Eylül 2022 Posts

Elmalı’lı M.Hamdi Yazır’ın “Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli’nden( Sadeleştirenler: Prof.Dr. Lütfullah Cebeci-Prof.Dr. Sadık Kılıç, Baskı: Dergah Ofset-2017 Kod:AYFA 171) alıntı olarak yedi âyet meâli

 

“Eğer siz ona (Hz.Muhammed’e s.a.v.) yardım etmezseniz, biliyorsunuz ya Allah ona yardım etti: o inkâr edenler onu yurdundan çıkardığı sıra, o peygamber iki kişiden biri iken, ve ikisi mağaradalarken, işte o anda arkadaşına ‘üzülme, çünkü Allah bizimle beraber’ diyordu. Derken Allah onun üzerine sekînet’ini (kalblere sükûnet veren rahmetini) indirdi; onu da görmediğiniz ordularla destekledi de öyle yaptı ki, o kâfirlerin (inkârcıların) sözünü alçaklıkta dibe vardırdı. Allah’ın sözüne (gelince) en yüksek o … Öyle ya Allah azîzdir, hakîmdir (hikmet sahibi).”(Tevbe, 9/40)

” Ey o şanlı peygamber, kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlar karşısında ‘kalın’ ol, yumuşak davranma, onların varacakları yer cehennemdir ki, o ne kötü varış yeridir!” ( Tevbe, 9/73)

“Sanki gündüzün bir saatinden başka (dünyada) durmamışlar gibi, hepsini mahşere götürüp toplayacağı gün, (insanlar) aralarında tanışacaklar, konuşacaklar. Allah’ın karşısına çıkacakları gerçeğini yalan sayıp da doğru yolu tutmamış olanlar elbette büyük zarara uğramış(olacak)lardır.” (Yunus, 10/45)

“Gerçekleştireceği bir işe sahip çıkmamış olana insan demiyoruz.”

 

İsmet Özel‘in İstiklal Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “FERT, TOPLUM, YURT, MİLLET” başlığıyla çıkan 2 Rebiülevvel 1444 (28 Eylül 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=140&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafından bir cümlenin alıntısı olarak başlığı teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.

” Fert deyince aklımıza mücerret değil, muayyen bir insan gelir. Nereden geldiği ve nereye gittiği hakkında bilgimiz olan bir insandır fert. (…) Hâsılı,
insan teki tek başına değildir ve hiç öyle olmamıştır. Bir insanı dikkate değer saymamız içinden çıktığı toplumun neleri yapıp neleri yıktığına sıkı sıkıya bağlıdır. 

Mahmud Erol Kılıç’ın “Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş (1.Baskı: Sufi Kitap 2009, Yayına Hazırlayan: Nedim Tan, Editör:Zeynep Öztek) kitabından alıntılar

 

“(…) Dünyanın pek çok yerinde, bir çoğuna müellifin de iştirak ettiği ‘Uluslararası İbn Arabî’ konferansları yapıldı, onlarca tebliğ sunuldu. Mamafih bu eserin yayınlanması konusunda bizi cesaretlendiren şey belki de bütün bu gelişmelerin tezin ana fikrini değiştirecek yeni bir görüş getirmemesiydi. Zâten ‘Geleneksel ilimlerde’ hakikat yeni buluşlar ışığında iptal değil ancak tenvir edilirse (aydınlatılırsa -a.a.-) isabet edilmiş sayılırdı. Bu tezin bir hususiyeti de Türkiye akademik sisteminde ‘Tasavvuf Bilim Dalı’nın kuruluşunu müteakip bu dalda yapılan ilk doktora olma şerefini taşımasıdır. (…) Hem düşüncede ve hem tarihte kuruluşların pîri olan Muhyiddin İbn Arabî üzerine yapılan bir tezle bu branşın açılış yapması ümid edilir ki müteakip açılışlara vesile olsun.(…)” (Müellifin yazdığı ‘Kitaba Önsöz’ bölümünden, s.7-8)

