Ekim 2022 Posts

İnsân-ı Kâmil (müellif: Abdülkerîm el-Cîlî, Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına Hazırlayanlar: merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yayıncılık, 4.baskı 2015) isimli eserden alıntılar

 

“İnsanın Allah’ın halifesi olması veya esmâ ve sıfâtının tezâhürü için tam mazhar oluşu her insan için bir hak olmakla beraber, fiilen bu imkân sadece İnsân-ı Kâmil için mümkündür. İnsan-ı Kâmil de mutlak anlamda Hz.Peygamber, Hz.Peygamber’e niyâbeten (vekâleten) de diğer nebî ve velîlerden (evliyâ) ibârettir. Hakk’ın varlığının ilk tenezzül (inme) ve taayyün (belirme) mertebesi, zâtından zâtına olan ve ilk taayyün mertebesi olarak isimlendirilen, aynı zamanda Hakikat-i Muhamediyye (Muhammedî Hakikat) mertebesidir ve Zât-ı ilâhîde mündemic (içkin) olan kâbiliyet ve sıfatlar yekdiğerinden (birbirinden) temeyyüz etmeksizin( farklı olarak gözükmeksizin) icmâlî (öz) olarak bu mertebededir. Bu mertebe, kendisinden sonra gelen bütün mertebelerin hakikatlerini toplayıcıdır ve yine bu mertebe Hz. Peygamber’in hakikatinden ibarettir. İşte hem vücûd (varlık) hem de bilgi olarak kendisinden sonra gelen ilahî ve kevnî (oluşla ilgili) bütün mertebelerin esası ve İnsân-ı Kâmil’in mertebesi’nden ibaret olan bu mertebe yani Muhammedî Hakikat mertebesi bu kitabın isminin işaret ettiği mertebedir.

İnsân-ı Kâmil hakikatiyle bütün varlığın bilgisini toplayıcıdır ve hakikatlere ait bütün bilgiler bu mertebeden kaynaklanmaktadır. Tasavvufta Varlık meselesi hakkında bu kısa açıklamadan sonra, Cîlî’nin bu kitapta genel olarak ‘Varlık’ meselesini ele aldığına ve özellikle de Tasavvuf tarihinde varlık meselesini en geniş şekilde inceleyen İbnü’l-Arabî’den aldığı felsefî ve tasavvufî ıstılahları (terimleri), İbnü’l-Arabî’nin yöntemine yakın bir şekilde tanımlar. Abdülkerîm Cîlî’nin de Varlık hakkındaki nihaî tasavvuru, kendisinden önceki sûfilerin de ifade ettiği ‘Varlık, özü ve hakikati itibariyle bir ve aynı şeydir. Kesret (çokluk) ve taaddüd (çoğalma, sayısı artma) ise izâfîdir’ görüşünden ibarettir. Bu düşünce de ‘vahdet-i vücûd’dan başka bir şey değildir. (…) Zât-ı ilahî, ya da Mutlak Vücûd ilahî sıfatların ‘ayn’ıdır (aslı, kendisi, tıpkısı). Âlem, mazharlarda tecellî eden ilâhî sıfatların dışında müstakil bir şey olmadığına göre şöyle diyebiliriz: ilâhî zât ve âlem ya da hak ve halk hakikatte aynı şeydir.

“Masal yıkma faaliyeti kısmen dahi gerçekleştirilse insanlık tutarlı olmaktan medet umabilirdi.”

 

İsmet Özel‘in İstiklal Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “MASALI YIKMAK , TARİHİ TEDKİK ETMEK” başlığıyla çıkan 9 Rebiülevvel 1444 (5 Ekim 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=141&KatId=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar ( bunlardan ilki ilk paragrafın son cümlesi olarak alıntılanıp başlığı teşkil etmekte) bu yazıyı oluşturacak.

” Yerkürede dünya hayatının hakkı neyse onu vererek yaşamak ancak imdadımıza tutarlı olmak yetişirse mümkündü. Haddi aşmağı yasaklayan Kur’an bu sebeple nâzil olmuştu. İndirilen Kur’an insanları iki öbekte topladı: Bir yanda Allah’a teslimiyetten daha üstün bir değer tanımayan Müslümanlar, yani sahici, muhlis insanlar vardı, öte yanda değeri her kıpırdanışta değişenler yer alıyordu. (…) Allah birini diğerinden ayırmanın kolaylığını Müslümanlara bir Hulefa-i Raşidin devri hediye ederek verdi. (…)

M.Orhan Okay’ın “Silik Fotoğraflar Portreler” kitabından (Dergâh Yayınları 1.Baskı: Ekim 2013) alıntılar

 

Mübeccel‘e Bütün bu silikleşen fotoğraflar arkasında net bir hatıra var: Yarım asrı geçen beraberlik.” (s.3)

“(…) Kitabın bu yeni basımına fotoğraf ve belgeler ekleyen İsmail Kara’ya teşekkür ederim. ” (s.6)

“Toplumumuzdaki vefa duygusuyla beraber Vefa Lisesi’nin ve Vefa semtinin özellikleri de kayboldu. Bize de galiba Ahmed Rasim’in hüzünlü şarkısını dinlemek düştü:

“Gözümde işve-nümâdır hayâl-i bîbedeli / Acep vefada mı semti, acep acep nereli?”(s.16)

‘Teklif’den (2 aylık düşünce dergisi, Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı AŞ, Sayı 3, Mayıs 2022) alıntılar

 

“Özgürlük bazılarına göre sınırlamalar, kayıtlar altında olmamaktır. Hapiste olmamaktır örneğin… Bir ruhum varsa, belki de ruhumun beden hapishanesinde olmamasıdır.” (s.6)

“(…) Biz Nebi ile karşılaşıyoruz ve o bize bir mükellefiyetimiz olduğunu hatırlatıyor. Bu kaçınılmaz bir şekilde analitik olarak aslında özgür olduğumuzu da içeriyor. (…)” (Ahmet Ayhan Çitil, s.9)

“(…) Kelam geleneğinin kendisi bile, Mu’tezile ekolünün ilk ortaya çıkışı bile, büyük günah işleyen dinden çıkar mı meselesinin tartışılmasıyla başladığı için özgürlük, özgür irade meselesi; kim hangi yaptığından ne ölçüde sorumludur meselesi etrafında gelişmiş, yüzyıllara yayılan önemli tartışmalar yapılmıştır. Özellikle Eş’ârî kelamda yine hepimizin bildiği gibi bir konuyla ilgili insanın bilgi sahibi olması ya da arzu etmesi bir eylemin gerçekleşmesi için yeterli görülmüyor. Bir iradenin, Allah’ın irade etmesi üzerinden konu tasavvur ediliyor. (…) Modern dönemde mesela Kant’ın çok büyük etkisi var bu tartışmalarda. Diyor ki, özgürlük sorunu, yani özgür bir neden olarak ben kendimi tasavvur edebilir miyim edemez miyim, ya da özgür bir neden miyim değil miyim tartışması aklın içinden çıkabileceği bir tartışma değil, yani antinomi diyor buna, antinomik bir tartışma diyor. Ben özgürlüğümden ancak bir arzu varlığı olarak ahlâk tecrübesinin sınırları içerisinde bahsedebilirim, diyor. (…) Bir de bunlara şunu eklemek istiyorum, özellikle ‘Onlar korkmazlar’ mealindeki âyet-i kerimeyi hatırlayarak. (…)” (aynı isim, s.9-10-11)