O kitaplardan ilki Muhyiddin İbnu’l- Arabî‘nin eserinin Ahmed Avni Konuk tercüme ve şerhi ve Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. Merhûm Selçuk Eraydın‘ın yayına hazırlamasının ürünü olan Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi -I’dir ( M.Ü. İFAV, Yedinci Basım, 2017).
“Bilinsin ki, ‘vücûd’ (varlık) insanî hakikat olan vâhidiyet mertebesinden rûh mertebesine indiğinde üç ma’rifet (bilme/tanıma) hâsıl oldu ki, birisi nefs ma’rifeti(kendini ve hakikatini tanıma), diğeri varedeni ma’rifet (kendisini ve her şeyi varedeni tanıma, üçüncüsü varedene karşı fakr ve ihtiyacını bilmektir. Bu ma’rifet gayriliği / başkalığı içerir. Ve bu ruh Muhammedî (s.a.v.) rûh ‘dur. Diğer rûhlar onun rûh-ı şerîfinin cüz’yyâtıdır(tikelleridir). Onun için (S.a.v.) Efendimiz’e ‘ruhların babası’ da derler. Bu rûh ‘tüm aklın sûreti’dir ki ‘hakikî âdem’dir. ‘Varlık’ tüm aklın sağ tarafı, ‘imkân’ sol tarafıdır.” (s.31)
İkinci kitap İsmet Özel‘in “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” (TİYO Yayınları, Ağustos 2021 I.Baskı) isimli kitabıdır.
“Dil ustası bilinen şairler dili araç saymalarıyla birlikte batağa saplanır. Ataol Behramoğlu’nun bana Sezai Karakoç’a dair rahatsız edici şeyler söylemesi daha genç yaşında dilin üstüne çıkmayı reddedişinden doğmuş olsa gerek. Sağcı olduğu halde böyle şeyler yazmasına hayret edişimiz onun iyi şair sayılmasına sebep oldu yolunda ifadeler türeten gencin sözlerini Turgut Uyar’a nakletmek ihtiyacını duydum. Ben diyeceğimi bütün safiyetimle demem itibariyle yüz hatları asabileşen Uyar ‘Benim yazdıklarımla Karakoç’un yazdıkları arasında ne fark var?’ sualiyle bahsi kapattı. (1963) Bahis kapandı; gelgelelim olaylar bilhassa o günler sonrasında kimsenin beklemediği gelişmelere açıldı. Şahsen benim omuz attığım kapılardan yeni bir alana ulaşan herkes dünya sistemi lortlarının emrinde olmanın zevkini sürdüklerini bilir. 60’lı yıllarda Türk vatanı bakımından mesele, bir ülkenin dünya karşısında, dünyanın kurulu düzeni karşısında ne anlama talip olduğu meselesiydi.” (s.15-16)
Üçüncü kitap İbrahim Kalın‘ın “Barbar, Modern, Medenî –Medeniyet Üzerine Notlar- (İnsan Yayınları, İbrahim Kalın Kitaplığı,Birinci Baskı 2018) kitabıdır.
“Kavafis’in şiiri, barbarların muhayyel ve düzenleyici işlevini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Barbarların gelmeyeceği, aslında hiç olmadıkları haberine sevinmesi gereken insanlar, buna neden üzülürler? Bu sorunun cevabını da ben ve öteki arasında kurulan ilişkide aramak gerekir. Hayalî barbarların bir anda yok olmasıyla eski sorunlar geri gelir. ‘Zaten yoktular’ mesabesindeki barbarlar sahneden çekilmiş ve ülke yine kendisiyle başbaşa kalmıştır. İnsanlar meselelerini, olmayan bir barbar tehdidi üzerinden değil, kendi gerçekleriyle yüzleşerek çözmek zorundadırlar. Barbarların gelmediğine sevinmesi gerekenler, ‘Şimdi biz bu barbarların korkusu olmadan ne yapacağız?’ deseler de gerçek, açık ve yalın bir şekilde ortada durmaktadır: Muhayyel bir öteki, uzaktaki bir düşman, mutassavver bir barbarlar güruhu üzerinden kendini ‘medenî’ olarak tanımlamak sorunları çözmez, tersine derinleştirir. (…) Düşmana karşı elbette tedbir alınır, amansızca mücadele edilir. Ama olmayan bir düşman üzerinden üretilen korkular sadece kimlik krizine götürür.” (s.8)
Dördüncü kitap Mahmud Erol Kılıç‘ın “Tasavvuf Düşüncesi Makaleler-Konferanslar I”kitabıdır (Sufi Kitap 2.Baskı Aralık 2014).
“Kur’ân’daki bütün sözlere âyet denir. Âyetin manâsı işarettir, hakikat değildir. Yani bu âyetlere bak, yeryüzündeki diğer âyetlere bak, aslına hakikatine çık, anlamındadır. Bizim geleneğimizde, aslına çıkma sanatına ‘evvele, yüevvilu’ kökünden gelen evvele çıkmak yani evveline çıkmak denilir. Bu te’vil sanatıdır. Evvelini biliyorsanız, aslını biliyorsanız, te’vilini (anlam vermeyi) ancak o zaman yapabilirsiniz. İşte o zaman o açılmış olanı tekrar aslına toplayabilirsiniz. Dolayısıyla var olanı, aslına, asıl nüshaya referansta bulunarak çözebilirsiniz. (…)” (s.65-66)
Beşinci kitap merhûme Ayşe Şasa‘nın “Şebek Romanı -Fantastik Kurgu- kitabıdır(Gelenek Yayıncılık/117 Birinci Basım Ekim 2004, Ayşe Şasa Kitaplığı/3 )
“Saat şimdi 10:54’tü. Amadeus ne yapacağını düşündü. İnip beşinci kattaki pastanede merengli bir Marie Antoinette pastası mı yemeli, kendini sıkıp tezine mi çalışmalıydı.. (…) Değişik kaynaklardan aldığı notları taramaya başladı. Angelicus Watkins’in 2017’de kaleme aldığı ‘Şebekleşme Cesareti’nden topladığı ibareleri gözden geçirdi. ‘Şebekleşmeyen şebekleştiremez.’ Yine Lena’ya kaydı aklı. Özeleştiri yaptı. ‘Ben yeterince başarılı bir şebek olabilseydim Lena’yı da şebekleştirmem mümkün olurdu..’ Derinlere daldı. Yetimhane’de başlayan çocukluğu, melankolik takıntıları, yalnızlık duygusu… Oyunbaz, havai, vurdumduymaz olabilmek.. Tam bir şebek olabilmek.. Aklın, duyguların parazitlerinden kurtulup duyumları iyi çalıştırmak.. Muhteşem Şebek İmparatorluğu’nun uyumlu, verimli, başarılı, buluş sahibi bir bireyi olabilmek..” (s.31)