İbrahim Kalın‘ın bu üst-başlık ve altında – Medeniyet Üzerine Notlar- ile tamamladığı başlıkla insan yayınları’ndan 705., İbrahim Kalın Kitaplığı’ndan 3. kitap olarak, Birinci Baskısı 2018’de çıkan kitabının 5. Bölümünü teşkil eden “SÖMÜRGE ARACI OLARAK MEDENİYET” başlıklı yazısından yer yer yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“Medenîliğin ölçütü olarak kabul edilen bilim, teknoloji ve sanayi modern Batı’da ortaya çıktığından, Batılı olmayan toplumlar medenîleşmek için Batılılaşma yolunu seçmek zorundaydılar. Bunun sonucu olarak Avrupa-Merkezcilik ve emperyalizm, modern medeniyetin mütemmim (tamamlayıcı) cüzleri haline geldi. Napolyon 1798 Mısır seferine çıkarken askerlerine şöyle sesleniyordu: ‘Askerler! Medeniyet için sayısız sonuçları olacak bir fetih için yola çıkıyorsunuz.’ (Aktaran Elias, The Civilizing Process, s.41.) Napolyon’un bu ifadesi 19. ve 20. yüzyıl Avrupa sömürgeciliğinin bir özeti mahiyetindedir.
Emperyalizm, hiçbir zaman sadece ülkelerin işgalinden ve kaynaklarının sömürülmesinden ibaret olmamıştır. Bir fikir ve politika olarak sömürgecilik aynı zamanda bir dizi kavram ve yaklaşımı ifade eder. İlerleme, medeniyet, çağdaşlık, kültürel ve sınıfsal üstünlük, estetik, ilkellik, yabanîlik, geri kalmışlık, insanlığa hizmet gibi kavramlar, emperyalist düşüncenin sıkça başvurduğu araçlardır. Bu kavram ve kelimeler siyasetçiler, diplomatlar, akademisyenler, gazeteciler, misyonerler, kanaat önderleri, iş adamları vd. aktörler tarafından inşa ve istimal edilirken (kurulur ve kullanılırken) amaç, emperyalizmin iki işlevinin olduğunu ispat etmektir: Bir tarafta Avrupa ulus-devletlerine ekonomik katkı sağlamak diğer tarafta kolonileri medenîleştirmek. Onlar için bu bir ‘kazan-kazan’ durumudur. Zira kolonilerde yaşayan geri kalmış, ilkel ve yabanî toplumların kendi başlarına medeniyet trenine binmesi mümkün değildir. Ehil ve âlicenap (cömert ve şerefli kimse) birinin onların elinden tutması gerekir. Bu ise, Tanrı’nın tarihî bir misyonla diğer toplumlara üstün kıldığı Avrupalılardan başkası değildir. (…)
Emperyalizm, bede bunden önce ruhların köleleştirilmesi programıdır. (…) Kolonyal toplulukların öncelikle zihin dünyalarının ele geçirilmesi gerekir. Bunun için de kapsamlı ve disiplinli eğitim programları düzenlenmeli, kolonilerdeki geri kalmış insanlar ‘eğitilmeli’dir. Bu, Avrupa emperyalizminin dünyaya vereceği ‘en büyük hizmettir’, zira zorla işgal ve sömürgeleştirme, Avrupalı efendilerden çok Avrupalı olmayan kölelerin hayatına katkı yapacak bir eylemdir. Bu yüzden Fransız sömürgeciliğinin teorisyenlerinden Jules Harmand, işgalin ahlaken kötü fakat hayat mücadelesi ve medeniyet için kaçınılmaz olduğunu söyler. İngiliz İmparatorluğu’nun Hindistan valisi olarak görev yapan Lord Curzon da sömürgeciliğe tarihî, metafizik ve ahlâkî bir anlam yükler: ‘Emperyalizm, bizim için bir güç ve disiplin, başkaları (sömürgeleştirilenler) icin ahlâkî ve maddî nimet kaynağı olan ilahî bir kaderdir.’ ( Aktaran Raymond F.Betts, The False Dawn: European İmperialism in the Nineteenth Century (Oxford University Press, 1976), s.13 ve 19.)