Mayıs 2022 Posts

İsmet Özel’in “Üç Zor Mesele Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma” isimli kitabından (TİYO Yayıncılık II.Baskı Eylül 2014) alıntılar(1)

 

” (…) İnsanlığına müracaat edebileceğimiz bir ‘biz’ olduğuna inanmak istiyorum. Hele ki, okumaya niyetlendiğiniz satırların benim akim kalmış teşebbüsümü nakletmeğe yaramasını bilhassa istiyorum.

Zihnim buluğ çağımdan kırk yaşıma -demek ki, bundan otuz sene evveline- kadar intiharla meşgul olmaktan geri durmadı. Bir saplantıydı bu. Ne yaparsam yapayım kafamdan uzaklaştıramadığım, bana bu geçen müddet boyunca tırnaklarımı ve bıyıklarımın uçlarını ısırtan bir sabit fikirdi intihar; ama şimdi burada bahsettiğim başka bir şeydir. Akim kaldığını belirterek sözünü ettiğim teşebbüs intihar teşebbüsü değil. Tam tersine bu ilginç teşebbüsüm intihar karşıtı bir hususiyete sahip. İntibak teşebbüsü bu. Teşebbüsümün kendine seçtiği hedef geçerli ve yürürlükteki dünyaya nüfûz etmekti. Akim kaldığına artık çok seviniyorum. İntibak edemeyişim çok iyi olmuş. (…) Ben dünyayı ıskaladım, dünya da beni ıskaladı. Her ne kadar yetişemediysem de, kacırdıysam da dünyayı; dünya beni kacıramadı, yetişemedi bana, yakalayamadı beni dünya. (…) Bana teğet geçti dünya, kendini bana isabet ettiremedi.

“Türklük Diyar-ı Rum’u Dar-ül İslâm şekline getirenlerin en yüksekte tuttukları bilinç katıydı.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan TÜRK DEVLETİNE RİCÂL ARANIYOR başlıklı ve 5 Şevval 1443 (6 Mayıs 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=121&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan birisi başlığı teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.

” Yahya Kemal’in İstiklâl Harbinin ruhi bakımdan nihayetinde söyledikleri beni hep düşündürmüştür: ‘Kur’an devletini kurtardınız çocuklar. Evlerinize gidiniz’. Yahya Kemal’in söylediklerinin bu şekilde aklımda kalanları benim kanaatimce tipik bir Osmanlı söylemidir. (…) 1946 Hıristiyan yılında ABD’nin kendi yönetimini âlemşümul hale getirmek için her iklimin kendi havasında yürüttüğü demokrasi tecrübesi bu abrakadabranın sonunu getirme yoluna Türk vatanında girmişti. 27 Mayıs 1960 sabahı gerçekleşen askeri müdahale bu yolu tıkadı ve halen bu yol tıkalıdır. (…)

(…) Lütfi Özaydın’ın yazdıklarını okumuş biri olarak Arapça ve Farsçayı ‘yabancı dil’ sayanların kulaklarını çınlattım. Bahis konusu ettiğimiz kaht-ı ricâl ise bu tabirin doğum tarihinin pek eskiye, epeyce eskiye dayandığını akla sokmak ve eğer bu tabir akla girmenin her nasılsa bir yolunu bulduysa akıldan çıkarmamak lâzım. (…) Duyulan ihtiyaç Osmanlı sarayının Türk milletiyle arasını artık kapatılamayacak mikyasta açması yüzünden gerekli insanaydı.  (…)

“Kur’an”dan meâlen (anlam olarak) on âyet

 

“(O zaman) zulmeden herkes yeryüzündeki bütün servete sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu fedâ ederdi. Onlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını açıklarlar. (Ne ki) aralarında, kendilerine haksızlık yapılmaksızın, adaletle hükmolunur.” (Yunus, 10/ 54)

“De ki: Ancak Allah’ın fazl (lütfu) ve keremi (bağışı) ile, rahmetiyle, işte yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların toplayıp durdukları (bütün dünyâlıklar) ından hayırlıdır.” (Yunus, 10/58)

“Dönüşünüz ancak Allah’adır. O her şeye hakkıyle kaadirdir.” (Hûd, 11/4)

“Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir. Kendilerini Allah’tan (kurtaracak) hiçbir haamîleri de yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. (Çünkü) onlar (hakkı) işitmeye tahammül edemezlerdi, (onu) görmezlerdi de.” (Hûd, 11/20)

Müellifi Muhyiddin İbn Arabî olan, Çeviri’sini Ekrem Demirli’nin yaptığı Fütuhat-ı Mekkiyye’nin 16. Cildi’nden (Litera Yayıncılık, 2011) alıntılar

 

“Allah’ı -O’nunla değil- nefislerine göre birleyenler tevhide şirk katanlardir.” (s. 18)

