Kasım 2022 Posts

“Nebî Olmaksızın Özgürlük Tasavvur Edilebilir mi?”

 

Ahmet Ayhan Çitil‘in “Teklif” adlı 2 aylık düşünce dergisi‘nde (Mayıs 2022, Sayı 3) çıkan bir yazısının(s. 55-62) başlığı böyle. O yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“İçinde var olduğumuz kâinatta, arzulamayan, arzu etmeyen bir var-olanın özgürlüğünden söz edebilir miyiz? Arzu sahibi olmayan bir var-olan nedensellik zincirinin bir parçası olmanın ötesine geçebilir mi? (…) Lafın gelişi: ‘Elektronun kendisi şu fotoğraf filminde iz bıraktı’ diyebiliriz. Kendi istediği için bırakmadı. Kendisini belirleyen kuvvetler kaçınılmaz olarak onu o fotoğraf filmine ulaştırdı, fiziksel olarak onunla etkileşti ve işte o iz ortaya çıktı.

İsmet Özel’in “Neyi Kaybettiğini Hatırla” isimli kitabından (Şûle Yayınları İsmet Özel Dizisi:15, 4.Baskı, Nisan 2000) sözler olarak bazı alıntılar

 

“İşlerimizle uğraşıyoruz; ne var ki işlerimizin neye değdiğiyle ayrıca uğraşmıyoruz.” (s.9)

“Son on yılda Türkiye’de ‘niceliğin egemenliği ‘ bunca yıl kınanıp karalanan Batı medeniyeti metropolünde olduğundan çok daha yoğun ve yaygın bir geçerlilik alanı kazandı. (…) Bazıları olan bitene depolitizasyon adını taktı. Böyle yapanlar ne aradıklarını bilmediklerini itiraf ettiklerini de bilmiyorlardı kuşkusuz. Sanki politizasyon iyi imiş de, ahali depolitize edilince kötü bir durum doğmuş! Hiç de değil. Ahalinin maruz kaldığı şey depolitizasyon olmadı. İnsanlar kendilerine bir kıymet atfederek etkinlikte bulunma şereflerinden mahrum bırakıldılar. (…) Demek ki durum çoğunluğu teşkil eden ve niceliğin egemenliği altındaki bu insanların şifanın nereden geleceğini keşfedemeyeceği derecede vahim.” (s.10)

“Müslimler dikkatimizi kültüre yöneltir. Kültürümüzün zirvesi ise istiklâlimizdir.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “İSTİKLÂLİN ÖTESİ” başlığıyla çıkan 21 Rebiülahir 1444(16 Kasım 2022) tarihli yazısından (istiklalmarsidernegi.org.tr/lsmetOzel?ld=149&Katld=7) yer yer yapacağım alıntılamalar ( bunlardan ilki o yazının ilk paragrafının sonundaki bir anlamı tamamlayan ard arda iki cümle olup bu yazının başlığını teşkil ediyor.

” (…) Kur’an Arapça nazil olduğu için dilimizde kullanımı sadece Türklere mahsus olan ve Arapça kaidelere riayet edilerek türetilmiş birçok kelime vardır. Kur’an gölgesinde yaşayan Türkler ‘yüklenip götürmek’ anlamından kalkarak bir ‘istiklâl’ kavramı ortaya çıkarmışlar. Tarihin akışına yerinde bir müdahaledir. (…) İstiklâl kelimesi bizim, biz Türklerin dünya siyasetinde vazgeçemeyeceği bir anlayış tarzının gereği olarak şekil buldu. (…)

Abdülkerîm el-Cîlî’nin “İnsân-ı Kâmil”olarak Türkçeye çevrilmiş eserinden(Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun, Yayına Hazırlayanlar: merhûm Selçuk Eraydın , Ekrem Demirli, Abdullah Kartal; İz Yayıncılık 4.Baskı 2015) alıntılar olarak düşündürücü sözler

 

