Mart 2023 Posts

“Gerçek insân-ı kâmil, zorunluluk ile imkân arasında berzahtır.”

 

Muhammed Ali et-Tehânevî’nin “Keşşâfu Istılâhati’l-Fünûn ve’l-Ûlûm’dan ‘İnsan’ Maddesi” başlıklı yazısının (2 aylık düşünce dergisi Teklif , Kasım 2022, sayı 6, s.219, Çev. Sami Turan Erel) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar(bunlardan ilki s.223, 2. paragraftan bir cümle, alıntı olarak başlığı teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“İmam Râzî et-Tefsîrü’l-kebîr’de yüce Allah’ın ‘De ki: Ruh, Rabbimin bir işidir.’ sözünün tefsirinde şöyle demiştir: Bil ki zarûrî bilgi, işte burada, insanın ‘ben’ sözüyle işâret ettiği bir şeyin bulunmasıyla meydana gelir.İşâret edilen şey ya cisim olur ya araz olur ya da bu ikisinin toplamı olur ya bu ikisinden başka bir şey olur ya da bu ikisinin ve üçüncü şeyin bileşiminden meydana gelen bir şey olur. (…)

İnsanın bu özel duyulur bünye ve bu cisimsel-duyulur yapıdan ibaret olduğunu söyleyenler, kelâmcıların çoğunluğudur. Bize göre bu görüş batıldır; zira bedihî (besbelli) bilgi, bu cüssenin parçalarının büyüme ve solma, irileşme ve zayıflama organlarından birinin fazla olması ya da eksilmesi bakımından artarak ve eksilerek değişimiyle meydana gelir. (…) Ayrıca herkes sarih aklıyla ve her bir organının kendine izâfe edilmesiyle birlikte hükümde bulunur. Böylece ‘başım’, ‘gözüm’, ‘elim’ der. Muzaf (bağlı), muzafun ileyh’ten (tamlayan) başkadır. İnsanın ‘kendim’, ‘zâtım’ sözüyle beden kasdedilir. (…) Çünkü insan bazen bedeni ölü olmakla beraber diri olur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ‘Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler; Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.’ (Âl-i İmrân, 3/169) Yine şöyle buyurmuştur: ‘Bu azap, onların sabah akşam sokulacakları ateştir.’(Ğafir,40/46) Şöyle de buyurmuştur: ‘Tufanda boğuldular ve ateşe atıldılar.’ (Nuh, 71/25) Bunlar gibi, insan ile bedeninin başkalığına delâlet eden âyetler çoktur. (…) Çünkü insanın hakikati yüzey ve renkten başkadır. Oysa görülebilir olan her şey yüzey ve renktir. Böylece, duyulur bir cisim olması şöyle dursun, insanın hem cisim hem de duyumlanabilir olmadığı sabit oldu.

“Mesuliyetimiz mensubu olduğumuz milletin her hali, yani dünü, bugünü, yarını sebebiyledir.”

 

İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında YEMİNİ OLAN YEGÂNE MİLLET VE DİĞERLERİ başlığıyla çıkan 16 Şaban 1444 (8 Mart 2023) tarihli yazısının (istiklalmarsidernegi.org.tr/lsmetOzel?Id=164&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki, o yazının ilk paragrafından bir cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“Tarih tek bir istikamette, kıyamet istikametinde akıyor ve insanlar olarak bizler o istikamet hatırına imtihandan geçiriliyoruz. Kıyamet kopacaksa verilen sadakanın reddedildiği zamanda kopacak. (…) Türkler hangi davanın erleridir? Millet olarak önce bu sualin cevabında birleşelim. Birleşemezsek dünyada bir Türk milleti bulunduğunu kimseye, kendimize bile izah edemeyiz. (…) İlk çağda bugün Türk toprakları adı verilen bu sahanın geçirdiği ilk büyük istihaleye Helenizm adı veriliyor. (…) Dolayısıyla insan zihnine merkezin üstünlüğü kavramını adım başı karşımıza çıkan imparatorluklar değil, Helenizm sokmuştur diyebiliriz. (…)

“Fîhi Mâ Fîh” isimli eserden alıntılar

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’ye ait eseri tercüme eden merhûm Ahmed Avni Konuk, yayına hazırlayan yine merhûm Dr. Selçuk Eraydın’dır. İz Yayıncılık’tan çıkan kitabın 2009’da 8. Baskısı yapılmıştır.

