Mart 2023 Posts

Fütûhât-ı Mekkiyye (Mekkî Fetihler /Açılmalar) 18.c.’den alıntılar

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan ve Türkçe’ye Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak çevirisi yapılmış olan bu eserin 18. cildinden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Allah saadete ermiş mutluya emelini verirken bedbaht ve şakiyi terk eder ve başarısız bırakır.” (s.15)

“Allah’a kimseyi ortak koşma ve tevhidi dayanak edin.” (s.15)

“Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. Bununla beraber kendisine uyanı Allah’ın yolundan uzaklaştırır, fakat Allah’tan değil! Çünkü o da Allah’ın melekûtu (ruhların ve meleklerin âlemi) kapsamında ve dolayısıyla O’nun kudreti dâhilindedir.” (s.16)

“Hak, varlıkta olan her şeyin aynı (hakikati) dir.” (s.16)

“Âlem tenzih ile teşbih arasında bulunurken Hak teşbih ile tenzih arasında bulunur. Beraet ve arınmışlık Tevbe (Berae) sûresinde dile getirilirken tenzih Şûra sûresindedir.” (s.24)

“Necmeddin İbn Şayy el-Musûlî bana bir mektupla gördüğü bir rüyayı bildirmişti. Rüyasında Maruf el-Kerhî’yi ateşin ortasında görmüş! Hâlbuki Ebrar’ın nimete Mazhar olduğu gibi Kerhî’nin orada nimetlendiğini anlamamış, korkmuş, onun helak olduğunu zannetmişti. Hâlbuki sufilerin nezdinde Kerhî’nin muteber ve onlarca eleştirilmemiş biri olduğunu biliyordu. Bu rüyada Maruf el-Kerhî cennetin ta kendisiyken keşif sâhibinin onda görmüş olduğu cehennem de cennet mesabesindeydi. Çünkü nâhoş işler ârifin ayrılmaz özellikleri ve nitelikleridir. Ârif dünya hayatında korkarken, imandan mahrum olan ise âhirette korkacaktır. Dolayısıyla sıfatlar (ârif ile inançsız arasında) yer değiştirdiği kadar âfetler de yer değiştirir; belki görür veya duyar da muttali olduğu ve öğrendiği şeyler kendisinden yayılır ve ortaya çıkar. (…)” (s.25)

“Bunlardan birisi de iki yüz seksen birinci bölümden ‘Heva arzu ettirir’ bahsidir. Heva olmasaydı arzu duyan olmazdı ( veya düşen düşmezdi). (…)

Hâce Muhammed Lutfî

 

Alvarlı Efe Hazretleri diye bilinen, ismi başlıkta belirtilen zât 1285/1868 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesine bağlı Kındığı köyünde dünyaya geldi. Babası Hâce Hüseyin Efendi, annesi Seyyide Hadîce Hanımdır. Tahsilini başta babası olmak üzere devrinin ünlü âlimlerinden tamamlayıp icâzet almış olarak 1307/1889’da Hasankale’nin Sivaslı Camii’ne imam oldu. Aynı yıl pederleri ile birlikte Bitlis’e giderek Hâce Muhammed Pîr-i Küfrevî Hazretleri’nin huzuruyla müşerref oldu. 1312/1894 tarihinde O’nun seçkin bir halifesi olarak Hasankale’ye döndü. Buradan Erzurum’un Dinarkom köyüne geçerek oraya yerleşti ve 1. Cihan Harbi’ne kadar orada kaldı. Bilâhare vazifesini Yavi nâhiyesine, oradan da doğup büyüdüğü Hasankale’ye nakletti. Kendisine teklif edilen Hasankale Müftülüğünü kabul etmeyerek, Alvar köyü halkının istirhâmı üzerine oraya giderek bu köyde 24 sene görev yaptı ve ‘Alvar İmamı’ olarak tanındı. 1939 yılında tedavi için Erzurum’a geldi. Vefatına kadar Mehdi Efendi Mahallesi‘nde kiraladığı bir evde ikâmet etti. 90 senelik ömrünü insanlığa ve İslâmiyete adayan Efe Hazretleri 12 Mart 1956 tarihinde ebedî âleme intikal etti. Nâş-ı şerifi Alvar köyünde pederleri Hâce Hüseyin Efendi Hazretleri yanında sırlandı. Bu mübarek zât hakkında duyduğum ve öğrendiğim malumât ve hâtırâtın en çoğu merhûm Bedreddin Atalar’a aittir. Biyografisi hakkında yazdıklarım da müellifi olduğu Hulâsatü’l-Hakâyık ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lutfî isimli kitaptandır (Efe Hazretleri Vakfı). Allah Alvarlı Efe Hazretleri’ne, O’nun babasına ve Bedreddin Atalar ağabeyime rahmet ve mağfiret eylesin. Âmîn.

