“Niçin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İlahiyat Fakültelerinin, İmam Hatip Okullarının (hatta camilerin!!!) ‘dinî’ kurumlar mı laik kurumlar mı olduğu tam belli değil?”
Prof. Dr. İsmail Kara’nın Üsküdar Belediyesi’nce düzenlenen ‘Uluslararası 12. Üsküdar Sempozyumu’nda (13-15 Ekim 2023) sunduğu “Türkiye’de Laiklik: Hem Dindar Hem Seküler Olunabilir mi?’ başlıklı tebliğinin ÜSKÜDAR Kültür, Sanat Ve Medeniyet Dergisi 15 / Cumhuriyetin 100. Yılı sayısında yazı olarak yayınlanmış hâlinin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar ( bunlardan ilki bir soru olarak alıntılanmış olup bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
“Doğrudan Hıristiyanlıkla (hatta Katoliklikle) alakalı bir inanç-kültür-siyaset zemininde vücut bulan laiklik İslâmiyetle, İslâm dünyasıyla, Türkiye ile ilişkilendirilebilir mi? İlişkilendirilebilirse eğer bu nasıl ve hangi düzeyde bir irtibatlandırma olacaktır? Türkiye’de, modernleşme dönemi Osmanlı tecrübesinden başlayarak laiklik nasıl anlaşılmıştır? 1922/1924/1926/1928/1937 sonrası Türkiyesi’nde laiklik esas itibariyle neye tekabül eder; (âdeta bir edebiyata dönüşen) din ve vicdan özgürlüğüne mi yoksa dinin ve dindarların baskı altına alınmasına, dinî bilgi – kültür -yaşama alanlarının aşağıya çekilerek biçimsizleştirilmesine, esas itibariyle birleştirici çatı olan dinin ayrıştırıcı bir alan hâline getirilmesine mi? Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca en geniş manâsıyla dinle alâkalı bütün alanlar ve meseleler niçin ısrarla muğlak ve müphem bırakılmıştır, bugün de bırakılmaktadır?… (Başlığı teşkil eden cümlenin yeri)
Felsefî, hukukî ve kültürel olarak tartışılması gereken bu ciddî ve mühim problemler ve sorular bugüne kadar Türkiye’nin ilim, fikir ve siyaset alanlarından sürekli uzak tutulmuştur. Olan zayıf metinler ve nutuklarla yahut kutuplaşmış ama birbirini besleyen iki çevrenin meselenin esasından ve Türkiye’den uzak olarak, Türkiye’yi taşıma kapasitesi düşük bir bilgi-anlayış-yorum seviyesinde, aktüel ve ideolojik unsurlara mahkûm bir dil ve anlatımla sınırlı kalmaktadır. Niçin?