Ekim 2022 Posts

Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin “Mesnevî Hikâyeleri” isimli kitabından (Hazırlayan: Şefik Can, Ötüken Neşriyat 17. Basım 2022) alıntı olarak iki hikaye

 

Bir kadı’nın kadılıktan şikâyet etmesi, vekilinin de ona cevap vermesi

“Bir kadıyı bir yere tayin ettiler. O ağlamaya başladı. Vekili kadıya; ‘Kadı efendi, neden ağlıyorsun? Şimdi senin ağlamak, feryâd etmek zamanın değil; bir yerde vazife verdikleri için sevinmen, neşelenmen, tebrik edilmen zamanıdır.’ dedi. Kadı âh ederek dedi ki: ‘Kendi gönlüne hâkim olamayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl kadı olur da hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında, bir câhilden başka bir şey değildir ki… Mahkemeye gelen iki hasım, aralarında geçen vak’ayı bilmektedirler. Zavallı kadı, o iki tarafın hilelerini, oyunlarını ne bilsin?.. O, hasımların hâllerinden câhil ve gâfildir. Böyle olduğu hâlde kanlarına ve mallarına nasıl hüküm verir?’. Vekili dedi ki: ‘Hasımlar bilgilidirler. Yani aralarındaki hadiseyi bilirler. Fakat her biri öbürünü mahkûm etmek hırsı ile illetlidir, hastadır. Sen câhilsin, yâni onların vak’asını bilmezsin ama, onların hırsı, illeti sende olmadığı için, sen şeriatın mumusun. Çünkü sen ara yerdesin, illetli değilsin, kötü bir niyetin yok. Onlardaki hırs da sende yok. İşte o ferâgat, o yokluk senin için göz nûru olur. O iki bilgiliyi, yâni aralarındaki davayı bilen iki hasmı garazları kör etmiştir. Garaz illeti, onların bilgisini göstermez, işe yaramaz bir hâle getirmiştir. İlletleri, sanki onların bilgilerini mezara tıkamıştır. Kinsiz, garazsız oluş, bilgisizi bilgin yapar. Hâlbuki kin ve garaz bilgiyi eğri bir hâle koyar, zulmeder bir hâle getirir.”

“Varolmanın Boyutları Tasavvuf ve Vahdetü’l-Vücûd Üstüne Yazılar” dan (eser sahibi: W. Chittick, Derleyen ve çeviren: Turan Koç, insan yayınları, 4.Baskı: 2013) alıntılar

 

“Çeşitli yıllarda Türkiye’deki kütüphaneleri tam olarak dört kez dolaştım. Bu kütüphanelerde benim yaşıma yakın hiçbir Türk’le karşılaşmamış olmaktan, böyle bir olgudan her zaman büyük bir üzüntü duydum; yalnız daha önceki bir kuşaktan insanlar vardı buralarda. Bununla birlikte, dostlardan, son zamanlarda durumun biraz değiştiğini ve bugün çok sayıda aklı başında gencin yüzeyselliği terk ederek kendi miraslarını daha derinden öğrenmek için çaba gösterdiklerini öğreniyorum. Eğer yazılarım bu çabalara bir şekilde katkıda bulunabilirse bundan büyük bir zevk duyacağım.” (s. 7-8)

“Aslında ben, burada anlatılmasına gerek olmayan birtakım tuhaf olaylar vasıtasıyla henüz bir üniversite öğrencisi iken İslâm düşüncesinin câzibesine kapıldım. Sezgisel bir biçimde, ana akımı oluşturan Batı düşüncesinin temelde boş ve anlamsız olduğuna, sonunda umutsuzluktan başka hiçbir şey ortaya koymadığına vâkıf oldum.” (s. 8)

“Orhan Okay Kitabı”ndan (Hazırlayan: Ezel Erverdi, Dergâh Yayınları, 2.Baskı: Nisan 2011) alıntılar

 

