Şubat 2023 Posts

“Gizlilikle gerçekliği birleştirmek bana mahsus bir meziyettir.”

 

İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında HANGİMİZ KÜPÜNE ZARAR VEREN KESKİN SİRKE başlıklı 9 Şaban 1444 (1 Mart 2023) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=163&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafının ilk cümlesi olup alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Doğrusu biz Türkler Cumhuriyet tarihimiz, bilhassa tarihimizin Cumhuriyet olarak adlandırılan dönemi boyunca hayatımızın seyri itibariyle mutedildik ve aramızda yok yere feverana kapılan insanlara da pek sık rastlanmazdı. (…)

(Başlığı alıntı olarak teşkil eden cümle) Bu kendine dönük tutum beni hep bulunduğum yerden daha yukarı taşıdı. Mehmet Akif şiirin yaratılış sırrında saklı gizli ahenkle bağ kurmak olduğu görüşünden yana değil. O ne yazdıysa müşahede âleminin insan oğluna saldığı acıdan kuvvet alarak yazdığına inanıyor. (…) Hâlbuki dünya hayatının tebcil edilmesine dönük tavır Mehmet Akif’in şiir dünyasından uzak tutulmasına vesile oldu. Edebiyat dünyası Nâzım Hikmet’in ‘Akif inanmış adam/Büyük şair’ demesinden rahatsız. Memleketimden İnsan Manzaraları hâlâ tahrif edilmiş olarak, yani metinden ‘Büyük Şair’ ibaresi tard edilmiş olarak yayınlanıyor. (…) Turgut Uyar’ın şöhret yolunun ilk basamağında ‘Arz-ı Hal’ şiirinin bulunduğu ve Akif’i şairden saymayan şairin daha kariyerinin en başında İslâm’ın en yalın görüntülerine bile ne kadar yabancı kaldığı dikkatimden kaçmış.

“Tasavvuf Özü Bulma Çabasıdır”

 

Mahmud Erol Kılıç’ın “ANADOLU’NUN RUHU Tasavvuf, Felsefe, Siyaset Konuşmaları” kitabının (Sufi Kitap 1.Baskı Ocak 2011), bu yazının başlığı olarak da alıntıladığım başlık altındaki bölümünden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Tasavvuf, İslâm toplumlarını derinden etkileyen bir disiplin, bununla beraber en başından beri de yoğun tartışmaların odağı haline gelen bir konu. Kendisini bu alanda yetiştirmiş bir ilim adamı olarak sizinle bu söyleşide tasavvufla ilgili tartışmalı hususları konuşmak istiyoruz. İsterseniz ‘Nereden çıktu bu tasavvuf?’ sorusu ile başlayalım. (…)

(…) Evet, doğru, bu çağın ‘tartışılan’ konularından birinin de tasavvufî meseleler olduğu bir gerçek. Çünkü modern düşünce gerçeği tartışa tartışa elde edeceğini iddia etmektedir. Ancak şu da iyi bilinmelidir ki modernliğe geçilinceye kadarki dönemlerde tasavvuf, tartışmanın günümüze ulaştığı şekliyle bir tartışma mevzusu olmuş değildi. Yâni ilimler hiyerarşisi (merâtibu’l-ulûm) içerisindeki konumu toptan, küllî olarak sorgulanmış veya reddedilmiş değildi; bâzı kısımlarına (cüz’î) yönelik tashih teklifleri yapılmıştı ki bunlar da esasa müteallik olmayan ve daha çok isimlendirmeye yönelik birtakım tekliflerdi. Bu sebepten, geleneksel değerlerin tahrif edildiği böylesi bir çağda anlaşılması başlı başına prolem hâline gelen meselelerden birinin de ‘tasavvuf’ olması hem modern çağı oluşturan zihniyet dünyasını hem de tasavvufu yakından bilenlerce anormal bir durum olarak görülmez.
Tabulaştırılmış rasyonalizmin, alaycı pozitivizmin ve militan sekülerizmin tek geçerli düşünme biçimi yapıldığı ve üstelik bu zihniyet kalıplarının dinî ilimlere de sızdığı bir dünyada tasavvufun işi zordur. Çünkü bu yapı içerisinde ‘din’in de değerler sıralaması değiştirilmiş; ruhtan kopuk, materyalist ve soğuk yüzlü bir din çıkmıştır ortaya. Ne var ki yukarıda saydığım bu üçlünün, aynı zamanda modern çağın problemlerinin de ana kaynakları olduğu artık birçok kimse tarafından açıkça telaffuz edilmeye başlandı. Böylece söz konusu mitosların tahtı da sallanmaya başladı. (…)

Seyyid Şerîf Cürcânî’nin “Ta’rîfât Tasavvuf Istılahları”ndan alıntılar

 

Abdülaziz Mecdi Tolun’un tercümesi ve Abdulrahman Acer’in yayına hazırlamasıyla Litera Yayıncılık’tan tashihi ve iç düzeni ile birlikte yayınlanan (2014) bu eserin bazı yerlerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak (ıstılah: terim).