Birkaç alıntı da adı geçen eserinin İLTİCÂ-NÂME başlıklı bölümünden:

Hamdü bî-had o kerîm Mevlâ’ye / Ne Kerîm’dir keremi bî-gâye

Ne keremler bize kıldı o Kerîm / Nîmet-i îmânı kıldı takdîm

Sebkat etdi hidâyet-i ezelî / Oldu bize kerem-i Lem-yezelî

Nûr-i tevhîd ile münevver edüp / Âb-ı tasdîk ile mutahher edüp

Gönderüp bize Resûl’ü rehber / Habîbullah’ı bize peygamber Nûr-i vahdet güneşi doğdu bize / Görünüp nûr-i hidâyâtı göze

Vahiy, ulûhiyet, âlem, gayb, kulluk,nübüvvet, zuhûr, varlık hakkında bilgi içeren bir yazıdan alıntılar

 

Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi olan Teklifte (Sayı 4 / Temmuz 2022) çıkan “Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir? Mefâtîhu’l-Gayb ve Miftâhu’l-Gayb Üzerine” başlıklı yazısının başlıkta belirttiğim terimler ve kavramları içeren bazı cümlelerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“(…) Kelamcılar, esas itibariyle peygamberin getirdiği haber üzerinde dururlar ve haberin kendisini bilgi kaynaklarından biri olarak değerlendirirler. Buna göre Hz. Peygamber (sav) ve diğer tüm peygamberler, Allah’ın insandan talebini tebliğle sorumlu olduğu kişi ve topluluklara anlatmakla sorumludur. Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında verdiği haberi yalan ithamından büsbütün uzak tutacak doğru sözlülük (sıdk) gelir. Bu sebeple kelamcılar, bir peygamberin peygamberlikten önce ve peygamberken günah işleyip işlemeyeceğini tartışmışlar ve farklı kanaatlere varmışlar ama hiçbir zaman yalan söylemeyeceklerinde icma etmişlerdir. Zira peygamberin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebliğin ulaştığı insanların gayba dair idraki haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır. Melekût âlemi ve âhiret hakkında vahiy, insanın duyularla ve istidlâlle ulaşmasının mümkün olmadığı bilgiler verir. Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında ise hem bilgilendirici hem de akla yol göstericidir. Yol gösterici olması, insanın duyular açısında gayb olan ilâhî zât ve sıfatlara dair bilgilerinin vahiyden başka bir kaynağının daha bulunmasıdır: Âlem. Bir bütün olarak âlem, Allah’ın fiilleri olduğundan fiilden hareketle fâil olan Allah hakkında nazarî (teorik) bilgiye ulaşılabilir. (…)

