Ağustos 2023 Posts

Bir Ahlâk Davası Nurettin Topçu

 

İsmail Kara‘nın Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan kaydı ile Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları’ndan çıkan bu kitabının birkaç yerinden (özellikle kitabın başlarından) yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“Maurice Blondel, doktora tezi kabul edildikten sonra, memlekete dönüş hazırlıklarına başlayan Nurettin Topçu şerefine evinde bir davet düzenliyor. Davette Paris Üniversitesi’nin bazı profesörleri (belki jüri üyeleri) de bulunuyor. Yemekte çeşitli meseleler hakkında sohbet ediyorlar. M. Blondel, sohbetin sonunda Topçu’ya, ‘Paris Üniversitesi rektörü ile görüştüm. Seni üniversitenin felsefe bölümüne tayin etmekten memnun olacaklarını söyledi. Ne düşünüyorsun’ diyor. Topçu ‘Teveccühünüze teşekkür ederim. Vatanıma döneceğim. Devletime ve milletime hizmet edeceğim’ diye cevap veriyor. M.Blondel, ‘Senin ne cevap vereceğini biliyordum. Ancak, bu teklifi yapmak liseden itibaren (fahri) hocan olan benim için bir görevdi’ diyor ve devam ediyor. Ancak şunu hiçbir zaman unutma ve ümitsizliğe kapılma. Doğu’da en az bir asır daha felsefe yapılamaz.”

İnsân-ı Kâmil’den alıntılar

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin bu eseri Abdülaziz Mecdi Tolun tarafından tercüme edilmiş ve Yrd.Doç.Dr. Selçuk Eraydın (merhûm) , Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal tarafından yayına hazırlanmıştır. ( İZ Yayıncılık:266, 4.Baskı; İstanbul, 2015) Bu eserden yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Ey hakikat tâlibi bil! Mutlak zât, esmâ ve sıfâtın (isimler ve sıfatların) varlıkta değil, belki taayyünde (zuhurda / belirmede) aslı ve kendisine dayandığı şeydir. Her isim yâhut sıfat ki, bir şeye dayanmıştır, işte o şey Zât’tır. İsterse ankâ gibi ma’dûm (yok), isterse mevcûd olsun.” (s.52)

“İlâhî Zâtın varlıkta ne münâsibi, ne mutâbıkı, ne münâfîsi (aykırısı), ne de zıddı vardır.” (s.53)

“Diyar-ı Rûm’un Dar-ül İslâm haline getirilmesinde Yunus Emre’nin payının olması ve bunun ülkenin her sıkıntısını ‘Çarıksız Şiir’ ölçeğiyle ele almayı gerektirmesi”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında ÇARIKSIZ ŞİİR başlığıyla çıkan 15 Safer 1445 (30 Agustos 2023) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr./Ismetozel?Id=189&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan (bunlardan ilki bu yazının son bölümünden derlenen ve başlığı oluşturan ifade) ibaret olacak bu yazı.

“(…) Bahsimiz köylünün cebinin tek parti devrinin aksine kara lastik satın alacak kadar para görmesidir.”

“Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” resmî görüş bir zamanlar kendini bu tarifi benimsetmekle görevli sayıyordu. Şimdi resmî görüşün alenen ortaya atabileceği bir Türkiye tarifi yok. (…)”

Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Akşener, Yavaş, Babacan ve Davutoğlu nitelikli siyasetçiler mi?

 

Sık sık ve hâlâ televizyon ekranlarında gördüğümüz bu siyasetçi kişiler gerçekten soruyorum, nitelikli mi yoksa sıradan ve sıradışı hiçbir özelliği olmayan kimseler mi? Bu kişilerin duruşları, tavırları, konuşmaları sanki hiç ilgisini çekmiyor gibi izleyen vatandaşların çoğunun. Sözlerinden, duruşlarından, yaklaşımlarından siyasete ilgisi ve entelektüel özelliği olanların bir nitelik hissetmeleri vâki oluyor mu? Bu hususta siyasete delikanlılık çağımdan beri ellibeş senedir kendince ilgi duyan biri olarak kanaatim olumsuz. Böyle siyasetçileri geçmiştekilerle benzeştiremiyorum. Sık sık kendilerini TV ekranında izlediğim halde!

