Mayıs 2022 Posts

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-III’den (te’lif: M.İbnu’l Arabî, tercüme ve şerh: Ahmed Avni Konuk, Yayına hazırlayanlar: Mustafa Tahralı- Selçuk Eraydın, İFAV Altıncı Baskı 2017) alıntılar

 

Eyyubî Kelimede Mündemic (içkin) Olan ‘Gaybî Hikmet’ Beyânındaki Fassdan alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

” Bilinsin ki, Eyyûb (a.s.)ın gaybî sâbit hakikati gereğince, bu şehadet âleminde vücûdunda görünür olan hastalığın yok olması için Hak Teâlâ (anlam olarak:) ‘Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik).’ (Sâd, 38/42) buyurdu; ve onun için gayb tarafından soğuk su meydana çıkardı; bu soğuk su vasıtasıyla onun vücûdundaki artan harâret azalarak mizâcı itidal mertebesine geldi. Dolayısıyla belânın başta gayb tarafından inmesi ve daha sonra sabır ve savaşına karşılık, yine gayb tarafından soğuk suyun zuhûru, ‘gaybî hikmet’in Eyyûbî kelimeye tahsîsine sebep oldu. Vâkıâ Hak Teâlâ hazretleri, cümlenin gayblarının gaybı ve onun hüviyeti ulvî ve süflî bilcümle şeylere ilişir olduğu cihetle, ne kadar ilahî kelimeler varsa, bu ‘gaybî hikmet’in hepsine ilişmesi var olup, hiçbir varlık kelimesinin bu kapıda ihtisâsı yoksa da, bu gaybî hükümlerin zuhûr tarzı, Eyyûb (a.s.)ın vücûd kelimesinde ilk ve son olarak özel bir surette vaki olduğu cihetle, ‘gaybî hikmet’ onlara tahsîs kılındı. Ve ancak muhammedî ümmetten Eyyûb (a.s.)ın kitabını hâlen okuyan, yani belaya mübtelâ olup, sabır ve mücahededen sonraki Allah’a yalvarıp yakarması üzerine bu belâdan kurtulan her bir ferd, bu ‘gaybî hikmet’in zevkiyle zevklenmiş oldu.

Bilinsin ki muhakkak hayatın sırrı suda sürer oldu. Böyle olunca o, unsurlar ve esasların aslıdır. Ve işte bunun için Allah Teâlâ diri olan her şeyi sudan yarattı. Ve varlıkta ancak diri olduğu halde mevcud olandan başkası yoktur; zira hiçbir şey yoktur, illa ki o, Allâh’ı hamdiyle tesbih eder olduğu halde mevcuddur; velakin onun tesbihi anlaşılmaz, ancak ilahî keşf ile anlaşılır; ve Hakk’ı ancak diri olan şey tesbih eder. Bundan dolayı herşey diridir ve her şeyin aslı sudur.

Fütûhât-ı Mekkiyye, c.11’den (te’lif: M. İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2009) alıntılar

 

“Samimi dostum, bilmelisin ki, Allah yaratıklarının sayısınca gökten yere doğru miraçlar (merdivenler) belirlemiştir. Gökteki her ayak yeri, Allah’ı tespih eden bir melekle doludur. O melek Allah’ı onun adına belirlenmiş zikirle zikreder. Allah Teâlâ’ya ait yeryüzünde de bu kadar melek vardır ve onlar hiçbir zaman göğe yükselmezler. Göktekiler de yeryüzüne inmez. ‘Her biri namazını / duasını ve tespihini bildi ‘ (en-Nûr, 24/41) (…) Allah meleklerin miraçlarını Kürsüden göklere doğru belirlemiştir. Bu esnada melekler göklerde bulunanlara özgü ilahi emirleri getirirler. Bunlar, ayrım özelliğindeki (furkanî) işlerdir. (…) Allah’ın akla iradî bir tecelliden meydana gelmiş zatî bir yardımı vardır. Böylelikle akıl, bu genel tecellîde tafsilî bilgileri öğrenir. (…) Sidre nur ağacıdır ve cennetteki yüksek ağaçlar ile yere ait süfli ağaçların hakikatleri ona ulaşır. Kökleri ise zakkum iken köklerinin dalları unsurlar âlemindeki bütün acı ve zehirli ağaçlardır. (…) Öyleyse Sidre dünyada, cennette ve cehennemdeki bütün bitkilerde ve cisimlerde büyümenin ilkesidir. Onun üzerinde öyle bir ışık ve parlaklık vardır ki, âlemde hiçbir bilgi sahibi onu niteleyemez. (…) Hz. Peygamber sahih bir hadiste şöyle demiştir: ‘Her gün yetmiş bin melek Beyt-i mamur’a girer ve bir daha geri dönmez.’ Allah’ın mülkünün ne kadar geniş olduğuna bakınız! (…)