“ Bir hâm-ı ezelî’nin (ezelî hamın) pişmek ve olmak ihtimâli yoktur. Yani “Ruhları ham olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.” (s.2)

“Malûm olduğu üzere ehlullah (Allah ehli) cevâmiu’l-kelimdir (birçok manâyı kendinde toplayandır).” (s.3)

“İki rekat namaz dünyâ ve mâfîhâdan (onu içindekinden) hayırlıdır.” (s.21)

“Mümin müminin, kâfir kafirin aynasıdır.” (s.25)

“(…) Şu halde Hakk’ın nûrundan yanmağa sabr etmeyen ve içtihad (gücü yettiği kadar çaba) göstermeyen adam, adam değildir.” (s.36)

“Hak ve bâtılda çok yemin eden mikdarsız kimselere itaat etme!” (Kalem, 68/10) (s.126)

Bir kitaptan ve bir gazete yazısından alıntılar

 

Kitap, Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem isimli eserinin Türkçe tercüme ve şerhinin dördüncü ve son cildi, gazete yazısı ise Gökhan Özcan’ın Yeni Şafak’ta çıkan bugünkü yazısı.

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’den XXVII. Fass ki, “Muhammedî Kelimede Mündemic (içkin) ‘Ferdî Hikmet’ beyânındadır” başlıklı bölümün üç yerinden alıntılar:

“(…) (S.a.v.) Efendimiz Rabbine olan delîlin ilkidir. Çünkü âlemin toplamı Hakk’ın bi’l-cümle sıfatları ve isimlerinin mazharı (zuhur yeri) olmak itibariyle muzhir (gösteren) olan Hakk’ın nefsine ve zâtına delildir. Ve onların tekevvünü (oluşu) ise ferdiyete dayalıdır. Şu halde âlemin tümü ferdiyet mazharıdır. Oysa ibtidâ (en başta) ferdiyet mazharı olan muhammedî hakikattir ki, âlemde mevcut olan tüm sıfatları ve ilâhî kemâlatı (kemâlleri) toplayıcıdır. Böyle olunca Rabbine olan delîlin ilki (S.a.v.) Efendimizdir. Dolayısıyla yukarıda açıklanan topluluk itibariyle Resûl (a.s.)a cevâmi’u’l-kelim(bütün hakikatleri kendinde toplayan) verilmiş oldu. (…) Hakk’a ilk delîl olan Resûl (a.s.) kendi nefsine delîldir. Zîrâ Resûl (a.s.)ın nefsi Hakk’ın mutlak zâtının onda taayyününden (belirmesinden) ibârettir. (…) “Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi” buyurdu. Ondan sonra da bu üç şeyi beyânen ‘nisâ’yı ve ‘tıyb’i ve ‘onun kurretü’l-aynı ‘namaz’da meydana çıkarılmış olduğunu’ zikr etti. (…) Dolayısıyla varlığın aslı muhabbetten ibâret oldu. (…) İnsanın Rabb’ine marifeti, onun kendi nefsine marifetinden neticedir. Bunun için Resûl (a.s.) “Kendi nefsini ârif olan kimse Rabb’ini ârif olur.” buyurdu. İnsânî hakîkat olan muhammedî hakîkat, belirmez olan ahadî zâtın belirme mertebesine tenezzülüdür(inmesi). (…)”

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-I, Şit Fassı’ndan ‘İlim malûma tâbidir’ başlıklı bölümden alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l Arabî olan eserin Tercüme ve Şerh’i Ahmed Avni Konuk tarafından yapılmış, yayına hazırlanması Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın tarafından gerçekleştirilmiş bu ünlü eserin I. Cildinin Şit Fassı’nın İlim malûma tâbi’dir başlıklı bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“İlim Hakk’ın sıfatlarından bir sıfattır; ve Hakk’ın sıfatları, Hakk’ın zâtında mündemic (içkin -a.a.-) birtakım nisbetlerden ibâret olup zâtıyla berâber kadîmdir (evveli olmayan). Ve her sıfat bir ismin menşe’idir (kökeni -a.a.-). Meselâ ilim sıfatından Alîm; ve hayatdan Hayy; sem’den Semî’; ve basardan Basîr; irâdeden Mürîd; kelâmdan Mütekellim; kudretten Kadîr ve Kaadir; tekvînden Mükevvin isimleri inbiâs eyler (ortaya çıkar). Ve her bir isim zâtî şuûnâtdan bir şe’ndir (iş, hâl, olay). Ve ilâhî isimler tümeller yönünden sayılabilirdir; fakat tikeller yönünden sınırlanabilir ve sayılabilir değildir; çünkü sonsuzdur. Meselâ Hayy ismi bir tümel isimdir; onun altında muharrik (hareketli), muhassis (hissettiren), mümeyyiz (ayırıcı), muhyî (ihyâ edici/hayat veren), muskî (su veren), vs. gibi birçok tikel isimler vardır. Ve bunların her biri âlem sûretlerinden bir sûretin terbiye edicisidir; Ve o sûret bu ilâhî işin bir aynası olup onda daima o ismin hükümlerinin sûretleri görünür. ‘Bölünmeyen her ânda Hak bir işdedir.’ (Rahmân, 55/29) Ve bu isimlerin hepsinin isimlenmişi bir olup, cümlesi o isimlenmişin aynıdır (hakikatidir); ve müsemmâ (isimlenmiş) ise Hakk’ın zâtıdır. Dolayısıyla isimler de Hakk’ın zâtıyla berâber kadîmdir (öncesiz).