Fâtih Dersiâmlarından, Beyoğlu Müftüsü olarak görev yapmış, merhûm Ali Osman Tatlısu ‘nun Esmâ‘ü’l-Hüsnâ Şerhi (Allah‘ın Gönülleri açan, fikirleri nurlandıran Doksandokuz adı) (Sönmez Neşriyat A.Ş., Dördüncü Baskı) isimli kitabından yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
‘Esmâ’ ismin çoğuludur. Terkibin anlamı: En güzel isimler. Bunlar da Allah’a mahsustur. Allah Teâlâ’yı bilmek O’nun isimlerini ve sıfatlarını öğrenmekle olur. O’nu sevmek de bütün kemâlâtın ancak Allah’ta bulunduğunu ve O’ndan olduğunu bilmekle kazanılır. Rûh kemâle âşıktır; bir şeyin kemâlini öğrenince hemen oraya akıverir ve gördüğü kemâlin kuvvetine göre bir zevk duyar. Bütün kemâlâtın ancak Allah’ta bulunduğuna dair kesin bilgi edinen rûh bu bilgiden sonsuz bir zevke dalar ki, kendisinden bu zevkin aslâ kesilmemesini ister.
Seven için en büyük zevk, sevdiğini kendisinden memnun etmeğe çalışmaktır. En ziyade korktuğu şey de sevdiğinin hışmına uğramaktır.
Hayatın gâyesi Allah’ın rızasına ermektir. Bütün ibadetler, bütün güzel huylar insanı Allah’ın rızasına ulaştıran yollar, vâsıtalardır.
Yaradana hürmet, yaratılmışlara merhamet etmek, kötü huylardan arınmak, güzel huylu olmak, Hak uğrunda her türlü fedâkârlığa katlanmak… Allah’ın rızası, dünya ve âhiretin saâdeti de bu meziyetlerin arkasındadır.
Hadîs’in manâsı: Ebû Hüreyre radiyallâhü anh’den, dedi ki: Allah’ın resûlü (sav) buyurdu: Muhakkak ki, Allâhu Teâlâ’ya mahsus olarak doksan dokuz isim vardır. Her kim bu doksan dokuz ismi ihsâ ederse (manâlarını şuurla anlayarak sayarsa) sonsuz saadete ulaşır.
Ulûhiyyet yalnız ve yalnız Allah’ın hakkıdır. Çünkü ibadete istihkak (hak kazanma), kâinatı yaratmakta ve her yaradılışı istidâdına ve kabiliyetine göre terbiye ve idâre etmek de tam ve mutlak bir istiklâl ile olur. Bu istiklâl de bütün kemâl sıfatlarına sahip bulunmakla olur. Bunlar ise eşsiz ve ortaksız olarak yalnız Allah’a mahsustur. O halde ulûhiyyet de yalnız Allah’ın hakkıdır. Mademki mahlûktur, muhakkak ki âcizdir, muhtaçtır. Bu sebepten mahlûk olan herhangi bir şey mâbud değil, âbid olmalıdır. (…) Ey maddiyâtın ağır ve üzücü ızdıraplarıyla bunalan ruhlar! Bu büyük isimlere gönüllerinizi veriniz. Samimiyetiniz nisbetinde faydalar görecek, şimdiye kadar söylenmemiş, işitilmemiş, kitaplara yazılmamış nice hakikatlere ereceksiniz. Kazancınız hulûsunuza göre olacaktır. Allah’ın tevfîkı refîk olursa bu isimlerin bereketiyle zâlimler hakka boyun eğer, münkirler ikrâra döner, câhiller ârif olur, âriflerin irfânı artar, cimriler cömert kesilir, hasetçilerin içindeki ateş söner, hele şirkin her çeşidi yüreklerden silinir. Bu isimlerin insanlara sanki yaptığı ihtar: Allah’ı bilmeli, birliğine inanmalı, emrini tanımalı, rızasına ermeyi en ileri gaye tutmalı, hele hiçbir mahlûku hâlık derecesine çıkarmamalı. Bakınız o şânı büyük Allah nasıl bir Allah’dır: ‘Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ Hû. Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Melik, El-Kuddûs’ (…)
Ey zâlimler! Biliniz ki, Allah Alîmdir, Habîrdir, Kahhârdır, Azîzdir, Cebbârdır.