Şubat 2023 Posts

İlahiyatçı akademisyenlerden sözler

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’ten (Kasım 2022 / Sayı 6) yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Varlık tarzı ve varoluştaki yeri bakımından insan hakkında konuştuğumuzda ne tekil ne de tikel bir şeyden konuşuyoruz, tümel bir şeyden konuşuyoruz. İnsan küllî (tümel -a.a.-) bir varlık gerçekten. Küllîlikten metafizik manâsını yani kendisinden birçok şeyin çıkması ya da birçok şeyi istiâb etmesi (kapsaması -a.a.-) anlamını kastediyorum. (…) Dolayısıyla insan hakkında konuşmak bu anlamda hakikaten varlık hakkında konuşmak demek. (…)” (Ömer Türker)

“İnsanı. birçok anlamın kendisinden neşet etmesini mümkün kılacak şekilde küllîleştiren şey, onu insan olarak kuran öz-bilinçtir. Varlık anlamını en yetkin bir şekilde hak edecek şey de bu öz-bilinçtir ve insan bu yetkin varlık anlamının bir tezahürü olarak kendisini gösterir.” (İbrahim Halil Üçer)

Bir gazete yazısından…

 

“Babaannemin kişisel tarihinde seferberlikten önce – seferberlikten sonra ayrımı birinci derecede belirleyici bir unsur idi. O kendine, aileye, ülkeye ait meselelerde bu ayrımın adesesinden bakar, ona göre önem atfeder, bir değerlendirme yapardı.

Seferberlikten önceki dünya ile seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.

Annem ise 1939 Erzincan Depremi’nin enkâzı altından çıktı.Onun nirengi noktası zelzeleden önce – zelzeleden sonra şeklindedir (…).

Depremi yaşamaktan murat onu sadece şu veya bu şiddette hissetmek değildir. Deprem eğer ölüm ve yıkım getirmemiş ise, gerçekten yaşanmış sayılmaz. Dolayısıyla ‘Depremden önce-Depremden sonra’ ayrımı, ateş düştüğü yeri yakar misali öncelikle onu derinden yaşayanları kapsıyor.

(…)

Depremin içinden geçmeyenler televizyonlarına, dizilerine dönebilir. Gazeteler yine hafta sonu eklerini verebilir. Bazıları ülkedeki ‘Gündem değişiklikleri’ne kendi açılarından dikkat çekebilir.

(…) Elbette ki, deprem dahil pek çok olay ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları şu veya bu biçimde etkiler.

(…)

Ben diyorum ki, köklü dönüşüm sanayiden tarıma dönmek olmalı.

Betonarme ve yüksek binalar yerine az katlı hattâ tek katlı prefabrik evlerle kısa zamanda yeni yerleşim bölgeleri kurulabilir.

Erzincan’ın prefabrik evleri 70 yıldır kullanılıyor, kaç deprem geçti, hiçbiri yıkılmadı.

Tarım ile, tarıma dayalı sanayinin çevresinde bir yeni hayat.

Rahmetli Turgut Cansever ‘Galaksi Şehirler’ projesi ile 25 bin nüfuslu bir şehir projesini yapmış, fizibilitesini çıkarmış, evlerin resmini bile çizmişti. Bu planlar evlatlarında olmalıdır.

(…)

Dünya Bankası’nın belirttiği hesaba göre Türkiye’de ’kentsel dönüşüm’ün maliyeti 465 milyar dolardır. Bu paranın bir kısmı ile şehirleri boşaltabiliriz. Bu süreçte hem devlet, hem millet ayağını yorganına göre uzatacak. Böyle bir göç elbette kolay değildir. Zaman ister. Ancak ‘köklü dönüşüm’ denilen şey bir ’deprem ülkesi’ olan Türkiye için başka türlü gerçekleşemez. İnsanlar ‘kentsel dönüşüm’ün tamamlanmasını beklerken deprem aniden gelebilir. Ülkemizin böylesi bir depreme tahammülü yoktur. (…)” (Mustafa Kutlu, ‘Köklü Dönüşüm’ başlıklı yazısından, Yeni Şafak, 22 Şubat 2023)

Hamid Algar’ın “Nakşibendîlik” isimli eserinden (insan yayınları) alıntılar

 

Bu hacimli eseri İngilizce’den Türkçe’ye çevirenler Cüneyt Köksal, Ethem Cebecioğlu, İsmail Taşpınar, Kemal Kahraman, Nebi Mehdiyev, Nurullah Koltaş ve Zeynep Özbek’dir.

Eserin müellifi Hamid Algar 1940 yılında İngiltere’nin güneybatısında doğmuş, Lise tahsilini Londra’da tamamladıktan sonra 1961’de Cambridge Üniversitesinin Arap-Fars Filolojisi Bölümü’nden mezun olmuştur. Bir yıl kadar Tahran Üniversitesi’nde doktora derslerini izledikten sonra Türkçe’yi hakkıyla öğrenmek maksadıyla İstanbul’a geçmiştir. 1963’te Cambridge’e dönerek doktora çalışmasına başlar. Ondokuzuncu asır İran’ında ‘ulemânın siyasî rolleri’ konusundaki tezini 1965’de tamamlayıp Kaliforniya Üniversitesi’nde Orta Doğu Araştırmaları Bölümü’ne katıldı. Burada irfan, tefsir, Şîîlik, İran’da İslâm Tarihi, Arap-Fars ve Türk tasavvufî edebiyatı, İslâm felsefesi gibi konularda ders verdi. Birçok dilde yayınları oldu. 2010’da emekli olup başta Nakşîlik tarihi ve bugünkü durumu olmak üzere çeşitli konularda çalışmaları sürüyor.

