Nisan 2023 Posts

“Niyaz ve Gökyüzü”

 

Gökhan Özcan‘ın, bugünkü Yeni Şafak‘ta çıkan yazısının başlığı, bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil ediyor. O yazıdan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

” (…) Hatalar insanın ayrılmaz bir parçası… Hata işlemeden yaşamak elimizden gelmiyor. Ne kadar tevbe etsek de yine hataya düşmekten kurtulamıyoruz. Ne hamd edilecek bir şey ki, Rabbimiz bağışlamayı çok seviyor. Kullarının nedametle hatalarını alıp huzuruna gelmesini çok seviyor. Onların bükülmüş boyunlarındaki teslimiyeti imanlarından sayıyor. Onları mağfiretiyle yıkayıp arındırmak için vesile üstüne vesile yaratıyor, bahane üstüne bahane buluyor. Bizim günahlar karşısındaki zayıflığımız biraz da bunun şımarıklığı… Ki vallahi, bu şımarıklıktan dahi iman kokusu geliyor. (…) Bin aydan hayırlı gece bu gecedir diye ümit ederek el açıp niyaz eden, secdelere kapanarak Rabbine teslim olan her cana Leyle-i Kadr’in maneviyatı dokunsun, dünya kirlerimiz süzülsün aksın, her kul bu büyük nimetten nasibini alsın ve cümle katılıklarımız kırılsın ve insanlığımız kar gibi beyaz, pamuk gibi yumuşacık olsun inşallah…”

“Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir?”

 

Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisinde (Sayı 4/Temmuz 2022) çıkan, bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım Ömer Türker’in yazısından (s. 203-206) yapacağım alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak bu.

“İslâm düşünce geleneğinde muhtelif zümrelerin nübüvvet kavrayışında bilhassa ulûhiyet tasavvuruna bağlı olarak bazı açılardan derin farklılıklar bulunur. Farklılıkların yoğunlaştığı meselelerden biri, insanın gayba dair idrâkinde nebinin ve vahyin işlevinin ne olduğudur. (…) Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında verdiği haberi yalan ithamından büsbütün uzak tutacak doğru sözlülük (sıdk) gelir.

Bu sebeple kelamcılar, bir peygamberin peygamberlikten önce veya sonra günah işleyip işlemeyeceğini tartışmışlar ve farklı kanaatlere varmışlardır ama hiçbir zaman yalan söylemeyeceğinde icma etmişlerdir. Zira peygamberin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebliğin ulaştığı insanların gayba dair idraki haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır.

Allah’ın zâtı, sıfatları, melekût âlemi ve âhiret hayatının tanıtılması, gayba dair haberlerin temel konularını oluşturur. (…)

Kerîm Kur’ân’dan ma’nâlarıyla âyetler

 

“Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ama âhirete iman etmeyenlerin kalbleri bunu inkâr eder. Onlar büyüklük taslayanlardır.” (en- Nahl, 16/22)

” ‘Allah ölen kimseyi diriltmez’ diye var kuvvetleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, (diriltecek!) bu O’nun üzerinde hak bir vaaddir. Lâkin insanların çoğu bilmezler.”

“Her insanın kuşunu (amelini/yapıp ettiklerini) boynuna astık. Kıyâmet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki, ona açılmış olarak kavuşacaktır. (Kendisine), ‘Oku kitabını! Hesaba çekici olarak bugün nefsin sana yeter!’ (denilecektir). (el-İsra, 17/13-14)

“Rabbin kesin olarak şunları ferman buyurdu: O‘ndan başkasına ibadet etmeyin. Anaya, babaya iyilik edin. Şayet onlardan biri yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık durumuna erişirse, sakın onlara ‘öf !’ deme ve onları azarlama! İkisine de güzel ve yumuşak söz söyle.” (el-İsra, 17/23)

Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.” (el-İsra, 17/32)

“De ki: ‘Ben size amelleri (yapıp ettikleri) bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yaptıklarını sanarak dünya hayatında çabaları boşa gitmiş olanları haber vereyim mi? Onlar Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı (dirilmeyi, hesâbı, sevâbı, ıkâbı) (inkâr ile) kâfir olup da (hayr nâmına bütün) yaptıkları boşa gitmiş bulunanlardır ki biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız.” (el-Kehf, 18/103-104-105)

“De ki: ‘Ben ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız ‘İlâhınız bir ilâhtır.’ diye bana vahiy olunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse yararlı bir iş yapsın ve Rabbine yaptığı ibadete kimseyi ortak etmesin!” (el-Kehf, 18/110)

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, hiçbir bilgiye, hiçbir rehbere ve hiçbir aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele eder.” (el-Hac, 22/8) (Bu âyetin Ebû Cehil hakkında indirildiği belirtilmekte.)

