Nisan 2023 Posts

Fütûhât-ı Mekkiyye c.9’dan alıntılar

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olan ve Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak Türkçeye çevrilen, daha sonra da Litera Yayıncılık’tan Türk okurunun istifadesine sunulan Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 9. Cildinin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Rahman’ın nefesinden on altıncı tevhit, ‘O gizli ve açığı bilir, Allah kendisinden başka ilah olmayandır, en güzel isimler O’na aittir’ (Ta Ha, 20/7-8) âyetinde dile getirilen Abdal’ın (bedeller) tevhididir. Burada ‘Allah’, Rahman isminin bedelidir. (…) Bu tevhit, güzel isimlerin hükümleriyle ortaya çıkan hüviyet tevhidindendir. (…)” (s. 24)

‘Gayb’ hakkında ilahiyatçı akademisyenler ne diyorlar?

 

“Bence Gaybla irtibatın en yoğun olduğu alan dindarlık tecrübeleridir. (…) Eğer inanan insanlar bu irtibatı tecrübelerinde içerilen eserler üzerinden takip edemiyor iseler aslâ sürdüremezler.

Ruhun veya nefsin gayba bakan kapısını açamayan kimse metafizikçi olamaz. Nasıl ki fizik ve matematiğin alanları hem tecrübî hem nazarî (teorik) ise metafiziğin alanı da hem tecrübî hem de nazarîdir. Bu durumda metafiziğin gaybî alanını tecrübe eden peygamberler, velîler ve hakîmlerde aksi alınamaz bir idrak ortaya çıkabilir.

Peygaberlerin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebiğin ulaştığı insanların gayba dair idraki, haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır.” (Ömer Türker)

Gayb, metafizik ve meçhul kavramları arasında bir ayrım yapmak önemli. Çünkü günümüzde büyük oranda metafizik ile gayb karıştırılıyor; hattâ bazen meçhul (bilinmeyen) anlamında kullanılıyor.

Fahreddin Râzî, ‘Neyi kaybederiz?’ sorusuna: ‘Yeryüzünde yaşamayı kaybederiz. Her şey anarşiye inkılap eder(devr olur -a.a.-); nizâm bozulur; seven sevdiğinden emin olamaz. Bir ihtimal dahi olsa gayb aslında insanın yeryüzünde yaşamasını tanzim eder; bunun da asgari şartı marifetullahtır’ diyor.” (İhsan Fazlıoğlu)

“Hâlihazırda şehadet âlemine dair ‘bilimsel’ kavrayışımız itibariyle, ötesi ve berisi hakkındaki tüm konuşmalarımız gayrimeşru ilan edilmiş ve yasaklanmış durumda.” (İbrahim Halil Üçer)

“Bazı toplumlar ‘bildiğini zannettiğiyle’ yaşıyor ve bu toplumun hayrına değil. Bilemeyeceğimi bildiğim bir şey var da benim onunla irtibatım ne olacak meselesi kadar belki önemli bir soru yok. Gayb meselesinin belki de esası burada.” (Ahmet Ayhan Çitil)

“Hep ötesini işaret ettiği için önemli olan nokta aklın kullanıldığı zaman hep bir sınıra gidip ve ötesini işaret etmesi ve orada kalması. Ötesiyle alâkalı olarak devam edebilmesi için kendisini aşan bir noktadan destek alması gerekiyor.” (Tahsin Görgün)

Not. Bu alıntılar, 2 aylık düşünce dergisi olan Teklif’in Gayb özel sayısındandır (Sayı 4 / Temmuz 2022).

Fîhi Mâ Fîh’den sözler

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin “Fihî Mâ Fîh” adlı eserinden (Tercüme: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayan : Dr. Selçuk Eraydın, İz Yayıncılık, 8. Baskı:2009)

“Hz. Mevlânâ Kur’ân-ı Kerîm’deki, meâlen: ‘De ki: Rabb’imin kelimeleri için deryâ mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin kelimeleri bitmeden önce deniz tükenirdi.’ (Kehf, 18/109) âyet-i kerîmesini delil göstererek, kelimâtullâhın tükenmeyeceğini; hâlbuki elli dirhem mürekkep ile Kur’ân-ı Kerîm yazmanın mümkün olacağını ifade ederek; sûret bir ve mahdûd (sınırlı) olmakla beraber, ma’nânın nâmütenâhî (sonsuz) olduğunu söylüyor.” (“Fîhi Mâ Fîh Hakkında” başlıklı bölümden/s.XIV)