“Her insanın bi’l-kuvve (potansiyel olarak) sahip olduğu Allah’ı tanıma imkânı, sadece Kâmil İnsan için bi’l-fiil mümkündür. Bu itibarla Kâmil İnsan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bi’l-fiil kendisinde tahakkuk ettiren varlıktan ibarettir. Bu da sadece Hz. Peygamber’e has bir imtiyazdır. Kendisinden önce veya sonra yaşamış bir nebî veya velîye bu ismin verilmesi niyabet (vekillik) yoluyladır.” (s.17)

“İdrâkten aczi idrâk bir nevi idrâktir.” Hz.Ebû Bekir’e ait bu sözle benzer anlamda olan “İdrâke ulaşmaktan acz, idrâktir.” sözü de yine rivâyet olarak Hz. Ebû Bekir’e aittir. “Mahlûkâtın gözleri onu idrâk edemez” ma’nâsında olan En’âm, 6/103 buyrulması da vâriddir. Ama ezelî gizli göz ki, kul onunla görür, o göz mahlûk değildir; çünkü o göz bir hadisin hakikatidir.” (s.46)

“Fâtiha Sûresi Tefsiri”nin (müellif:Sadreddin Konevî, çeviren: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık 4. Baskı 2009) başlarından alıntılar

 

Orijinal adı İ’câzü’l-beyân fî te’vîli ümmi’l-Kur’ân olan eserin Ekrem Demirli çevirisiyle başlıktaki adıyla yayınlanmış kitabın Önsöz ve Genel Giriş bolumlerinden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Abdurrahman (Molla) Câmi, bu eserin müellifi hakkında şöyle demektedir: ‘Şeyh Sadreddin, Hz. Şeyh’in (M.İbnu”l-Arabî) sohbet ve hizmetinde terbiye gördü. Vahdet-i Vücûda dair görüş ve sözlerini akla ve şer’a uygun gelecek tarzda, Şeyh’in maksadını iyice anlamış olarak güzelce yorumlamıştır. Onun bu konudaki araştırmalarını ve yorumlarını görmeksizin meseleyi gereği gibi anlamak mümkün değildir.” (Nefehatü’l-üns, s.769; Haz. Prof. Süleyman Uludağ-Prof. Mustafa Kara) (s.10)

“(…) Câmi’nin bu ifadeleri, Konevî’nin tasavvuf tarihindeki yeri hakkında bir fikir vermektedir. Buna göre, Konevî İbnü’l-Arabî’nin terbiye ve eğitiminde yetişmiştir. (…) Bununla birlikte Konevî’yi sadece bir İbnü’l-Arabî şârihi ve tâkipçisi gibi görmek gerçekle bağdaşmaz. (…) Bir ifadesine göre Konevî, kendisini İbnü’l-Arabî’nin gerçek vârisi olarak görmektedir. (…) (s.10-11) Konevî tasavvufî bilgilerin ve keşiflerin akıl ve nazar gücüyle elde edilmediğini kabul etse bile, bu bilgilerin pek çok yönde ‘makul’ ve ‘anlaşılır’ olduklarını itiraf eder. (…) (s.12) Konevî’nin başlıca eserleri: 1. Miftâhü’l-gayb: Sadreddin Konevî’nin en önemli eseridir. Bu eserde Konevî, konusunu ‘Tanrı’nın âlemle ve âlemin Tanrı ile irtibat ve ilişkisi’ diye belirlediği ilm-i ilâhî‘nin bir ilim olarak inşâsını ele alır. (…) Bu ilimde, doğruyu yanlıştan ayırt etmemizi sağlayan ve bir anlamda felsefede mantığın veya dil bilimlerinde Nahiv ilminin gördüğü vazifeyi gören miyar (ölçüt) mesabesindeki kaideler vardır. (…) Konevî, bu kaideleri en kapsamlı olarak bu eserinde zikreder ve ardından da bu kaidelere göre ilm-i ilâhînin temel meselelerini -sürekli kaidelere atıf yaparak- ortaya koyar. Diğer eserleri: en-nefehâtü’l-ilâhiyye, el -Fukûk fi-kelimât-ı müstenidât-i Fusûsi’l-hikem, el-Mürâselât, en-Nusûs fi-tahkîk-i tavri’l-mahsûs, Kırk Hadis Şerhi, Şerhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ, Tebsiratü’l-mübtedî ve tezkiretü’l-müntehî, Fatiha Tefsiri: İ’cazü’l-beyan fi-te’vili Ümmi’l-Kur’an. (s.12-14)