Varlık meselesi

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin (doğumu H.767, İran’ın Cilan veya Bağdat yakınlarındaki Cîl kasabası. Seyahatları: Hindistan, Arap Yarımadası. Vefatı Yemen’in Zebid şehrinde, H.826 veya 832) tam ismi el-İnsânü’l Kâmil fî ma’rifeti’l- evâhir ve’l-evâil olan eserini Abdülaziz Mecdi Tolun (doğumu Balıkesir, m.1865, vefatı İstanbul, 1941) İnsân-ı Kâmil Tercümesi olarak o dönemdeki Türkçe’ye çevirmiştir. Bu tercüme merhûm Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal tarafından İNSÂN-I KÂMİL ismiyle yayına hazırlanmış ve İZ Yayıncılık İslâm klasikleri dizisinden 19. Kitap olarak çıkmıştır(4.baskı:2015) Bu kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

” Tam adıyla Sonların ve ilklerin bilinmesinde İnsân-ı Kâmil şeklinde tercüme edebileceğimiz bu kitabın ismi, okuyucuyu doğrudan tasavvufun en yüksek entelektüel konularıyla karşı karşıya bırakmış olur. Cîlî’nin eserinin hemen girişinde kendi yöntem ve tavrı hakkındaki ifadelerinde belirttiği ‘Bu kitaptaki her bilgi, hadis ve âyet ile müeyyeddir (teyid edilmiştir /desteklenmiştir.)’ ifadesinden hareket edersek, her ne kadar kendisi bunu zikretmese de bu isimlendirmenin bir hadise telmih ettiği (manâlı olarak işâret ettiği) anlaşılmaktadır. (…)”

“Bu bağlamda zikredilebilecek diğer bir hadis de, özellikle tasavvuf düşüncesi için büyük ehemmiyet ve anlama sahip olan ‘Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim; yarattım, ta ki bilineyim.’ anlamındaki kudsî hadisdir. Ayrıca ‘Allah’ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur, ey Câbir!’ ve Hz.Peygamber’in tarihî ve maddî tezâhüründen önce Muhammedî hakikatin mevcûdâta önceliğini ifade ettiği, ‘Âdem çamur ve su arasında iken ben nebî idim’ hadisleri de kitabın isminin çağrıştırdığı hadislerden ilk akla gelenlerdir.”

“Çağdaş Küresel Medeniyet Anlamı/Gelişimi /Konumu”

 

Şaban Teoman Duralı (merhûm)’un daha gerçekçi bulduğu anlaşılan bir başlığı daha var: “Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudî Medeniyeti” . dergâh yayınları‘ndan çıkmış kitabın Birinci Baskısı: Kasım 2000. Kitabın başlarından birkaç yerden alıntılar oluşturacak bu yazıyı. “(…) İngiliz-Yahudî medeniyetine gelince, o Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin tabiî uzvî devamı olarak da görülebilir. Yeniçağda başgöstermiş olan ıslâhât, insancılık ile aydınlanma devrimcilikleri, İngiliz-Yahudi medeniyeti çerçevesinde temellenerek kurumlaşmışlardır. (…) İşte, gerek Yeniçağ dindışı Batı Avrupa gerekse ondan türemiş ve çok daha keskince, belirgince biçimlenmiş olan Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetleri, insanın biçimselci düşünme-bilme yetisini esas almışlardır. Tüm öteki kültürler ile medeniyetlerin benimsemiş bulundukları Tanrıcı ve doğayıaşkın dayanak yerine, insancı-dünyacı pâyândayı gündeme sokmuşlardır. Yeniçağ dindışı Batı Avrupa’nın kurumlaşmış felsefesi, Rene Descartes’ın (1596-1650) çığır açıcı res extensa kavrayışını esas almak ve bu kavrayışın gereği olarak da bilimin -aklî klasik mekaniğin- işleyişini örneksemek suretiyle hayatın ve dünyanın tüm köşe bucağını izah etmeğe kalkmıştır ve neticede bir ideoloji olan insancılık-dünyacılığı inşâ etmiştir. İngiliz-Yahudî medeniyetindeyse, insancılık-dünyacılık, ideoloji olma vasfını kaybedip dünyagörüşü hâline gelmiştir. Bu dünyagörüşünün içerisiyse, insanın maddî ilişkiler ağıyla doldurulmuştur.(…)”