Haziran 2023 Posts

Dîn hakkında Fusûsu’l- Hikem’den bilgi

 

Muhyiddin İbnu’l- Arabî‘nin eseri olan Fusûsu’l-Hikem’in Tercüme ve Şerhi-I’de MUKADDİME bölümünde Onaltıncı fasıl Dîn hakkındadır. Bu fasıldan yapacağım bazı alıntılamalar DÎN konusunda bilgimizi artırıcı ve ona derinlik kazandırıcı olacaktır.

Dîn lügat itibariyle ‘inkıyâd’ (boyun eğme, kendini teslim etme), cezâ (karşılık) ve âdet manâlarına gelir. Bu manâların üçü de şer‘a nakl olunabilir. İnkıyâdın manâsı budur ki, kul nebînin Hak cânibinden (tarafından) getirdiği şerîata ya boyun eğer, ya muhalefet eder. Eğer boyun eğerse, Hak Teâlâ da ona uygun karşılık ile boyun eğmiş olur; ve eğer muhalefet eder ve kulun sâbit hakikatinin istidâdı affı gerektirirse Hak da ona af ve mağfireti ile boyun eğmiş olur; ve eğer kulun sâbit hakikatinin istidâdı muâhazeyi (cezalandırmayı, azarlamayı) talep ederse, Hak ona kahr ve intikam ile karşılık verip, ona Kahhâr ve Müntakim (intikam alan) isimleriyle tecelli eder. Ve inkıyâdda (karşılıkta) etkili olan kulun hâlidir. Zîrâ inkıyad kulun fiilidir.

İsmail Kara’nın “Cumhuriyet Devrinde Medreseleri Islah Projesi” başlıklı yazısından alıntılar

 

İsmail Kara‘ın bu başlık altındaki yazısı Derin Tarih dergisinin Haziran 2023 sayısında çıkmış durumda. Bu yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

” Medreselerin ıslahını gündeme getiren ilk metinler, Sultan Abdülhamid döneminde muhalefetten yani İttihat ve Terakki hareketinden geldi. Siyasi istikrarsızlıklar ve birbirine eklenen savaşlara rağmen II. Meşrutiyet devrinde medreselerin ıslahı teşebbüslerine başlanmış ve nihayet Birinci Meclis 1922 yılında, Millî Mücadele’nin en yoğun ve kritik günlerinde, ‘Medâris-i İlmiye Nizamnamesi’ni çıkarmıştır. Metinleri ve her seviyedeki tartışmaları incelediğimizde birbuçuk yıl sonra Medreselerin kapatılacağına ve hattâ aynı gün Şeriye ve Evkaf Vekâletinin lağvedilip yerine Diyanet İşleri Başkanlığı gibi nev-zuhur bir müessesenın kurulabileceğini dair herhangi bir emare bulmak mümkün değil.” (Öz veya Giriş anlamında)

“Erken tarihi 1770’li yıllara kadar çıkan modern okullaşma (mektepleşme) süreçlerini; Cumhuriyet eğitim sistemini de hazırlayacak şekilde ıslah eden, genişleten, yaygınlaştıran, derinleştiren, aynı zamanda müfredat ve ders kitapları üzerinden Yeni Selefîlik anlayışına yakın / uygun bir şekilde dinîleştiren Sultan Abdülhamid, medreselerin ve tekkelerin ıslahı için küçük parmağını zaman zaman da olsa oynatma ihtiyacı duymadı. (…) Bu ilgisizliğin ve doğrudan-dolaylı yollarla mesafeli duruşun birçok göstergesi var fakat en ‘göze batanı’ cins atlar dahil olmak üzere Osmanlı topraklarını kurumları, insanları ve ‘medenî’ zenginlikleriyle resmettiren padişahın bu albümlerinde medrese ve tekkelerle alakalı, ne kurumsal ne de insan unsuru itibariyle -tesadüfler hariç- neredeyse hiçbir karenin bile yer almamış olmasıdır. Her türden, her cinsten onbinlerce memleket fotoğrafı fakat Osmanlı Devleti’nin kurucu ve sürdürücü iki büyük kurumundan, onların hoca ve şeyhlerinden, talebe ve müridanından hiçbir iz yok! Nisyana terkedilmiş, üstü örtülmüş… Kalmayan kendi ‘yağında’ kavrulmaya bırakılmış…