Ahmed Avni Konuk

 
1285/ 1868 İstanbul doğumludur. İbtidâî mektebini bitirdikten sonra Galata Rüşdiyesi’ne girdi. Buradan Darüşşafaka’ya geçti. On yaşlarında iken önce babasını, sonra annesini kaybetti. Darüşşafaka’dan mezun olduktan sonra cami derslerine devam ederek icâzet aldı. Hıfzını ikmâl etti. Bu arada Mevlevî Tarîkatı’na intisâb etti. Mürşidi Mesnevîhân Selânikli Es’ad Dede’den (ö.1329/1911) Mesnevî okuyup icâzet aldı. 1890 tarihinde posta memurluğuna tayin olundu. Bu sıralarda Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne’ye girdi. 1898’de birincilikle mezun oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Posta Umum Müdür Muavinliği ve Hukuk Müşavirliği vazifelerinde bulunup, Mayıs 1933’te emekliye ayrıldı. Zekâi Dede’den musikî dersleri aldı. Nota bilmemekle beraber iyi bir hânende ve bestekâr idi. Eserleri bütün incelikleriyle hâfızasında tutardı. Dilkeşîde ve Bend-i Hisâr isimli makamları tertip etti. 119 makam ihtiva eden Kâr-ı Natık’ı Türk musikîsinde en geniş bir örnektir. Üç mevlevî âyini bestelemiştir. Klasik Türk musikîsi güftelerini toplayan ‘Hânende’ adlı geniş bir kitabını 28 yaşında yayınlamıştır. Tasavvufî eserleri arasında ‘Mesnevî-i Şerîf Şerhi’, ‘Fîhi Mâ Fîh’ Tercemesi, ‘Fusûsü’l-Hikem Terceme ve Şerhi’, ‘Tedbîrât-ı İlâhiyye Terceme ve Şerhi’ evvel emirde zikredilmelidir. 2O Mart 1938 günü vefat etmiştir. Kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır.

Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi’nden

 

Fâtih Dersiâmlarından, Beyoğlu Müftüsü olarak görev yapmış, merhûm Ali Osman Tatlısu ‘nun Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi (Allah‘ın Gönülleri açan, fikirleri nurlandıran Doksandokuz adı) (Sönmez Neşriyat A.Ş., Dördüncü Baskı) isimli kitabından yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

‘Esmâ’ ismin çoğuludur. Terkibin anlamı: En güzel isimler. Bunlar da Allah’a mahsustur. Allah Teâlâ’yı bilmek O’nun isimlerini ve sıfatlarını öğrenmekle olur. O’nu sevmek de bütün kemâlâtın ancak Allah’ta bulunduğunu ve O’ndan olduğunu bilmekle kazanılır. Rûh kemâle âşıktır; bir şeyin kemâlini öğrenince hemen oraya akıverir ve gördüğü kemâlin kuvvetine göre bir zevk duyar. Bütün kemâlâtın ancak Allah’ta bulunduğuna dair kesin bilgi edinen rûh bu bilgiden sonsuz bir zevke dalar ki, kendisinden bu zevkin aslâ kesilmemesini ister.

Seven için en büyük zevk, sevdiğini kendisinden memnun etmeğe çalışmaktır. En ziyade korktuğu şey de sevdiğinin hışmına uğramaktır.

Hayatın gâyesi Allah’ın rızasına ermektir. Bütün ibadetler, bütün güzel huylar insanı Allah’ın rızasına ulaştıran yollar, vâsıtalardır.

Yaradana hürmet, yaratılmışlara merhamet etmek, kötü huylardan arınmak, güzel huylu olmak, Hak uğrunda her türlü fedâkârlığa katlanmak… Allah’ın rızası, dünya ve âhiretin saâdeti de bu meziyetlerin arkasındadır.

Hadîs’in manâsı: Ebû Hüreyre radiyallâhü anh’den, dedi ki: Allah’ın resûlü (sav) buyurdu: Muhakkak ki, Allâhu Teâlâ’ya mahsus olarak doksan dokuz isim vardır. Her kim bu doksan dokuz ismi ihsâ ederse (manâlarını şuurla anlayarak sayarsa) sonsuz saadete ulaşır.

Ulûhiyyet yalnız ve yalnız Allah’ın hakkıdır. Çünkü ibadete istihkak (hak kazanma), kâinatı yaratmakta ve her yaradılışı istidâdına ve kabiliyetine göre terbiye ve idâre etmek de tam ve mutlak bir istiklâl ile olur. Bu istiklâl de bütün kemâl sıfatlarına sahip bulunmakla olur. Bunlar ise eşsiz ve ortaksız olarak yalnız Allah’a mahsustur. O halde ulûhiyyet de yalnız Allah’ın hakkıdır. Mademki mahlûktur, muhakkak ki âcizdir, muhtaçtır. Bu sebepten mahlûk olan herhangi bir şey mâbud değil, âbid olmalıdır. (…) Ey maddiyâtın ağır ve üzücü ızdıraplarıyla bunalan ruhlar! Bu büyük isimlere gönüllerinizi veriniz. Samimiyetiniz nisbetinde faydalar görecek, şimdiye kadar söylenmemiş, işitilmemiş, kitaplara yazılmamış nice hakikatlere ereceksiniz. Kazancınız hulûsunuza göre olacaktır. Allah’ın tevfîkı refîk olursa bu isimlerin bereketiyle zâlimler hakka boyun eğer, münkirler ikrâra döner, câhiller ârif olur, âriflerin irfânı artar, cimriler cömert kesilir, hasetçilerin içindeki ateş söner, hele şirkin her çeşidi yüreklerden silinir. Bu isimlerin insanlara sanki yaptığı ihtar: Allah’ı bilmeli, birliğine inanmalı, emrini tanımalı, rızasına ermeyi en ileri gaye tutmalı, hele hiçbir mahlûku hâlık derecesine çıkarmamalı. Bakınız o şânı büyük Allah nasıl bir Allah’dır: ‘Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ Hû. Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Melik, El-Kuddûs’ (…)

Ey zâlimler! Biliniz ki, Allah Alîmdir, Habîrdir, Kahhârdır, Azîzdir, Cebbârdır.