‘Ben Balatlıyım.’ Bu kitap için yazdığı hayat hikâyesine Orhan Ağâbey bu cümle ile başladı. Balat, Osmanlı ekalliyetlerini birarada barındıran bir semt. (…) Onların hepsi Osmanlı idi. Yerli İstanbullular ve çok değişik yerlerden gelen Anadolulular da vardı. Ama İstanbul onların hepsini eritiyordu. (…) Bir Osmanlı İstanbulu için beş yüz sene gerekti. Ama kırk senede o medeniyeti kemire kemire bitirdiler. (…) Orhan Okay bu semtte doğar, büyür. Babası Salih Bey polis memurudur. Kitaplara ilgisi vardır. Orhan ağabey yaşıtlarından çok önce okuyup yazmaya başlar. (…) Son Telgraf‘taki çocukça yazılardan sonra bu yazımın adı daha ‘delikanlıca’ oldu: ‘İfadenin Masuniyeti’ … Makale yahut deneme diyebileceğim bu yazı Türk Sanatı dergisinin 1 Nisan 1953 tarihli 7. sayısında yayımlandı. (…) Lise sonrası tercihinde edebiyatla felsefe arasında kalır. Felsefeye başlar, edebiyata döner. (…) Felsefeden ayrıldıktan sonra içimde ona karşı bir heves devamlı kaldı. (…) Orhan Okay’a göre doktora konusu Beşir Fuad, edebiyattan ziyade felsefeye yakındır. (…) Nurettin Topçu’yu daha idealist bulur. Vefa Lisesi’nde öğretmenlerinden tesiri altında kaldıkları, Behice Kaplan ve Nurettin Topçu’dur. N. Topçu Sorbonne’da felsefe doktorası yapmış, doçentlik ünvanını almış ama üniversitede değil lisede öğretmendir. Bu durumdan O. Okay ‘Harikulade bir şans’ diye bahseder. ‘Nurettin Topçu gerçekten bir felsefecidir. Kendisi üniversitede değildi, lise felsefe hocası olarak kaldı. Üniversitedeki hocalar felsefe hakkında bilgisi olan insanlardır; felsefeci değildirler. Halbuki N.Topçu bir felsefe ortaya koyan insandır… Doktora tezi İsyan Ahlâkı adıyla çıkmıştır. Gerçek bir felsefe tezidir.’

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-III’den (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı-Dr. Selçuk Eraydın, İFAV Yayınları, 6.Baskı 2017) alıntılar

 

“A. Avni Bey, Kâmil insanların bütün mazharlarda Zâhir olan Hakk’ı müşahede edip bu mazharları, yani zuhur yerlerini Hakk’ın Zâhir isminin gölgesi bildiklerini, Kemâle ermemiş insanların ise Zâhir olan Hak’tan gâfil olup sâdece mazharları müşahede ettiklerini bir başka eserinde ifade etmektedir. Fakat ‘Nereye dönerseniz dönünüz, Allah’ın vechi oradadır.’ (Bakara, 2/115) âyet-i kerîmesi hükmünce onlar da nereye teveccüh ederlerse etsinler, ‘hakikat’te yine Hakk’a teveccüh etmiş olurlar. Yâni irfânı noksan olanların maksatları her ne kadar Hak’tan gayri olan şeylere teveccüh etmek olsa da, ‘hakikat’te maksatlarının hilâfına olarak, Hakk’a teveccüh etmiş olurlar. Fakat ‘hakikat’in böyle olduğu hakkında bir bilgi ve irfanları yoktur. (M. İbnü’l-Arabî; et-Tedbîrâtü’l- İlâhiyye (Terc. ve şerh: A.Avni Konuk), s.35-36.(Konya Mevlânâ Müzesi Ktb.Nu.4522) ” (s. 44)

“Türk vatanının Müslümanları olarak yerimiz kendimize mahsustur.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “BİR FİKRE KATILMAK, AYNI FİKİRDE OLMAK” başlığıyla çıkan 16 Rebiülevvel 1444 (12 Ekim 2022) tarihli yazısının ( http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=142&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafının sondan ikinci cümlesi olarak başlığı teşkil ediyor) bu yazıyı oluşturacak.

“(…) Misâk-ı Millî ’ye nerelerin dâhil olduğunun tespitinde I. Cihan Harbi sonunda Türk askerinin gücünün hissedildiği yerler esas alınmıştır. Türk askerinin gücünün hissedildiği yerlerin nereler olduğu bütün vatanperverlerin kulak kesildiği bir fikirdir. Bir fikre kulak kesilmek ve böyle bir fikir olduğunu umursamamak…
Millet hayatı daha da canlanmağa mı, yoksa daha da ölgünlüğe mi mütemayil? Bu fikrin varlığını kabul ettiyseniz size bu fikre katılmak veya bu fikri reddetmek düşer. (…)