Eserin birinci baskısı 2007’de, genişletilmiş üçüncü baskısı (dijital) 2012’de yapılmıştır.

“Yaklaşık otuzbeş yıl önce, gençliğin enerji ve saflığıyla tarîkatların belki en önemlisi olan Nakşibendîliğin ortaya çıkışı, İslâm dünyasında yayılmış olduğu bölgelerdeki tarihi, günümüzdeki konumu, âyin ve âdâbı, ilim-siyaset-edebiyat ve şiir dünyâları üzerindeki etkilerini içine alan uzun vadeli bir araştırma projesi tasarladım. Öğretim üyesi olduğum Kaliforniya Üniversitesi’nden bir yıllık izin alıp projemi gerçekleştirmeye başlamak niyetiyle arabayla Londra’dan yola çıktım. Uzun yolculuğumun ilk durağı Saraybosna, son durağıysa Delhi oldu. Bu, son derece verimli ve öğretici bir yolculuk oldu. Bosna,Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’da tarîkatın mensupları ve meşâyihiyle tanışmak; faaliyette bulunan tekke ve hankâhları ziyaret edip zikir toplantılarına katılmak; tarîkata ait muhtelif dillerde yazılan kitap ve yazmaları toplamak; kütüphânelerdeki yazmaları ya istinsah etmek (sûretini almak) veya onların fotokopisini çıkarmak – bütün bunlar bana nasip oldu. (…) (s.9)

“Fakat 1984 yılında ben yine bir izinden istifade etmek üzere Londra’dayken Amerika’daki evimin ve topladığım Nakşibendîliğe ait malzemelerin hemen hemen hepsinin bir yangında kül olduğunu öğrendim. (…) o zamana kadar ancak birkaç makale kaleme almıştım. Maamafih projemden tamamen vazgeçmedim. (…); Cenâb-ı Hak kısmet ederse, elimde bulunan malzeme ile on-onbeş makale ve belki bir-iki kitap da yazmayı planlıyorum.

İşte şimdiye kadar telif ettiğim dağınık makalelerin Türkçesi bu kitapta toplanmış oluyor. (…)” (s.10)

“Şairin gündemi şairin kalbinden ibarettir.”

 

İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında ŞİİRE AÇILAN YOL: UFKUN ÖTESİ başlıklı, 2 Şaban 1444 (22 Şubat 2023) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?ld=162&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafının üçüncü cümlesi olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Alman öğrenciler okutulan felsefe tarihinin zihni çarpıttığı fikrindeydiler. Ben böyle bir fikrin varlığını onlardan öğrendim. Öğrenmekle kalmadım dünyanın her yerinde kimin neyi ne uğruna bileceğini tespit hususunda kafa yoranların ‘zihin çerçeveleri’ bahsini gündemime aldım.

Bir şairin gündeminden kime ne? Bu sual yanına şiirin ömrünü tüketip tüketmediği sualini de alınca şiir hakkında (öz biçim tartışması da dahil olmak üzere) her şey sorulmuş olur. (alıntı olarak başlığı teşkil eden cümlenin yeri burası) Kısacık ömrünü şiir yazmağa adamış birinin kalbini ne tarafa çevirdiği ihmal edilemez ehemmiyettedir. (…) Modern çağda her dilin edebiyatı içinde şiirin ölüp ölmediği tartşılagelmiştir. Altından kalkılması gereken mesele kalmadığı zaman şiirin öldüğü farz edilir ve bu ölüm ancak şiirde fark edilir. (…) Gerçekte itiraf edilen Batı Medeniyetinin sona erdiği idi. Kurtuluşu Dante’ye dönüşte arayan Ezra Pound kırk yılını ‘Cantos’ yazmağa hasretti. Sona erişe T.S. Eliot’un atfettiği anlam daha yaralayıcı idi. O gelişmiş ülkeleri ‘Waste Land’ diye adlandırmıştı. Tercümesi ‘Çorak Ülke’ ibaresiyle karşılanmak istendi. ‘Kısır Ülke’ demek belki daha isabetli olurdu.

Abdülkerîm el-Cîlî’nin İnsân-ı Kâmil eserinden(Tercüme: Abdülaziz Mecdi Tolun) alıntılar

 

Yayına hazırlanması merhum Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal tarafından yerine getirilen, İz Yayıncılık’tan (4. Baskısı : 2015) çıkan kitaptan yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Orijinal adı El- İnsânü’l-Kâmil fî Ma’rifeti’l-Evâhiri ve’l-Evâil (günümüz Türkçesiyle: Son zamanlar ve ilk zamanların Ma’rifetinde Kâmil İnsân) olan eser Türkçeye bundan ikiyüz sene önce La’lî Zâde Abdülbâkî Efendi tarafından da tercüme edilmiş olduğu gibi, elli sene önce de Selânikli Ali Örfî Efendi tarafından, beşte bir derecesinde kısaltılarak, âdetâ meâlen tercüme edilmiştir.

Dolayısıyla İnsân-ı Kâmil’in dilimizin bugünkü şîvesine göre yeniden tercümesine zarûret görülmüştür. Üstâd (Abdülaziz Mecdi Tolun) bu zahmeti deruhde buyurmuş (yüklenmiş) ve bu lutfu esirgememiştir. (s.23)

“Evvelâ Cenâb-ı Hakk’ın esmâsından bahs edeceğiz. İlâhî sıfatlarda Zât’ın kemâli türlenen ve Hakk’ın aynalarından evvelâ zâhir olan ilâhî sıfatlardır. Sıfatlardan sonra zuhûrda ancak Zât vardır. Şu izaha göre sıfatlar mertebesi ilâhî isimler mertebesinden yüksektir.” (s.32)