Ocak 2023 Posts

“Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir?”

 

Ömer Türker’in  2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’de (Sayı 4 / Temmuz 2022) çıkan, başlığının üst kısmını bu yazıya da başlık yaptığım, alt kısmı ‘Mefâtîhu’l-Gayb ve Miftâhu’l-Gayb Üzerine’ olan yazının (s.203-206) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“İslam düşünce geleneğinde muhtelif zümrelerin nübüvvet kavrayışında bilhassa ulûhiyet tasavvuruna bağlı olarak bazı açılardan derin farklılıklar bulunur. Farklılıkların yoğunlaştığı meselelerden biri insanın gayba dair idrakinde nebinin ve vahyin işlevinin ne olduğudur. Kelamcılar esas itibariyle peygamberin getirdiği haber üzerinde dururlar ve haberin kendisini bilgi kaynaklarından biri olarak değerlendirirler. Buna göre Hz. Peygamber (sav) ve diğer bütün peygamberler, Allah’ın insandan talebini tebliğle sorumlu olduğu kişi ve topluluklara anlatmakla sorumludur. Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında verdiği haberi yalan ithamından büsbütün uzak tutacak doğru sözlülük (sıdk) gelir.

Muhyiddin İbn Arabî’nin değişik milletlerin hikmetleriyle de ilgilenmesini yansıtan, yer verdiği o hikmetli sözler

 

Mahmud Erol Kılıç’ın “Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş’ adlı kitabından (Sufî Kitap, 1. Baskı: Kasım 2009 ) başlıkta belirtilen konuda yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Fez şehrinde Muhammed bin Kasım bana şunları anlatmıştı: ‘Susma’ konusunda dört kral sanki aynı yaydan çıkan oklar gibi dört söz söylemişlerdi. Kisrâ dedi ki: ‘Benim söylemediğim bir şeyi reddetmem söylediğim bir şeyi reddetmemden daha güçlüdür.’ Hint kralı dedi ki: ‘Bir sözü söylemeden evvel ben onun sahibi idim fakat söyleyince o benim sahibim olur.’ Rum imparatoru Kayzer dedi ki: ‘Söylemediğim şeyler için pişmanlık duymadım ama söylediğim şeyler beni pişman etti.’ Çin kralı demiş ki: ‘Pişmanlık açısından söylenilen sözün akıbeti söylenmemiş sözden daha şiddetlidir.’ (el-Fütûhât, IV/549) Özellikle Muhâdaratü’l-Ebrâr kitabında eski bilgeliklerden fazlasıyla iktibaslar (alıntılar) vardır. Mitolojideki Anka Kuşu motifi de bir kitabının adı olmuştur ki kendisi bunu şöyle açıklar: ‘… Biz buna Anka adını veriyoruz. Çünkü o zikredilmekle duyulur, anlaşılır olur ; yoksa onun maddî olarak bir varoluşu yoktur. Ancak o özlü sözlerle, masallarla bilinir… Filozoflar buna heyûlâ diyeceklerdir.’ (II/479)

“Büyük meseleler ve fikirler ancak onlara mümasil bir dille anlatılabilir”

 

Prof.Dr. İsmail Kara’nın Dergâh Yayınları’ndan çıkmış yeni kitabı, İçimden Geçen Günler üzerine Munise Şimşek’le yaptığı konuşma Derin Tarih’in Ocak 2023 sayısında yayınlanmış bulunmakta. Bu yazıda o konuşmadan bazı sözlere yer verdim.

“İskilipli Atıf Hoca yakın tarihin sert dönemeçlerinden birinin kurbanlarından sadece biri. Fakat sembol isim haline gelmiş bir büyük acı hikayeyi temsil ediyor. Aynı zamanda kaşınan bir yarayı… Tarih ilmi açısından semboller önemli, toplumsal yaralar da…”

“Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine Giriş” (3)

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın bu kitabının muhtelif yerlerinden dikkat çekici ve düşündürücü bulduğum sözlere alıntılar olarak yer vermemle oluşacak bu üçüncü yazı.