“Ahad: Sıfatlar, isimler ve nisbetlerde (isimler ve sıfatların Zât’la irtibatlarında) kesretin ortadan kalkması itibariyle Zât’ın isminden ibârettir (kesret: çokluk). Âlem: Terim olarak, Allah’tan gayri her şey. Amâ: Ahadiyyet mertebesinden ibârettir. A’yân-ı Sâbite: Mümkün varlıkların Hak Teâlâ’nın ilmindeki hakikatleri. Ayne’l-Yakîn: Müşâhede ve keşf ile hâsıl olan ilim. Ayn-ı Sabite: ilmî mertebedeki hakikat. Berzah: Soyut manâlar âlemiyle maddî cisimler âlemi arasındaki âlem. Dünya ile âhiret arasındaki perde. Ceberût: Ebû Tâlib el-Mekkî’ye (ö.386/996) göre azamet (yücelik) âleminden ibarettir. Beyzâ: İlk akıl. ‘Amâ’nın merkezi olup gayb’dan ilk beliren şey. Gaybî karanlığın mukâbili. Celâl: Allah’ın kahır ve gazabla ilgili sıfatlarının genel ismi. Cemâl: Allah’ın lütuf ve rıza ile ilgili sıfatlarının genel ismi. Cem: Eşyâyı (şeyleri) Allah ile görüp kudret ve kuvvetten uzaklaşarak bunların Allah ile olduğunu idrâk etmektir. Cem’ul-Cem’ ise tamâmen mâsivallahtan fânî olmaktır. Bu, ahadiyyet mertebesidir. Hakikat-i Muhammediyye : İlk taayyün(belirme) ile berâber Zât’tan ibârettir. Buna ‘ism-i a’zam’ da derler. Hakikatü’l-Hakâyık: Bütün hakikatleri câmî olan ahadiyyet mertebesinden ibârettir. Hakka’l-Yakîn: Kulun Hak’ta fenâ bulması ve Hak ile ilim, şuhûd ve hâl olarak bekâsıdır. Her akıllı varlığın ölümü bilmesi ilme’l-yakîndir. Meleği müşahedeye başlayınca ayne’l-yakîn olur. Ölümü tadınca da hakka’l-yakîn olur. Bazı âlimler yakîn ilmin şerîatin zâhiri, ayne’l-yakînin de şerîatte hakikati müşahede etmek olduğunu söylemişlerdir. Hâtır: Kalbe gelen manevî hitâb veya kulun kendi seçimi olmaksızın kalbine gelen şeydir. Hitâb türünden olan dört kısım(Yüksekten aşağıya doğru): Rabbânî, Melekî, Nefsânî, Şeytânî.

Kerîm Kur’ân’dan meâlen (anlam olarak) yedi âyet

 

“Bir sûre indirildi mi birbirlerine bakıp, ‘sizi bir gören oluyor mu?’ diye sorarlar. (gören varsa otururlar) sonra sıvışır giderler. Allah kalblerini çevirmiştir. Çünkü onlar (hakikati) anlamayan bir kavimdirler.” (Et-Tevbe, 9/127)

“Görüyorsunuz ya, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiş ki, hüsrânınız onun gücüne gidiyor, saadetinizi candan istiyor, mü’minler için yüreği rikkatle, merhametle çarpıyor.” (9/128)

“İnsanlara dokunan bir zarardan sonra, kendilerine bir rahmet (bolluk) taddırırsak hemen âyetlerimiz hakkında (alay ve tekzible) bir hileleri olur. De ki, Allah’ın hile (edenlere karşı mukâbele)si daha çabuktur. Elçilerimiz (melekler) sizin hilelerinizi yazıyorlar.” (10/21)

Fiillerin, isimlerin, sıfatların ve zât’ın tecellîleri hakkında bilgi

 

Abdülkerîm el-Cîlî’nin(h.767-826 veya 832) İnsân-ı Kâmil olarak yayınlamış eseri (orijinal adı el-İnsânü’l-Kâmil fî-ma’rifeti’l-Evâhir ve’l-Evâil) Abdülaziz Mecdi Tolun (m.1865-1941) tarafından tercüme edilmiştir. Yayına hazırlayanlar, Yrd. Doç. Dr. merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal’dır. ( İZ Yayıncılık’ tan 4. Baskı 2015)

Bu yazıyı başlıkta belirtilen konularda yapacağım alıntılamalar oluşturacak.

Kitabın Onikinci Bâbını teşkil eden ‘Tecellî-i Ef’âl Hakkındadır’ başlıklı bölümden , Fiillerin Tecellîsine dâir bazı alıntılar:

“Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin fiillerinde tecellîsi o meşhedden (şehid olunan veya şehidin gömüldüğü yer) ibârettir ki, kul o meşhedde eşyâda (şeylerde) kudretin cereyânını (akımını) görür ve Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerini her şeyin muharriki (tahrik edicisi) ve müsekkini (teskin edicisi) olarak bilir ve bu sûretle şehâdet (şahitlik) eder. Bu şuhûdda (şâhitlikte) kuldan fiili nefy (olumsuzlama) ile Hakk’a isbât (olumlama) zarûrîdir. Kul bu meşhedde kuvvetten, kudretten, iradeden meslûbdur (soyulmuştur). Nâs (insanlar) bu meşhedde müteaddid (türlü türlü) etvâra (hâl ve tavırlara) tâbidir. Bazılarına Hak evvelâ irâdesini, sonra fiillerini gösterir. Kul için fiil ve iradeden soyulmuş olmak bu meşheddedir. Bu mertebe fiillerin bu tecellîlerinin yüksek mertebesidir.” (s.113)