyasetinin kefili sayıldı. Temelde itiraz etsem de bu kefalete benim de göz yumduğum vakidir. (…) SSCB haritadan silindikten sonra hem Çarlık döneminin, hem de Sovyetlerin kalıntıları üzerinde yükselen modern Rusya’ya yeni bir süper güç yaftası yapıştırılmadı; ama Rusya hâlâ eskisi gibi bir kötülük kaynağı resmine uygun gösterildi.  (…) Çok küçük yaştan itibaren insanlara dünyanın elden gittiği öğretiliyordu. Yani çevrecilik adı verilen ideologi bütün resmi kuruluşların itibarından yararlanmak istedikleri bir kanaat haline dönüştü. Böylece gerçekleşen neydi? Hiroşima ve Nagazaki’nin yerle bir edilmesiyle başlayan Bomba Kültürü yerini Kirlilik Kültürü’ne bıraktı. Bugün Kirlilik Kültürü’nün yerini neyin alacağını merak bile etmiyoruz.

İstiklâl Marşı Derneği Konya Şubesi’nce hazırlanan ‘Türkün Dili Kur’an Sözü’ isimli kitabın(TİYO, Nisan 2013 1.Baskı) ilk sayfalarından birkaç alıntı

 

“Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfleri dışarıda bırakarak Türkçe’ye Arapçadan geçmiş -varsa eğer- bir kelime bulmak hayli müşkül bir iş…” (Durmuş Küçükşakalak, s. ix)

“(…) Dilin kaynağı nedir, dil nereden çıkıyor diye sorulabilir mi? Çünkü inkâr edemediğimiz bir şey var: Göz kendini göremez. Görmek için kullandığımız uzvumuz kendini göremez, ancak görebilir. (…) Aynaya bakmanın sebebi, aynaya bakmanın sonucudur. Onun için ‘Göz kendini göremez.’ cümlesine: ‘Ne münasebet, ayna koyarsan görürsün.’ diye cevaplandıramazsın. Aynada da göremezsin.

(…) Almanlar bizim ‘dil’ dediğimiz kelime yerine ‘sprache‘ diyorlar, yani bizim ‘konuşmak’ diye söylediğimiz şey. Demek ki dilin kendisi de ne menem bir şey olduğunu söyleyemez.” (İsmet Özel, s. x) “(…) Neden biz bu lisan meselesine takmışız? Çünkü mekan hissimiz lisan ile mukayyettir. (…) Biz mevcudiyetimizi yani cismani varlığımızı lisânla hem emniyete alırız, hem de hissederiz. (…) Dolayısıyla insanın lisanı hem cismani varlığının ispatıdır, hem de bir vatanı olduğunun işaretidir. (…) Yani lisânı olmayanın vatanı olması ihtimali yoktur. Lisânsız vatan olmaz. Dilin menşei dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in bize öğrettiğine dikkatimizi çevirdiğimiz zaman anlarız ki Âdem’e ilk öğretilen şeyler isimler, kelimeler. Sadece bu değil, aynı zamanda meleklere dönülerek, ona secde etmeleri emrediliyor. Kelimeler insanın sadece mevcudiyetini işaret etmiyor, aynı zamanda insanın fâik (manevî olarak üstün -a.a.) olduğunu da gösteriyor. Kelimeleri olmadığı zaman insan dûn (aşağı -a.a) bir şey” (İsmet Özel, s. x-xi)

‘Teklif’ isimli iki aylık düşünce dergisi’nin(Ketebe Yay.) Mayıs 2022/3 sayısından alıntılar (2)

 

“Özgürlükten bahsederken sanki bu âleme ait olmayan, dolayısıyla bu âlem karşısında insanın kendi özgünlüğünü tahakkuk ettireceği bir tutanak, bir dayanak var mı yok mu diye bir soru soruyoruz.” (Tahsin Görgün) (s. 22)

“Küllî bir iradenin tahakkuk ettiricisi olarak cüz’ı iradeye sahip olmak ise bunun bilincine vararak tabakalarını takdir etme ve birisinden azat olabilme kararını verme yetisidir. Yani kendisini birinden kurtarıp ötekinin vasatı haline getirebilme kararını verme özelliği.” (Ömer Türker) (s. 26)

“İslâm hem trajik yani mahkum hem de mazlum insan anlayışını reddeder. Miraç hadisesi bunu temsil eder. Hz. Peygamber insanlığı temsilen tüm fizik kuralları, onları vazeden Cenab-ı Hak tarafından çiğnenerek huzura çıkarılır ve özgürlüğün temeli olarak muhatap alınır. Tanrı tarafından muhatap alınmak özgür olmak demektir. Çünkü biz de ancak özgür insanı muhatap alırız . Aynı ontik düzlemde bulunduğumuzu düşünmediğimiz kişiye deriz ya, ‘Muhatabım gelsin; sen benim muhatabım değilsin.’ İşte miraçta Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber’i yani insanlığı muhatap aldı. Fakat bu muhataplığın yani özgürlüğün bedeli olarak ona bir teklifte bulundu; yani insanlığından mükellef ve mesul kıldı. O halde Hz.Peygamber’in şahsında bizim muhatap alınmamız , yani insanın Cenab-ı Hakk tarafından muhatap alınması özgürlüğümüzün kaynağıdır. (…)” (İhsan Fazlıoğlu) (s. 27-28)