İbrâhimî kelimede içkin müheyyemî (üstün Hak aşkıyla ilgili) hikmetin açıklanması

 

Cenâb-ı İbrâhîm (a.s.)da Hak muhabbeti gâlip olduğundan, Allah uğrunda babasından ve kavminden yüz çevirdi; ve Hak yolunda oğlunu kurban etmeğe teşebbüs eyledi; ve çoğu malını terk etti. Ve muhabbetinin şiddetinden Hakk’ı, nûriyyetin (nurluluğun) zuhuru hasebiyle (asâletiyle) kevâkib (yıldızlar) mazharlarında talep edip: “Eğer Rabbim bana hidâyet etmez ve doğru yolu göstermezse, şaşırmışlardan ve Hakk’ın cemâlinde hayrete düşenlerden olurum.” (En’âm 6/77) dedi. Bu hallerin cümlesi galebe-i heyemândandır (şiddetli Hak aşkındandır). Ve âkıbet aşk şiddetinin kemâli hasebiyle kendi nefsinden fânî ve Hak’la bâkî oldu. Ve Hakk’ı gökler, arz ve ruhlar, cisimler mazharlarında (zuhur yerlerinde) idrâk eyledi. Bu teheyyüm (şiddetli Hak aşkı) sıfatı ilk olarak ziyadesiyle âşık yüce ruhlarda görünür oldu. Zîrâ Hak onlara cemâlî celâlinden tecellî etti; ve onlar Hakk’ın nurlarında hâim (aşkından dolayı şaşkın) olup nefislerinden gâib (görünmez) oldular. Dolayısıyla nefislerini ve Hakk’ın mâsivasını ( Hak dışındaki şeyleri) bilmediler. Ve onların halkıyyeti (yaratılışı) üzerine hakkıyyet mütecellî ve gâlip olduğundan onlar bu tecellîde müstağrak (gark olmuş /nûra batmış) ve müstehlek (tüketilmiş) oldular. Sâniyen(ikinci olarak) kümmel-i enbiyâdan (nebilerin büyüklerinden) İbrâhim (a.s.)da görünür oldu. Çünkü Halîlü’r-Rahmân idi. Ve “halîl muhibbin (seven/dost) rûhu meyânında “tahallül” eden (çözünen) habîbdir (sevgili). Ve “hıllet”(içten sevgi) habîbde çözünen muhabbettir. Dolayısıyla İbrâhîmî kelime “müheyyemî hikmet”e yakın kılındı. Ve bu fasta “heyemân”ın (şiddetli aşk) halleri anlatıldı. Ve subûtî ilâhî sıfatlar ilk olarak cenâb-ı İbrâhîm (a.s.) ile görünür olduğundan “kuddûsî hikmet”ten sonra bu “müheyyemî hikmet”in zikri gerekti.

İbrâhîm Halîl (a.s.)ın “halîl” ile adlanması, ilâhî zâtın sıfatlanmış olduğu tüm sıfatlara zât-ı Halîl’in dâhil olması ve hasrı (mahsus kılınması) sebebiyledir.

Yani Hz. İbrâhim (a.s.)ın zâtı, ilâhî zâtın varlık tavrı ile sıfatlanmış olduğu tüm şeylere şâhidler ile girmiş ve ilâhî sıfatların hepsini toplayıcı olmuş bulunduğu için kendisine “Halîl” adı verildi. Bundan ötürü ilâhî sıfatlar ve isimler İbrâhîm (a.s.) ile ve cenâb-ı İbrâhîm de isimler ve sıfatların mazharlarıyla tamâmen hakkı ile kâim (birbirinin yerine geçen) oldu. (…) Bundan dolayı birinci itibara göre, Halîl adlaması ‘fâil’ (etkin) anlamına; ve ikinci itibara göre de ‘mef’ûl’ (edilgin) anlamına olur.