En sonunda yedinci göğe iner. Burası yakın göktür. Getirdiği emanetleri orada bulunanlara ulaştırır. Yanında her göğün sahibinin gücü olduğu halde, inmesi için göğün kapıları açılır. Onunla birlikte bütün sabit ve hareketli yıldızların güçleri ile feleklerin güçleri ve felek hareketlerinin güçleri de iner. (…) Öyleyse inen her ilahi emir ilahi bir isimdir. (…) Binaenaleyh ilahi emir, iniş yolu boyunca uğradığı bütün sûretlerin bir toplamıdır. (…) En sonunda toprağa ulaşır. Burada yaratıkların kalplerine tecelli eder. Kalpler de -istidatlarına göre- onu kabul eder. Kalplerin kabulü türlü türlüdür. İnsanların kalplerinde bulduğu hatıralar ve düşünceler (bu kabulden) meydana gelir. Onlar, bu hatıralara göre çalışır, arzu duyar ve onlar nedeniyle hareket ederler. Bu hareket itaat olabileceği gibi günah veya mübah da olabilir. Öyleyse maden, bitki, hayvan, insan, yeryüzüne ait bir melek veya göğe ait bir melek; kısaca âlemdekilerin bütün hareketleri, yeryüzüne inen bu ilahi emirden ibaret olan bu tecelliden gerçekleşir. İnsanlar kalplerinde kaynağını bilemedikleri düşünceler bulurlar ki, onların kaynağı budur. (…) Bütün bunlar, ilahi emrin âlemdeki bu kimselerin hakikatlerine yönelik elçileridir. (…) Bütün âlemlerde ulvî ve süflî etkiler bu elçiler vasıtasıyla gerçekleşir. (…) Bu ilahi emri bir başkası, onu başkası takip eder. el-Aziz ve el- Alim’in takdirine göre, her nefes ilahi emir böyle iner.

“Teklif” isimli iki aylık düşünce dergisinden (Ketebe Yayınları, sayı:3 Mayıs 2022) alıntılar (1)

 

“Gerçeklik tasavvurumuzda eyleme bir yer açmamız gerek. Öyle bir gerçeklik tasavvuru inşa etmemiz lazım ki onun içinde eylem de olmalı. Kısaca, eylem gerçekliğin bir parçası mıdır yoksa gerçekliğin bir işlevi midir?” (İhsan Fazlıoğlu) (s. 18)

Yine İhsan Fazlıoğlu’nun şu cümlesi: “Eylem, bizim korkudan âzâde olmamızın, uzak kalmamızın zeminidir.

“İhsan Hoca özgürlüğü eylemin uzantısı olarak vazetmiyor. İhsan Hoca hulfî (sözünde durmamayla ilgili) kıyas yapıyor ve diyor ki, eyleyebiliyorsak özgürüz. Bu, tersinden bir kanıtlama olduğundan hulfî kıyastır.” (Ömer Türker) (s. 24)

Ahlâk kitabının ikincisini yazarken bu meseleyi tamamen imkân kavramı üzerinden ele aldım. Sanki birlik noktamız burası, imkân kavramı.” (Ömer Türker) (s. 24)

“Çok güzel! İmkân bir belirsizlik, bir bütün değil; kendini eylemin eşliğinde gelecekte açığa çıkarıyor ki, buna tahakkuk diyebiliriz.” (İhsan Fazlıoğlu) (s. 24)

“İmkân niye önemli? Çünkü imkân fizik içinde olmakla birlikte hem fiziğe ait olan hem de fiziğe ait olmayan bir şey.” (Ömer Türker) (s. 24)

“Evet! Belirlilik ve belirsizlik; fizik ve metafizik. Ya da Tahsin hocanın dediği aşkın ilke.” ( İhsan Fazlıoğlu) (s. 24)

Özgürlük yeni uydurulanlar arasında benim en fazla beğendiğimdir. Kelime ‘öz’ ve ‘gürlük’ten oluşuyor. Kısaca mevcut olan bir özün gürleşmesini, gelişerek neşvü nema bulmasını ifade ediyor. (…) Özgürlük, kayıtlardan âzâde olmayı değil, aksine bağlanmayı gerektiriyor. (…)” ( Tahsin Görgün) (s. 25)

“Hocam bak çok enteresan ‘ök’ deyince hatırlattın. Atların yazıda yabanda yere sikke çakılarak bağlanmasına bizim orada ‘öklemek’ derler.” (Ömer Türker) (s. 25)

