Ocak 2023 Posts

“İradenin Bilinmesi”

 

Muhyiddin İbn Arabî’nin ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’ adlı eserinin Ekrem Demirli çevirisi ile (tamamı 18 c. olarak) yayınlanmış olan ciltlerinden 9. Cildin (2008) ‘İki Yüz Yirmi Altıncı Bölümü’nü teşkil eden ‘İradenin Bilinmesi’ başlığı altındaki bilgi ve düşüncelerden yapacağım alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

“Sûfilere göre irade, bu yola katılan müridin bulduğu bir duygudur. Bu duygu, kendisi ile maksadına (ulaşmaktan) onu perdeleyen şeylerin arasına girer.

Kalpte yakıcı bir acı / İşin başıdır o, keşke bilselerdi / Bu nedenle sahibi şefkatlidir / Kullarının görmediği kimseye karşı / Bakanına göründüğünde / Susma ve sağırlık kendisini tutar / Onu sürekli ve daimi olarak görürsün / Ateşin alevinin eritmesiyle / Her şey onun nezdinde güzeldir / Hepsi böyle hüküm verdiler

Ebu Yezid Bestamî’ye göre irade, ‘iradenin terkidir.’ Bu tanım ‘İrade etmemeyi diliyorum’ sözünde geçer. Burada Ebu Yezid, kendisinden iradenin düşmesini istemektedir. Bunu ise iradesi var iken söylemiştir. Sonra sözünü tamamlayarak, Hakka hitap ederken şöyle demiştir: ‘Ben istenilen (murad), sen isteyensin (mürid).’ Çünkü Bayezid, iradenin konusunun yokluk olduğunu biliyordu. İstenilen ise madum (yok olan) olmalıdır ve onun varlığı yoktur. Varlık ile nitelenmiş olsa bile, mümkünün (gerçekte) yokluk olduğunu görmüştür. Bu nedenle şöyle demiştir: ‘Ben irade edilenim.’ Başka bir ifadeyle ben yokluğum. Sen ise irade edensin. Çünkü irade eden ancak mevcut olabilir.

(…) Böylelikle zevk yoluyla veya zevkin mümkün olmadığı konularda Allah’ın bildirmesiyle Allah hakkında bilgi gerçekleşir. Bu durum ‘Allah’tan sakının, O size öğretir.’ (el-Bakara 2/282) âyetinde belirtilir. (…)

Sonra bilmelisin ki, bizim mezhebimize göre iradenin konusunun yokluk, Allah’ı bilmenin ise kulun irade ettiği şey olduğunu söyledik. (…) İradenin hükmü, var olmayana ilişmektir. (…) Dolayısıyla irade, konusu yok olduğu sürece, varlıkla nitelenmeyi sürdürür. (…) İradenin gerçek anlamı hakkında Allah ehlinin işaret ettiği husus şudur: ‘İrade insanda var olan bir anlamdır. Bu anlam, kendisini yapmayla nitelenmek için, kalbin dince belirlenmiş hakikati aramak üzere harekete geçmesini sağlar. Böylelikle Allah’ı razı eder ve Allah’ın razı olduğu kimselerden biri olur. (…) Onların iradelerinin özü, Allah karşısında sözlerinde, fiillerinde ve hallerinde O’nu razı edecek bir halde olmayı dilemekle sınırlıdır. (…)”

“Kerîm Kur’an”dan ma’nâlarıyla beş âyet

 

Hem kullarıma de ki, en güzel olanı söylesinler. Çünkü şeytan aralarına sokulur. Şüphesiz şeytan insan için apaçık bir düşmandır!” (İsrâ, 17/53)

Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda, Allah’tan başka taptıklarınız kaybolur; yalnız O’na dua edersiniz. Fakat O sizi kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zâten insan çok nankördür!” (17/67)

Az daha seni bu yerden çıkarmak için rahatsız edeceklerdi. O takdirde kendileri de arkandan pek az dururlardı. (helâk olurlardı)” (17/76)

De ki : ’Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter! Şüphesiz ki O kullarının yaptıklarından haberdardır, her hâllerini görür.” (17/96)

O onların cezalarıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler de, ‘ya biz bir yığın kemik olduğumuz ve ufalanıp tozduğumuz zaman mı, biz mi gerçekten yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?!dediler.” (17/98)


“Müslümanların kalbi din günü bilgisiyle nurlanıyordu.”

 

İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında ‘BİLİYORUM, BİLMİYORUM’ başlığıyla çıkan 26 Cemaziyelahir 1444 (18 Ocak 2023) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/ısmetozel?ıd=137&katıd=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki dördüncü paragrafın son cümlesinin alıntılanarak başlığı teşkil etmesi) bu yazıyı oluşturacak.

