Temmuz 2023 Posts

“Bilgi ve Bilmenin Hakikati”

 

Ömer Türker‘in Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisinde (Mayıs 2023/ Sayı 9) çıkan, bu yazının da başlığı olarak alıntıladığım başlıklı yazısından yer yer yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Nefs veya ruh aklî bir cevherdir ve temel özelliği bilmektir. Fakat onun bilme işlevi, kuvveleri (güçleri, yetkileri) aracılığıyla işlevselleşir. (…) Dış kuvvetler nefsin varlığının bir parçası değildir. (…) Nefs, insan varlığının kendisi olup bütün diğer iç ve dış duyular muhtelif araçlar olduğundan nefs ile irtibatı olmadığı takdirde herhangi bir duyunun idrâkinden de söz edilemez. Diğer deyişle göz görürken gören gerçekte göz aracılığıyla nefstir; vehim tevehhüm ederken (kuruntuya düşerken) onun aracılığıyla tikel anlamları idrâk eden nefstir vs. Nefs ile irtibatı kesildiğinde iç ve dış duyular idrâk faaliyetini gerçekleştiremez; zira duyular idrâkin öznesi değildir. Bu demektir ki, nefsin bilmekten ibaret olan aslî işlevi, aynı zamanda nefsin kendisiyle özdeştir. Bilmenin iptali nefsin kendisinin de lağvedilmesi demektir. Lâkin bu aslî bilme işlevi, kendisini hafıza, hatırlama, vehmetme, hayal etme ve diğer güçler aracılığıyla gösterir. (…) Kuşkusuz bunlardaki eksiklik, ortaya çıktığı yaş seviyesine göre, bilme işlevinin vüs’atini (genişliğini) etkiler, alanını daraltır. Fakat bir cevher olarak nefs ve onun kendisi nedeniyle gerçekleştirdiği bilme, bu işlevlere indirgenemez. Bu anlamda bilme veya daha dakik ifadesiyle biliş, bütün tezahürleri (belirmeleri) aşkın bir şeydir. (…)”

“Bilgi” konulu bir ‘Açık Oturum’dan alıntılar

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif (Mayıs 2023 / Sayı 9), “varoluşumuza temel teşkil eden temalarla ilgili sorgulama sürecini bu kez bilgi ‘tema’sıyla sürdürüyor.(s.7)

İlahiyatçı akademisyenler arasından entelektüel özellikleriyle dikkat çeken Ahmet Ayhan Çitil, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Ömer Türker, Tahsin Görgün’ün katıldığı Açık Oturum’dan yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“İslâmiyet Yahudilik ve Hıristiyanlıkla benzeştiği değil benzeşmediği nispette dini temsil etti.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında, KIZLARA KORUMA, ERKEKLERE CESARET başlığıyla çıkan 24 Zilhicce 1444 (12 Temmuz 2023) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/ IsmetOzel?Id=182&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının 3. paragrafından bir cümle olup alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmekte) oluşturacak bu yazıyı.

“(…) Dünyadaki Müslümanlar beraberlerinde hane mahremiyeti hissini de bulundurmuyor. Bu ruh durumundan yeni bir İslâm hegemonyası doğacağını beklemek çocukça olacaktır. (…) Gülünçlükle kahramanlık arasında gidip geliyorsunuz.”

“(…) Biz hangi tarafta yer alırsak alalım dünya dönüyor. Taraflar dünyanın dönüş yönünü tasdik edenlerle (sadece tasdik etmekle kalmıyor, yangına körükle gidiyorlar.) bu yönün eleştirisi içinde bulunmağı şerefleri gereği sayanlardan oluşuyor. (…) Benim yazdıklarımı titizlikle takip edenler bilir. Bilmeyenler için tekrar edeyim: İnsanın şerefi ağzını yiyeceğine götürmekte değil yiyeceğini ağzına götürmekte saklıdır. (…) Çatışma, haklarını yedirmek istemeyenlerle, haksız olarak yediklerini ne pahasına olursa olsun savunmak isteyenler arasında olmuştur. Türk toplumunda ise mesele ister istemez beynelmilel karaktere bürünmüştür. (…)”