“Onun, otuz yedi ciltlik el-Fütûhât için bile ‘ Bu kitaptan maksad, elden geldiği kadar veciz ifade ve hülâsadır’ demesi hayli mânidardır.” (s. 49)

Şeyh-i Ekber’i anlama meselesi tasavvuf sahasında olduğu kadar akademik araştırmada da büyük bir problemdir.” (s.75)

“Her gerçekliğin kaynağı bulunan vücûd aslında bölünmez, ezelî ve dâimîdir.” (s.77)

“Fikir ehlinin Hakk’ı idrakleri, anlayışlarının kıt olmasından dolayı noksandır… Bizim yolumuzda olan dostlarımızın (evliyâmızın) ve ashâbımızın ilimleri ise bir takım (klişeleşmiş) sözlerden veya bu konuda söz söylemiş mütefekkirlerden ya da defterlerin, kitapların satır aralarından kopyalanmış değildir. Bizim ilmimiz tamamen kalbe gelen tecelliyattan ibarettir.” (İbn Arabî, Kitâbu’l-mesâil,6) (s.144)

“Şeyh-i Ekber İbn Arabî Düşüncesine giriş” ten yer yer alıntılar (2)

 

Prof.Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın bu kitabının birkaç yerinden daha alıntılamalar yaparak, bu değerli kitabı daha iyi tanıtmayı amaçlıyorum. “… Bir gün kadı Ebu’l-Velîd İbn Rüşd’le görüşmek üzere Kurtuba’ya gelmiştim. Halvetim esnasında Rabbimin bana açtığı kapılar (mâ fetehallâhü bihi aleyye fî halvetî) kulağına gelmiş ve bunun üzerine benimle tanışmak istemiş. Bu konuda kendisine ulaşan haberleri duyunca çok ilgisini çekmiş.(…) O zaman daha ben henüz yüzünde tüy bitmemiş bir çocuktum (sabiyyun). Yanına girdiğimde oturduğu yerden kalktı ve muhabbet ve hürmetle beni kucakladı, sonra ’evet’ dedi. Ben de ona karşılık ’evet’ dedim. Onu anladığımı düşünerek mutluluğu daha da arttı. Ben ona bu mutluluğu veren şeyin ne olduğunu hissedince bu sefer ’hayır’ dedim. Bunun üzerine bozuldu, yüzünün rengi değişti. Düşündüğü şeyde şüpheye düştü. Bana ’Senin keşf ve ilâhî feyz’de bulduğun şey mantığın (nazar) bize verdiği şey midir?’ diye sordu. Ona hem ’evet’ hem ’hayır’ diye cevap verdim. Bu ’evet’ ve ’hayır’ arasında ruhlar yerlerinden, boyunlar cesedlerinden fırlar’ deyince benzi sarardı, titreme geldi, birden sanki elli yaş yaşlandı. Ne demek istediğimi anlamıştı… Daha sonra benim hakkımda sahip olduğu intibâını, bana muvafık mı yoksa bana muhalif mi olduğunu aktarmak üzere babama bir kere daha buluşma talebini iletmişti. O fikir ve aklî nazar ehli birisiydi. ’Bu zamanda, herhangi bir ders görmeden, bir mütâlaadan etkilenmeden, bir kitabı kıraat etmeden, hasılı bir dizi inceleme- araştırma yapmadan cahil bir şekilde (!) halvete girip de böylesi bir bilgiyle oradan çıkan birisini bana gösterdiği için de Allah’a şükrederim’ demiş. ‘bu gibi hallerin erbâbı kalmadı, hiç görmedik’ demiş. Allah’a hamdolsun ki işte biz bu zamanda bu erbâbın birisiyiz, kapalı kapıların açıcısıyız. Yine O Allah’a hamd olsun ki beni rü’yeti ile şereflendirdi.” (s. 29)