“Müslüman olduğunuza göre ‘bilmiyorum’ sözünün ilmin yarısı olduğu hükmünü işitmiş olmalısınız. Acaba aranızda kaçınız bilmek ve bilmemek üzerine kafa yormuştur? Öyle sanıyorum ki, pek azınız. (…)

(…) Milâdın 1973üncü yılında Siyasal İslâm zuhur edinceye kadar dindarlık toplum örgüsünde kendine yer bulamamış bir kavramdı. Kemalistlere göre 1950’den itibaren dine, yani İslâm’a haddinden fazla taviz verilmişti. (…) Gele gele Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası meselesine geldik. Acaba Cumhuriyet’in ilânından günümüze kadar bu meseleden bir an bile uzaklaşıldı mı? (…)

Hazreti İsa’nın doğduğu günden 1839 sene geçtikten sonra Tanzimat Fermanı okundu. Böylece Müslümanların ‘beraya’ sayılıp üstün tutulduğu bilinen düzen terk edilerek Osmanlı Padişahının bütün tebaası birbirine eşit sayıldı. (…) İslâm düşmanlarının Müslümanlar karşısında imtiyazlarla donatıldığı açıkça beyan edilmiyor ve fakat fiiliyatta başka bir şey yaşanmıyordu. (…)

(…) Dünya hayatının Mü’min için niçin zindan olup da, kâfirlerin aradıkları cennetin dünya hayatında bulunabileceğini böylece akledebiliyoruz. (…) Bugün Medine diyerek andığımız şehrin önceki adının Yesrib olduğu başlangıç bilgilerindendir. (…) Müslüman olmak, Müslümanlarca aydınlığa kavuşmak, cehaleti terk etmek anlamına geliyordu. (alıntı olarak başlığı teşkil eden cümle bu paragrafın son cümlesi)

Müslümanlık yüzünden iktisap ettiğimiz şey yaşadığımız her anın ve her hadisenin hesabını vereceğimiz bilgisiydi. (…) Namaz kılmamız cihat etmeği reddedenin dinden çıkacağının işaretiydi. (…)

(…) İslâm bizi algıların türettiği karanlıktan kurtarmadıysa henüz bize ulaşmamıştır. Ulaştıysa ilk yapacağımız iş kâfirlerin faaliyet alanını daraltmak olacaktır. (…) Modernlik dünya hayatına beşeriyetin mahkûm olduğu iddiasına güç kazandırdı. (…)”

“el-İşârât ve’t-tenbîhât ‘Gayb’ bölümü*

 

*İbn Sînâ, Arifler ve Olağanüstü Hâdiselerin Sırları, Çev.: Ömer Türker, Hayy Kitap, İstanbul, 2018.

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’te (Temmuz 2022/ Sayı 4) yukarıdaki başlık altında ve Ömer Türker’in çevirisiyle çıkan yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“İşâret: Bir ârifin bir müjde veya tehdidi olmadan önce gaybken haber verip de isabet ettiği sana ulaşırsa bunu tasdik et ve ona inanmakta zorlanma. Çünkü bunun doğanın yolları içinde bilinen sebepleri vardır.

İşaret: Tecrübe ve kıyas, insan nefsinin uyku esnasında bir şekilde gayba ulaşma özelliğine sahip olduğunda mutabıktır. Dolayısıyla böyle bir ulaşımın, zevaline yol bulunan ve ortadan kalkma imkânı olan durumlar müstesna uyanıklık halinde olmasına da hiçbir engel yoktur. (…)

“Çağdaş Küresel medeniyet Anlamı/Gelişimi / Konumu

 

Ş.Teoman Duralı’nın yukarıdaki üst-başlık altında “Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti”isimli kitabının (dergâh yayınları) başlarından birkaç yerden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“(…) ‘Küreselleşme’ modernlikten kopuş olmayıp, süreklilik arzeden ileri bir modernleşmedir. Liberal / kapitalist / demokratik sistemin tüm dünyaya egemen olmaya başlaması yeni anlayış ve kavramları da beraberinde getirdi: İnsan hakları, sivil toplum, sekülarizm, ferde öncelik ve refah. (…) Din dışı Batı Avrupa medeniyeti ‘aklı’ eşsiz kılmıştı. ‘Küreselleşme’ bu kavramları daha ilerilere götürmektedir.

Ülkemizde fikir hareketlerinin cılızlığı, felsefî düşüncenin Batı aktarmacılığına dayandığı günümüzde, Teoman Duralı milli kimliğimizi ve düşünce dünyamızı yeniden inşa etme cehdi içindedir.(…)” (SUNUŞ’tan, s.5)