“Bilim” konulu bir ‘açık Oturum’dan ve sütunlardan alıntılar

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif‘in (Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı AŞ, Sayı 10/Temmuz 2023) bu yeni sayısında Ahmet Ayhan Çitil, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Dursun Çiçek, Ömer Türker, Tahsin Görgün’ün katılımıyla gerçekleşmiş bir açık oturumdan ve konu ile ilgili sütunlardan yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

Fazlıoğlu: “(…) Belki öncelikle ‘bilim’in bir sıfat olarak ‘bilgi’nin başına geldiğinde bilgiyi nasıl dönüştürdüğü ve bilgiye nasıl bir anlam kattığı üzerine konuşarak başlayabiliriz.”

Görgün: “(…) Her problem çözme faaliyeti bilimsel sıfatını taşımaz. Bunlar arasında bilimsel olma sıfatını hak eden, kısaca makûl olan, yani bir usûle bağlı olandır. İki önemli cihetten meseleye yaklaşmak mümkün oluyor: Bunlardan biri ‘süreç olarak bilim’. Yani problemler nasıl ortaya çıkıyor, bunların çözümüyle ilgili yöntemler nasıl oluşuyor, bu yöntemler sorunları çözmede nasıl kullanılıyor. Daha ötesi aynı sorunun birden fazla ifadesi ve çözüm yolu olabilir mi?’ gibi sorular burada önem taşıyor. Diğeri ise ‘sonuç olarak bilim’ ile ilgili; biz onlara kabaca ‘disiplin’ diyoruz. (…)”

Fazlıoğlu: Dinî nesneler de bir ‘yöntem’le bilmenin konusu olduğunda bir bilim olabilir. Hadis bilimi, fıkıh bilimi gibi, değil mi? Dolayısıyla yöntem, o nesnelerin bilgisinin rasyonalitesini veriyor. (…) Salgın hastalık sürecinde A.B.D.’de umursamaz bir şekilde eğlenen gençlere ‘Salgın hastalık var; ciddî bir sıkıntı mevcut, dikkat etmelisiniz.’ denildiğinde ‘Sıkıntı yok!’ diyor gençler; ‘varsa da bilim çözer’. Şimdi burada bilimin bir tür dinimsi renk kazanması, hatta dinin yerine ikame edilmesi gibi bir durum da söz konusu. (…)”

Türker: ‘Sanki şöyle bir şeyden hareket etmek makûl olabilir. Alanları ayrıştırınca ilerlemek zor olabilir. Şimdi bilimin aslında tüm dönemlerde temel bir karakteri var. İster Yunan’da olsun ister İslam’da olsun ister günümüzde olsun, bilim, konusu her ne ise onunla ilgili dakikleştirilmiş idrâk iddiasında bulunuyor.”

Fazlıoğlu: “Yeni bir sorun alanı açtın hocam. ‘Klasik bilim’ denilen, Platon’la, daha doğrusu Aristoteles’le başlayan, İslâm temeddünü (medenileşmesi) üzerinden modern döneme kadar gelen bilim midir gerçekten? ‘Klasik bilim’ teorisi’ diye bir şey okutuyoruz; mantık esaslı bir bilim. Bu bir bilim midir? Bilimse iki farklı küme var – Tahsin hocanın işaret ettiği gibi- demektir. O halde bu iki kümeyi bilim kesişim kümesinde bir araya getirmemizi sağlayan temel özellik nedir? Belki bunu belirlersek mesele daha iyi anlaşılır.

