İnsân-ı Kâmil (müellif: Abdülkerîm el-Cîlî, Mütercim: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına Hazırlayanlar: merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yayıncılık, 4.baskı 2015) isimli eserden alıntılar
“İnsanın Allah’ın halifesi olması veya esmâ ve sıfâtının tezâhürü için tam mazhar oluşu her insan için bir hak olmakla beraber, fiilen bu imkân sadece İnsân-ı Kâmil için mümkündür. İnsan-ı Kâmil de mutlak anlamda Hz.Peygamber, Hz.Peygamber’e niyâbeten (vekâleten) de diğer nebî ve velîlerden (evliyâ) ibârettir. Hakk’ın varlığının ilk tenezzül (inme) ve taayyün (belirme) mertebesi, zâtından zâtına olan ve ilk taayyün mertebesi olarak isimlendirilen, aynı zamanda Hakikat-i Muhamediyye (Muhammedî Hakikat) mertebesidir ve Zât-ı ilâhîde mündemic (içkin) olan kâbiliyet ve sıfatlar yekdiğerinden (birbirinden) temeyyüz etmeksizin( farklı olarak gözükmeksizin) icmâlî (öz) olarak bu mertebededir. Bu mertebe, kendisinden sonra gelen bütün mertebelerin hakikatlerini toplayıcıdır ve yine bu mertebe Hz. Peygamber’in hakikatinden ibarettir. İşte hem vücûd (varlık) hem de bilgi olarak kendisinden sonra gelen ilahî ve kevnî (oluşla ilgili) bütün mertebelerin esası ve İnsân-ı Kâmil’in mertebesi’nden ibaret olan bu mertebe yani Muhammedî Hakikat mertebesi bu kitabın isminin işaret ettiği mertebedir.
İnsân-ı Kâmil hakikatiyle bütün varlığın bilgisini toplayıcıdır ve hakikatlere ait bütün bilgiler bu mertebeden kaynaklanmaktadır. Tasavvufta Varlık meselesi hakkında bu kısa açıklamadan sonra, Cîlî’nin bu kitapta genel olarak ‘Varlık’ meselesini ele aldığına ve özellikle de Tasavvuf tarihinde varlık meselesini en geniş şekilde inceleyen İbnü’l-Arabî’den aldığı felsefî ve tasavvufî ıstılahları (terimleri), İbnü’l-Arabî’nin yöntemine yakın bir şekilde tanımlar. Abdülkerîm Cîlî’nin de Varlık hakkındaki nihaî tasavvuru, kendisinden önceki sûfilerin de ifade ettiği ‘Varlık, özü ve hakikati itibariyle bir ve aynı şeydir. Kesret (çokluk) ve taaddüd (çoğalma, sayısı artma) ise izâfîdir’ görüşünden ibarettir. Bu düşünce de ‘vahdet-i vücûd’dan başka bir şey değildir. (…) Zât-ı ilahî, ya da Mutlak Vücûd ilahî sıfatların ‘ayn’ıdır (aslı, kendisi, tıpkısı). Âlem, mazharlarda tecellî eden ilâhî sıfatların dışında müstakil bir şey olmadığına göre şöyle diyebiliriz: ilâhî zât ve âlem ya da hak ve halk hakikatte aynı şeydir.