“Hıyanet üç türlüdür: Birincisi Allah’a ihanet etmek, ikincisi peygambere, üçüncüsü emanetlere ihanettir.” (s. 34)

Sen ahlakınla ehl-i beyt’e denk olamazsın / Ehl-i beyt efendilerdir” (s. 36)

“Hakk’ın bilgisinde neyin bulunduğunu kimse bilemez. Hz. İsa ‘Sen benim nefsinde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem, Sen gaybı en iyi bilensin.” (el-Maide, 5/116) (s. 37)

“Bakınız! Allah her peygamberi kavminin diliyle göndermiştir. Peygamberlik Allah’a aitken kavminin diliyle o görevi yerine getirmek peygambere ait bir iştir.” (s. 39)

“Allah bize Hakkın hüviyetinin kulun duyma, görme ve bütün güçleri olduğunu beyan buyurmuştur. Kul, güçleri sayesinde kul olduğuna göre o, Hak sebebiyle vardır.” (s. 39)

“Bize Allah’ın kulunun diliyle ‘Allah kendine hamd edeni duydu’ dediği aktarılır.” (s. 40)

“Allah ibadeti kendisine tahsis etmemizi istemiştir. Çünkü ibadet etmekle kul olduğumuz gibi O’nun hüviyetiyle kul olabiliriz. Bu nedenle ubudiyeti (kulluğu -a.a.) O’na tahsis ederiz.” (s. 41)

“Acı ve sıkıntıda Allah’tan başkasına iltica etmemek, Allah’ın peygamberlerine ve nebilerine öğrettiği ilahi edep demektir. Çünkü Allah’ın sana gayenle çelişecek bir işle acı vermesi ve sıkıntı çektirmesi, sadece acıyı kaldırması için O’na dua etmeni irade etmesinden kaynaklanır.” (s. 48)

“Allah, peygamberi Eyyub hakkında ‘kuşkusuz onu sabırlı bulmuştuk‘ (Sâd, 38/44)

Mahmud Erol Kılıç’ın “Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş” kitabından (Sufi Kitap 1.Baskı Kasım 2009) alıntılar (1)

 

Kitaba Önsöz‘den:

“Elinizde tuttuğunuz bu eser 1995 yılında neticelenen bir Doktora tezinin ondört yıl sonra kitaplaştırılmış halidir. Adettendir tezlerin kitaplaşma sürecinin zaman alması. Beki de kavramlar biraz daha otursun fikirler daha da billurlaşsın diye beklenilir. (…) (Nedim Tan) bol dipnotlu bir akademik tezi daha kolay takip edilebilir hale getirdi, gerekli tashih ve ta’dillerde bulundu ve tez nihayet elinizdeki surete büründü. (…) Dünyanın pek çok yerinde, bir çoğuna müellifin de iştirak ettiği ‘ULUSLARARASI İBN ARABİ’ konferansları yapıldı, onlarca tebliğ sunuldu. Mamafih bu eserin yayınlanması konusunda bizi cesaretlendiren şey belki de bütün bu gelişmelerin tezin ana fikrini değiştirecek yeni bir görüş getirmemesiydi. (…) Bu tezin bir hususiyeti de Türkiye akademik sisteminde ‘Tasavvuf Bilim Dalı’nin kuruluşunu müteakip bu dalda yapılan ilk doktora olma şerefini taşımasıdır. (…) Hem düşüncede ve hem tarihte kuruluşların pîri olan Muhyiddin İbn Arabi üzerine yapılan bir tezle bu branşın açılış yapması ümid edilir ki müteakip açılışlara vesile olsun. (…) Müellif ” (s. 7-8)

“İslami tefekkür mektepleri içerisinde ehl-i keşf ve’l- vücûd olarak anılan muhakkikler tâifesinin görüşlerine (şuhûd) göre Varlık (Vücûd) parçalanamaz bir bütündü. (…) O Gizli Hazine açıldı ve yayıldı (bast). (…) Olan hep O’ydu ama her bir mertebede o derecenin isteğine göre şekli çizilen ve kalitesi belirlenen farklı elbiselere (mazhar) büründüğünden tanıyamayanlara her bir elbisenin altında farklı biri varmış gibi gözüktü. (…) Sâhib-i vücûd olmuş bu muhakkiklere göre damla dereye, dere nehire, nehir deryaya aitti. (…) Ve yine İlk (el-Evvel) O’ydu, Son (el-Âhir) O’ydu, İç (el-Bâtın) O’ydu ve Dış (ez-Zâhir) O’yduysa bundan gayri bir beşinci keyfiyete yer (Hiç) kalmış mıydı? (…) Güneş bir taneydi ama yerdeki kırık ayna parçaları kendi adedlerince güneş göstermekteydiler. (…)” (s. 9-10)