Türker: “Orada bir şey söylemeye çalıştım, aslında modern bilimin ölçütleri açısından bakıldığında Yunan’da bilim olduğu söylenemez. Modern fizik, matematik bilimleri ölçütleri açısından baktığımızda İslâm’da da herhalde bunlara bilim denmez. Bir kısmının ölçütüyle diğeri bilim olmuyor gerçekten de ama dönemlerin bilimsel bilgi kabul ettiği idrâkler bütünü var. (…)”

Sütunlardan da bazı alıntılar:

“Teklif dergisinin bilgi konulu 9. sayısında dile getirildiği üzere bilgi hakkında konuşmak bizâtihi insan hakkında konuşmaktır ya da Hz. Ali’nin (k.v.) dediği üzere ‘insan=bilgi’dir. Tabiat ile Hayat‘taki her şeyle bir şekilde bilgi üzerinden ilişki kurulduğundan, ilişki kurulan gerçeklik küresine koşut biçimde bilginin de pek çok çeşidi vardır. (…) Bilim, ilk olarak, en genel anlamıyla, bir gerçeklik küresindeki olgu ve olayların yöntemli bilgisidir. Yöntem bilgiye mâkûliyetini (rasyonalitesini verir ve hiç şüphesiz burada ayrıntılarına girilemeyecek özellikleri haizdir. (…) Ancak ‘ne, nerede ve niçin var?’ sorusunun merkezde olduğu kadim dönemden, ‘neyi, nasıl bilebiliriz dolayısıyla neyi neden bilemeyiz?’ sorusunun odağa yerleştiği modern döneme ve en nihayet ‘neyi, nasıl ve ne ölçüde ifade edebiliriz?’ sorusunun öncelendiği çağdaş döneme, tedricî olarak bilinebilirlik öne çıktı ve kendine has bilimsel yöntemle yaşanılabilir, düşünülebilir ve hayal edilebilir dünyaları dahi tayin etmeye başladı; hatta kendinin uzantıları kıldı.” (İhsan Fazlıoğlu)

Siyaset konulu bir açık oturumdan alıntılar

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif‘te (Ocak 2023 / Sayı 7) Siyaset konulu bir açık oturum var. Katılanlar ilâhiyatçı / entelektüel akademisyenler olarak Ahmet Ayhan Çitil, İbrahim Halil Üçer, İhsan Fazlıoğlu, Ömer Türker, Tahsin Görgün.

Yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Bu ülkede bir değil sanki iki millet yaşıyor gibi bir durum var. Kırılmalar çok derin. Dolayısıyla şizoid diyebileceğimiz bir toplumsal yapımız var ve bu sorunu nasıl halledeceğimizi bilemiyoruz. Söz konusu yarılma çok ciddî siyasî problemlere yol açıyor.

Bir siyasî sistem içerisinde öncelikle eşitliği mi sağlamaya çalışacağız yoksa özgürlüğü mü? Bu ikisinden birini ön plana çıkarırsak öbürü zarar görüyor. Bu iki değeri telif edip bir arada götürmek hiç kolay bir iş değil.” (Ahmet Ayhan Çitil)

“(…) Siyasî bir düşüncede kat’î olan ile zannî olanı ayırmak. Ne demek kat’î, kat’iyât yani: İlkeler. Bu ilkeler dinî ilkeler olabilir, değer ilkeleri olabilir, bir milletin kendine ait âdet ve gelenekten kaynaklanan ilkeleri olabilir; kültürel, kamusal ilkeler olabilir. Bu ilkeler neticede var. Bir de bu ilkelerin zaman ve zeminde, o sahnedeki değişen koşullara uygun, yoruma açık, içtihada açık tarafları, uygulamaları olabilir; buna zanniyât adını veriyorlar. Dolayısıyla bu ayrımı baştan yapmak lâzım ki konu üzerinde düşünürken ve konuşurken nerede ilkesel nerede zannî noktalardan hareket ediyoruz; özellikle de ilkelerde mi ayrışıyoruz, yorumlarda mı; bunların birbirine karıştırılmaması gerekiyor. En çok yanlış yapılan nokta şudur: ilkeler ile yorumların birbirine karıştırılması… (…)” (İhsan Fazlıoğlu)

