Mahmud Erol Kılıç’ın “Tasavvufa Giriş” kitabından (Sufi Kitap 3. Baskı 2012) alıntılar
“İbn Arabî der ki ‘Musa, İsa, Üzeyir, İbrahim, bütün Enbiya; yeryüzündeki faaliyetlerinde ‘hakikat-i Muhammediye’den aldıkları mesajı tebliğ ederler ama zahirî ve dünyevî hayatlarında bu hakikat onlara örtülü kalacaktır, vefatlarından sonra kıyamette bu hakikat onlara açılacaktır.’ Peygamber Efendimiz diyor ki ‘Ben kıyamette bütün nebilere imam olacağım; beraber namaz kılacağız.’ Bu gözle bakıldığında âlemdeki her şeyde ondan zerreler olduğu anlaşılmaktadır. Sufilere göre beden olarak Hz.Muhammed’in (sav) diğer nebilerden sonra gönderilmesi, o hakikatin tamamlanması anlamına gelir. Bu açıdan seyrü süluk eden bir dervişin Hz. Muhammed’in (sav) hakikatiyle muhakkak ittisal (kavuşma -a.a) kurması istenir. Niyâzî-i Mısrî, Mevlânâ, Yunus Emre gibi ariflerin eserlerine baktığımızda hepsinin Hz. Muhammed’in (sav) hakikatinden feyz aldığını görmekteyiz. İbn Arabî, bütün yazdıklarını oradan aldığını söyler. Füsûsu’l-Hikem adlı eserini ‘hakikat-i Muhammediye’yle karşılaştığında aldığını söyler. Bu söylenenler bazılarına ters gelebilir. Eğer ters geliyorsa şöyle düşünelim: İbn Arabî sekiz yüz eser yazmıştır. Fütûhât-ı Mekkiyye 37 cilttir; İbn Arabî’nin günümüze ulaşmayan Kur’an tefsiri 64 cilttir. Yani rakamsal değere baktığımızda onbinlerce sayfa yazmış bir insan… Yalan söylemek istese onbin sayfa yalan yazamazdı. Bir insan bir iki sayfa yalan söyleyebilir ama yalanın da sonu vardır. Dolayısıyla ortaya konulan bu eserler bile onun doğruluğunun göstergesidir.