Fâtiha Tefsiri S.Konevî’nin en hacimli eseridir. Bu yönüyle eser, Konevî’nin bütün eserlerinde ele almış olduğu belli başlı bütün konulara dair fikirlerini içermektedir.(s.14) (…) Şöyle demektedir: ‘Fikrî şekillerde ve cedelci takrirlerde herhangi bir fayda ve çare bulunsaydı, nebîler, resûller ve Hakkın hüccetlerini ayakta/kâim tutan ve onların taşıyıcısı olan velîler, bu deliller ve yöntemlerden yüz çevirmezlerdi; bu veliler, nebîler ve resûllerin vârisleridir.’ Konevî burhan yöntemini hakikate ulaştıran temel yöntemlerden birisi sayarken, öte yandan da müşahede yöntemini burhan yönteminin karşısına koymuştur.

Eserin ikinci kısmı ise Fatiha sûresinin yorumlanmasıyla ilgilidir. Bu bölüm de Besmele cümlesinin açıklandığı kısım ile ondan sonraki Fatiha sûresi, birinci kısmı(Hakka ait kısım), ikinci kısmı (kula ait kısım) ve üçüncü kısmı (hem Hakk’a hem kula ait kısım) olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Hadis şöyledir: ‘Ben namaz sûresi olan Fatiha sûresini benim ile kulum arasında taksim ettim. Yarısı bana aittir ve yarısı kuluma aittir. Kuluma diledikleri verilecektir.’ Buna göre, sürenin birinci kısmı ‘Hakka ait kısımdır.’ Bu kısımda Konevî başta hamd kavramı olmak üzere Tanrı ile ve O’nun mevcutlara varlık vermesi ve onları çeşitli varlık mertebelerine izhar etmesiyle ilgili konuları ele alır. (s.15)

Fâtiha sûresinin ikinci kısmı ise, ‘Ancak sana ibadet eder ve senden yardım dileriz.’ âyetidir. Bu kısımda Konevî ibadet ve Hak ile kulları arasındaki ilişkileri ele alır.

Son kısımda ise kulların Allah’tan talepleri ve duaları ele alınır. (…)

Konevî, Fatiha sûresini ilâhî ve kevnî bütün hakikatleri ve hakikatler arası ilişkileri özetleyen bir sûre olarak görür. (…) (s.16) Konevî iki sıfatın Tanrı’ya nispet edilmesini ele alır. İlim ve kelâm. Şöyle der: ‘İlmin Hakka nispet ve izâfe edilmesi, en eksiksiz, kâmil ve üstün tarzda olmalıdır. (…) Çünkü Hakkın ilmi, kendisinin de haber verdiği ve bildirdiği gibi, her şeyi kuşatmaktadır. Ardından şunu ekler: ‘Hakk’ın kelâmı da O’nun bir sıfatı veya ilminin bir nispetidir.’ Dolayısıyla kelâm da ilim gibi kuşatıcı olmalıdır. Konevî’ye göre bizzat Kur’an bu özelliğine dikkat çekmiştir. Şöyle der: ‘Kur’an bu sıfatın sûreti veya ilmî nispetidir, şu halde Kur’an da ihata edicidir. Nitekim Allah şu âyetle buna dikkat çekmiştir: ‘Kitapta hiç bir şeyi ihmâl etmedik.‘ Konevî, bu görüşünü meşhur bir hadis ile de teyid eder. Bu hadis, Kur’an‘ın ‘zahrının, batnının, haddinin ve matlaının olduğunu belirtir. (…) (s.17) “