“(…) İhsan hocanın söylediklerinden devam edeyim; aslında İhsan hocanın söylediği şeye ben varlık siyaseti diyorum. Varlık siyasetiyle beraber bir de parti siyaseti var. Şimdi biz parti siyaseti ile varlık siyasetini birbirinden ayırmadığımız zaman aslî manâsıyla siyaset ile idarecilik anlamındaki siyaseti birbirine karıştırıp aslî manâda siyaset anlamına gelen varlık siyasetini ancak idare seviyesinde anlamlı olan parti siyasetiyle ikame ediyoruz. Ve ilginç olan noktalardan birisi, genellikle bu son yaşadığımız bir buçuk asırlık dönemde aslî yönelişin güç iradesine bağlı bir dünya sistemi oluşturmaya dönük olması. Bugün geldiğimiz noktada birileri için bu amaç az veya çok tahakkuk etmiş durumda; birilerinin elde ettiğini düşündüğü bu güce bağlı yapılanmaya dünya sistemi deniyor ve birileri tam da bu sistemi muhafaza etmek ve kalıcı hale getirmek gayreti içinde. Bu dünya sistemi daha fazla güç elde etmeye yönelik olarak tahakkuk ettiği için, ilgili olduğu, dokunduğu her hâdiseyi siyasallaştırıyor. (…) Dünya sistemine muvafakat, idare-i maslahat olarak siyasetin ilkesi haline geliyor. Dolayısıyla millet/ler/in mizacının tecessüm etmesi gereken faaliyetler olarak varlık siyaseti geri plana düşüyor; onun yerine dünya sistemine bağlı/bağımlı, esasen idare-i maslahat olarak etkin olabilecek faaliyetler siyaset adını alıyor. (…) Kısaca biz farkında olalım veya olmayalım, yaptığımız her şey ilginç bir şekilde siyasallaşıyor. (…)” (Tahsin Görgün)

“Siyasetle ilgili problemlerimizin odak noktasında siyasetin temel değerlerinin ne olduğu problemi yatıyor gibi geliyor bana. Şayet siyaseti toplumları belli bir değer istikametinde, uyum içerisinde sevk etmek diye anlarsak siyaset esas itibariyle yapılan edilen her şeyin belirli bir değere doğru sevk edilmesi anlamına geliyor…” (Ömer Türker)

“Fakat burada benim görebildiğim kadarıyla ilginç olan nokta şurası: Bölünmüşlük olarak bize takdim edilen görüntü, farklılıkları dönüştürerek, bunu semboller üzerinden yeniden inşa eden ayrımlar ve ayrışmalarla alâkalı. Diyelim mezhepler, sekülerlik bağlamında dinci-laikçi, sağcı-solcu, ilerici-gerici, vesaire gibi… (Tahsin Görgün)

“Tam burada bir şey diyeyim. Parti siyasetinin ya da gündelik siyasetin böyle şeyler yaptığına şahit oluyoruz. Fakat bence tam da Tahsin hocanın varlık siyaseti dediği noktada daha derinden bir problem var: Çağdaş ulus devletlerinin hatta genel olarak çağdaş devletin temel değeri bu farklılıkları birleştirmeye elverişli mi değil mi? Çünkü ulus devletler toplum içerisindeki büyük farklılıkları müzelik hale getirmeden tahammül edemez yapıya sahip. Mesela bir toplumda temel değere aykırı düşünen insanlar o toplum içerisinde bir gettoysa veya yayılmış çok küçük bir azınlıksa bunları ana yapı içinde tutabilirsiniz. Çünkü çağdaş dünyada klasik imparatorluklarda olduğu gibi millet sistemi yok. Bu bakımdan hangi temel değerin esas alınacağı noktasında toplumda büyük ayrışmalar olduğunda meri siyasetin nasıl olup da bunları uyumlu hale getireceği meselesi büyük bir problem olarak karşımıza çıkar.” (Ömer Türker) (…)