“İslâmî tefekkür mektepleri içerisinde ehl-i keşf ve’l-vücûd olarak anılan muhakkikler tâifesinin görüşlerine (şuhûd) göre Varlık (Vücûd) parçalanamaz bir bütündü. (…) O Gizli Hazine açıldı ve yayıldı (bast). İç dışa, manâ sûrete, ruh cesede giydirildi. (…) Olan hep O’ydu ama her bir mertebede o derecenin isteğine göre şekli çizilen ve kalitesi belirlenen farklı elbiselere (mazhar) büründüğünden tanıyamayanlara her bir elbisenin altında farklı biri varmış gibi gözüktü. (…) Sâhib-i vücûd olmuş bu muhahakkiklere göre damla dereye, dere nehire, nehir deryâya aitti. Deryâdaki suya ise artık damla denmezdi, o deryâydı. Ve yine İlk (el-evvel) O’ydu, Son (el-Âhir) O’ydu, İç (el-Bâtın) O’ydu ve Dış (ez-Zâhir) O’yduysa bundan gayrı bir beşinci keyfiyete yer (Hiç) kalmış mıydı? Onlar da işte bu İlk ve Son‘un bir ve aynı oluşunu nokta ile gösterdiler. Güneş bir taneydi ama yerdeki kırık ayna parçaları kendi adedlerince güneş göstermekteydiler. O’nun ışığının (nûr) şiddetinden gözler perdelenince görünmez oldu. Zuhûru kendine perde oldu. (…) Hâsılı bütün bunlar Tek ve Değişmez Özün değişik tezâhürlerinden başka bir şey değildi. Ve matematikte bir sonluyu bir Sonsuz’a böldüklerinde de sıfır çıktığını görünce hadlerini anladılar, secde ettiler.

Bu zamanda gazete yazıları arasında iyi yazı denilebilecek olanına rastlanıyor mu?

 

İsmet Özel’in bir yazısında okumuştum. Cemal Süreya’nın Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci iken şair olmak istemesinin gelecekte gazete köşe yazarı olma arzusundan ileri geldiğini.

Evet, bir zamanlar gazete köşe yazarlığı oldukça gözde bir işti. Meşhur köşe yazarları vardı. Ünlü şairlerden, yazarlardan, akademisyenlerden gazetelerde köşeleri olanlar vardı. Sanıyorum şimdilerde iyice gözden düştü bu iş. Günümüzde kimi gazete yazarları var ki, hüküm verme, yakın gelecekte olacaklara dair iddiada bulunma yarışı içindeler sanki.

“Şeyler ve o şeyler hakkında fikirler edinmeden varlıktan konuşamayız. Öyle ki bir şeyin, velev ki o şey insan olsun, varlığını ispata yeltenmemiz bizi gülünç bir duruma düşürür.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “ÖZÜN GEÇMİŞİ VAR MIDIR? (II)” başlığıyla çıkan 25 Safer 1444 (21 Eylül 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=139&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının üçüncü paragrafının üçüncü ve dördüncü cümleleri olup başlığı teşkil etmektedir) oluşturacak bu yazıyı.

” Vara vara ‘Felsefe bir çılgınlıktır’ sonucuna vardı Martin Heidegger. Doğrusu bu sonuç Batı Felsefesine en büyük darbeyi indirmeği başaran adama yakışırdı. Modern felsefenin varlık sorununu göz ardı etmekle başladığını söylemek felsefenin yediği en büyük darbeydi. (…)
Her ne kadar Batı Felsefesi Whitehead’in ifadesiyle Platon’a düşülen notlardan ibaretse de tasnifleriyle hayat olarak bildiğimiz şeye can veren Aristoteles olmaksızın kalıplaşmış hayatımızın her santimetresine kadar sokulmuş bilim de kendine çeki düzen veremezdi. (…)