“Ama işin ilginç tarafı biliyorsunuz bizim Türkçede kullandığımız başka bir kelime daha var Farsçadan gelen ‘serbest’. Yani Farsça olarak geliyor ama o kelime aslında Türkçede Farsçasının tam aksi manada kullanılıyor. Ama bence doğru kullanıyoruz biz. Serbest, beste bağlamak demek, başı bağlı.” (Tahsin Görgün), (s. 25)

” ‘Bağlandığımız zaman özgürüz’ demek mi bu?” (İhsan Fazlıoğlu) (s. 25)

“Evet, mesele zaten bu. Ama neye bağlandığınız çok önemli. Eğer kendimizi fizik kurallarına bağlarsak fizik kurallarının devamı olarak bağımlılık içerisinde devam ederiz.” (Tahsin Görgün), s. 25-26)

” O zaman özgürlük neye bağlı olduğunu fark etmek mi? Bağlandığın yeri idrak etmek yani.” (Ömer Türker) (s. 26)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-II’nin Yakub Fassı’ndan alıntılar

 

“Bu Fas Yakubî kelimede mündemic (içkin) olan Ruhî Hikmet beyanındadır.

Bu ‘rûhî hikmet’in Yakubî Kelime’ye tahsisinde iki yön caizdir: Birincisi budur ki; Yakub (a.s.)ın (oğullarına vasiyetini bildiren) (anlam olarak: ‘Allah sizin için bu dini seçti. O halde ancak Müslümanlar olarak ölünüz (dedi).’ (Bakara, 2/132) Bu âyet-i kerîmeye göre, ‘rûhî’, ‘râ’nın zammı iledir. Dolayısıyla Yakubî kelime, ‘dînî ruhî hikmet’ ile lakaplandırıldı. Ve ‘ruh’ ile ‘din’ arasında tedbir (yol) bulunduğu için bu fassın esasını ‘din’ ve hükümlerine dair olan hakikatler teşkil eyledi. Zira şehadet âlemindeki insanî neş’et ( insanî tezâhür) ‘ruh’ ile ‘din’in tedbirini (yolunu) içerendir. ‘Rûh’un yolu iki kısım üzerinedir. Biri ‘aklî yol’ dur ki, ilahî ahlâk ile ahlaklanmayı ve ilahî sıfatlar ile sıfatlanmayı ve diğer rabbanî kemâllerle tamamlanmayı gerektirir. Diğeri, ruhun bedeni yönetmesi ve işlerine ilmî bakışıdır. Ve bu yol da ruhî ve tabiiyi toplayıcıdır. Zira onun bu yolundan bedenin en sâlih (iyi) yön üzere devamı ümit olunur.

Ruhî hikmetin Yakub kelimesine tahsîsindeki ikinci yöne gelince: Yakub (a.s.)ın dilinden beyan olunan (Yusuf:12/87) âyet-i kerîmesine göre ravhiyye, ‘râ’nın fethi (açılması) ile olur. (…) Manânın düşüncesinden ayrıntı ve izah budur ki: Bu hikmette ‘din’in ‘inkıyâd’ olduğu beyan buyruluyor.

“Dayanağı ahlâki bir yücelik olan gurur ve vakar insanı yükseltir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU” üst-başlığı altında “SANATA YATKINLIK, İŞKENCEYE YATKINLIK” başlığı ile çıkan 12 Şevval 1443 (13 Mayıs 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=122&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki altıncı paragraftan bir cümle olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Biz Müslümanlar gerçekleştirdiğimiz şeye fetih diyoruz. Yani biz şehri İslâm’a açtık. Bunun en dikkate değer görünüşü her yükseltiye bir cami dikmemizdir. Kişi fetihten sonra şehre ister karadan veya isterse denizden yaklaşsın ilk gördüğü şey kubbe ve minaredir. İşin İslâm’a bakan yönü bu ve lâkin geri kalanını Rönesans’a bakan yönüyle Fatih II. Mehmed tamamladı. Katolik kilisesi tarafından aforoz edilmiş Ortodokslar fetih sebebiyle devletin kabul ettiği ikinci din haline geldi. (…)

(…) İstanbul’un fethi arifesinde Macarlara top döktürdüğümüz doğrudur; ama Batı Medeniyetiyle olan münasebetlerimizi andığım doğrultuda düzenlememiz nasıl o günlerde imkânsız idiyse bugün de imkânsızdır. (…)
 Sonunda olacak oldu ve kapitalizm hepimizi, dünyanın bütününü esir etti.