“Bilmez misin ki Allah, gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Onlar muhakkak bir kitaptadır (Levh-i Mahfuz‘da / Allah tarafından takdir edilen hususların yazılı bulunduğu korunmuş manevî levha). Şüphesiz ki bu Allah’a göre kolaydır.” (el-Hac, 22/70)

Modern Müslüman ve Kimlik arayışı

 

Mahmud Erol Kılıç‘ın “tasavvuf düşüncesi Makaleler-Konferanslar I” isimli kitabının (SUFİ KİTAP 2.Baskı:2014) Modern Müslümanın Kimliği Refleksiv Bir Kimlik midir? başlıklı bölümünden (s.66-67-68-69 ) yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Modern zamanlarda kalbî bilgilenme ikincil, üçüncül konuma itilmiştir. Çünkü kalp modern Müslümanın epistemolojisinde (Bilgi kuramı / Marifet nazariyesi) yer almamakta, kalp küçümsenmekte, basitleştirilmektedir. (…) Herhangi bir refleks olmadan, kendi başına bırakılarak oluşan kimlik aslî kimliktir. (…) Modern Müslümanın bu manâda geliştirdiği kimliklerin çok otantik (aslına uygun), çok sahih, Geleneğe tâbî kimlikler olduğu kanaatinde değilim. Yanılabilirim, ama bu kanaatteyim. Modern Müslüman hukuku daha da öne çıkaran bir din anlayışı sergiler ki aslında o, geniş manâdaki İslâm anlayışının yüzde 18-20’sini oluşturmaktadır. (…) Oysaki tedebbür, tefekkür, düşünme konularındaki âyetler, hadisler ve ona işaret eden noktalar daha büyük bir yekûn işgal ederken, modern zamanlarda Müslümanlar, İslâm eşittir İslâm hukuku anlayışına gelmişlerdir. Bana göre bu, düşmanı ile kendini tanımlamanın bir patolojik vakıasıdır. (…) Modern zamanlara gelinceye kadar elbette ki İslâm hukuku da kullanılmaktaydı, ama birinci derecede hâkim olan hukuk değildi, Müslümanların irfanıydı, Allah’a yönelik yakınlığıydı. (…) Taj Mahal’i, El Hamra’yı, Süleymaniye’yi inşa edebiliyorsanız, kimliğiniz var demektir. (…) Ama siz bunları üretemediğiniz; sanatta, şiirde, edebiyatta, estetikte bir varlık ortaya koyamadığınız zaman, ister istemez birileri sizi, kendi karşısına alarak refleksiv bir hareket haline getirip kendi düşünce ve metodolojisini yansıtarak sizi de daraltmaktadır. (…)

İlâhî Kemâl Hakkında

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin (H.767-826 veya 832) İnsân-ı Kâmil (el-İnsânü’l-Kâmil fi ma’rifeti’l-evahir ve’l-evâil ) isimli eserinin Yirmibeşinci Bâbı Kemâl-i İlâhî (İlâhî Kemâl) Hakkındadır başlıklı bölümünden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Ma’lûmun olsun ki, Allah’ın kemâli mâhiyetinden ibarettir. Allah’ın mâhiyeti ise idrâki ve gâyeti (sonu/ucu) kâbil olmayan mâhiyettir. Allah’ın kemâlinin ne ucu ne sonu vardır. Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri kendi mahiyetini bilir ve mahiyetinin idrâk olunamayacağını da idrâk eder. Ve ilâhî mâhiyetin ne Hak için ne de başkası için nihâyeti yoktur. Demek istiyorum ki, Cenâb-ı Hak zâtî mâhiyetinin kendi nefsindeki hakikatiyle, ne kendisi için, ne başkası için idrâk olunamayacağını idrâkten sonra, kendi mahiyetini bilir. ‘Mahiyetini bilir dediğimiz’, Hakk’ın ilmî ihâtasındaki (kuşatıcılığındaki) kemâlden ve cehil yokluğundan dolayı müstehak olduğu mertebe icabına göredir. ‘Mâhiyetin ne kendisi için, ne başkası için idrâk olunamayacağını idrâk eder’ dediğimiz, kibriyâsı ve sonunun yokluğu açısından istihkâkının (hakkının olmasının) icabına göredir. Çünkü bir şey mütenahi olmadıkça idrâk olunamaz. Hâlbuki Cenâb-ı Hakk’ın nihâyeti yoktur. Nihayeti olmayan bir şeyi ise idrâk muhâldir (imkânsızdır).

Şu halde Cenâb-ı Hakk’ın mâhiyetini idrâk hükmîdir (itibarîdir). İlmî şumûlü (içine alması) ve nefsine cehil yokluğu husûsundaki istihkâkına (hakkı olmasına) ma’tûftur (dayandırılmıştır). (…) Bu mesele hayret makamı meselesidir. Olmaya ki, bu meselede ayakların kaysın. Yine bu ma’nâdan olarak yazdığım uzun bir kasideden şu üç beyti söyledim.

‘ Ey sıfâtının kâffesini câmî olan Allah’ım! Bana haber ver.. . Mücmel (öz) veya mufassal (ayrıntılı) olarak zâtının kâffesini (tümünü) ihâta ettin mi? Yoksa zâtın künhü ile ihâta olunmaktan âlî olduğu için, zâtının ihâta olunamayacağını mı ihâta ettin? (…)’