“Bizim Türk aklını doldurmak gibi bir vazifemiz var.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında TÜRK AKLINI DOLDURMAK başlığıyla çıkan 18 Zilkade 1444 (7 Haziran 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ lsmetOzel?Id=177&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafından bir cümle olup bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“Umumiyetle Amerika kıtasında ve fakat bilhassa ABD’de zihnin boş olduğunu yazdım. Bu boşluk hassaten Avrupa kökenliler tarafından istenmiş bir şeydir. Amerikalılar kaçıp kurtulmak istedikleri Avrupa’nın tarih yükünü üzerlerinde hissetmek istemiyordu. O kadar istemiyorlardı ki, Avrupa’nın tarih dolambacından kurtulma cehdinden doğan Birinci Cihan Harbi’ne ABD’nin müdahil olmasına tamamıyla muhalif idiler. (…) Türkler ancak üzerine TBMM’nde yemin edilen ‘Atatürk ilkeleri’ seviyesinde müstakil sayılabildi. (…) Kafkas kökenli olduğu bilinen Keriman Halis 1932’de dünya güzeli seçilerek Avrupa’ya mahsus Hıristiyanlığın damgasını Türkiye üzerine bir kez daha vurmuş oldu. (…) Ceddi Türkiye’nin Batılılaştırılması hususunda ciddî adımlar atan Günseli Başar’ın doğum yılının 1932 olması da yadırgatıcı bir tevafuktur. (…) Türk Milletinin başına bela saranların bu işleri Türk dışı genlerine sadık kalmaları hatırına yapmış olmalarıdır.

Türklerin dinlerinden soğutulması ve İslâm’a düşmanlığın toplumda temayüz etmek için bir koz gibi algılanmasının geçmişi en azından III. Selim saltanatına kadar uzanan bir karmaşık sergüzeşttir. (…) (alıntı olarak başlığı oluşturan cümlenin yeri) Belki bu vazifeye talip çok insan yaşadı bu ülkede. Avrupa’nın medeniyet yolunda ilerlemek için aristokrasiden istifade ettiğini öğrenen II. Abdülhamid Avrupa’nın ulaştığı sonuca varmak için bir zadegân zümresi türetmeğe çalıştı. Bunun ahmakça bir hata olduğunun görülmesi taraftarıyım. (…) Karmaşıklıktan kurtulmak için aslımıza dönmekten başka bir yol yok. Nedir bizim aslımız? Aslımız Arabın Aceme Acemin Araba bir üstünlüğü olmadığını bize öğreten Müslümanlıktır.

“Varlığın idraki meselesini, ‘Nasıl davranmalıyım?’ sorusundan ayrı ele alamayız.”

 

İbrahim Kalın‘ın BARBAR-MODERN- MEDENÎ –Medeniyet Üzerine Notlar- kitabının (İnsan Yayınları: 705, İbrahim Kalın Kitaplığı:3, Birinci Baskı 2018) DÜNYA GÖRÜŞÜ VE VARLIK TASAVVURU başlıklı bölümünden yer yer yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki s.130’dan bir alıntı cümle olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Kartezyen sübjektivizmin etkisi altında gelişen modern hümanizm, insanı varlığın merkezine yerleştirirken, pozitivizmin etkisi altında şekillenen modern kozmolojiler insanı, evrende anlamsız bir varlık mesabesine indirgemiştir. Modern düşüncenin bu çelişkisi, kelimenin en hafif ifadesiyle büyük bir karmaşaya yol açmakta ve modern insan, yarı-tanrı olmakla bir hiç olmak arasında gidip gelmektedir.

Halkın iradesine saygı kolay şey mi?

 

Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan halkın oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişi. Ne ki, kendisi tarafından belirlenmiş yeni bakanların TBMM’de milletvekillerine duyurulması oturumuna dâhil olması esnâsında ana-muhalefet partisi milletvekillerinin ayağa kalkmaması haberini televizyondan duyduğumda üzüldüm. O’nu seçen Türk Halkı millet vekillerini de seçmiştir. Neden ana muhalefeti temsil eden parti milletvekilleri bu geleneğe uymadılar? Televizyonu izlerken yanlış duymadıysam böyle bir bilgi de verildi ve geleneğe uyulmayan bir toplu tavır gösterilmiş oldu ana muhalefet partisi milletvekillerince. Ama nezâket de insanların hepsinde potansiyel olarak bulunur bir özellik değildir elbette. O özellik insan denilen yaratıkda olacak ki, gerektiği durumda yansıtılsın; yansıtılması da kolay bir meziyet değildir; bir kültür, görgü ve incelik gerektirir. Milletvekili seçilmiş de olsalar, aynı halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’na Meclise girdiği sıra ana muhalefet partisinin milletvekillerinin topluca ayağa kalkmayıp böyle bir gösteri sergilemeleri kendi sâbit, bağnaz ve geleneğe aykırı özelliklerini yansıtır ancak. Türk halkına ve onun tercihine, iradesine saygısızlıktır böyle bir tavır ayrıca. Milletvekillerini de, Cumhurbaşkanı’nı da seçen aynı halktır zira. Cumhurbaşkanı yemin ettiğinde de ana muhalefet partisi milletvekilleri alkışlamamış. Bu tavırları yansıtmak onları mutlu etmiş olmalı. Bu da insan kalitesi üzerine düşündürüyor olmalı sağduyulu insanları.

Bizim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda CHP’li siyasetçiler ve o partiyi destekleyen insanlar çok daha seviyeli ve olgun insanlardı. Demokrat Parti’li ve CHP’li insanlar birbirlerine saygılı davranırlardı, tartıştıkları durumlarda da seviyeli ve olgun tavırlar yansırdı. İsmet İnönü’nün genel başkan olduğu CHP ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanı olduğu CHP arasında büyük, belirgin bir fark olduğu inkâr edilebilir mi?