Eylül 2023 Posts

“Muallimlikte Kırk Yıl “Vazifemiz Karakter Yapmak, Sahsiyet Yaratmaktır”

 

İsmail Kara‘nın “BİR AHLÂK DAVASI NURETTİN TOPÇU Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan” kitabının (TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET VAKFI YAYINLARI, 1.Baskı, Mayıs 2023) I.Bölüm’ünün, bu yazının başlığını teşkil eden 4. kısmından yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bize bir insan mektebi lâzım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hayaya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin. (…)” (s.81)

“Maurice Blondel, doktora tezi kabul edildikten sonra memlekete dönüş hazırlıklarına başlayan Nurettin Topçu şerefine evinde bir davet düzenliyor. Davette Paris Üniversitesi’nin bazı profesörleri (belki jüri üyeleri) de bulunuyor. Yemekte çeşitli felsefe meseleleri hakkında sohbet ediyorlar.

Fîhi Mâ Fîh’den sözler

 

Müellifi merhûm Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, mütercimi merhûm Ahmed Avni Konuk, yayına hazırlayanı merhum Dr. Selçuk Eraydın olan bu kitaptan (İZ Yayıncılık, 8. Baskı:2009) alıntılar olarak bazı sözler bu yazıyı oluşturacak.

“Hz. Mevlânâ’ya göre “Ene’l-Hakk”ın mânâsı, “hareketler Hak’tandır” demektir.

“Ham ervâh (ruhlar), pişkin ve yetişkin zâtların hâlinden anlamazlar.”

“Biz emâneti semâvâta, arza ve dağlara arz ettik. Onlar o emâneti yerine getiremeyecekleri korkusuyla onu yuklenmekten çekinip, kaldırılmasını ricâ ettiler. Onu insan yüklenmekle çok zâlim ve câhil oldu.”

Nebî (a.s.v.) Efendimiz anlam olarak “Gece uzundur, onu uykun ile kısaltma; ve gündüz aydınlıktır, onu günahların ile karartma” buyurdular.

Hak Teâlâ “Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin!..” buyurdu.

“Hak ve bâtılda çok yemin eden değersiz kimselere itaat etme.” (Kalem, 68/10)

“Ancak kalb huzûru ile namaz olur.”

“Aşkı ancak bir başka aşk izâle eder.”

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir.”

“Boş keseli kimsenin tavsiyesi boşa çıkar.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında “BENİM YAREM GİBİ …” başlığıyla çıkan 12 Rebiu’l-Evvel 1445 (27 Eylül 2023) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=194&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının sonlarından bir alıntı cümle olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

” (…) Biz insanlar ‘teşhis ve intak’ sanatına (intak: söyletme) antik çağdan beri tutkunuzdur ve insana mahsus tuhaflıkları hayvanlar, giderek bitkiler üzerinden dile getirmeğe bayılırız. (…)”

Ahadî zâtın külliyât itibariyle mertebeleri

 

“Ahadî zâtın külliyât i’tibâriyle altı mertebesi vardır. Ve cüz’iyyât i’tibariyle mertebelerine nihayet yoktur:

Birincisi: “Lâ-taayyün”, “ıtlâk” ve “baht zâtı” mertebesidir. O mertebenin bu isimler ile tevsîmi (adlanması) taliplere merâm anlatımı içindir. Yoksa sırf zât bi’l-cümle sıfat ve nuût (sıfatlar) ve isim izâfesinden münezzeh oldugu gibi, ıtlâk (mutlaklık) kaydı ve belirme olumsuzlaması kavramından da mukaddestir. Ve bu mertebe Hak Sübhanehû ve Teâlâ hazretlerinin künhüdür (hakikatidir). Onun üstünde hiçbir mertebe yoktur, belki bi’l-cümle mertebeler onun altındadır. Ve zâtın bi’l-cümle nisbetleri ve şuunâtı (şe’nler / işler) ve onun mertebelerinin hepsi kendinde / kâmin (gizli) ve muhtefîdir (gizlenmiştir). Ve zât, zâtlığı yönünden âlemlerden ganî olduğundan tecellîden müstağnîdir. Onun tecellîsini gerektiren şey, zâtında gizli ve saklı olan nispetler ve işlerdir. Eğer kendisinde bu nisbetler ve şuûnât (işler, durumlar) olmasa idi, zât ebediyyen mütecellî olmaz idi. Ve bi’l-cümle nisbetler ve işler, zâtta müstehlek (yok olmuş) ve muzmahil (yıkılmış) olduğundan onlar bu mertebede baht zâtının aynıdır. Meşiyyet dahi diğer nispetler gibi onun bir nisbeti olduğundan Hak, ahadiyyet mertebesinde meşiyyetî (irade ile ilgili) değildir. Ve meşiyyet denilen nisbet ise zâtın ‘ayn’ıdır (hakikatidir). İkincisi: “Vâhidiyyet” mertebesidir. Bu mertebenin husûlü, sırf zâtta gizli ve yokolmuş olan bi’l-cümle nisbetlerin, yani sıfatların istidât diliyle zuhûr isteginde bulunmalarından ve zâtın dahi onları kendi mahbesleri (hapis yerleri) olan ahadiyet mertebesinden ıtlâk (salıverme) için tenfîs (nefes verme) etmesinden dolayıdır. İşte bu tenfîs ile o sıfatların sûretleri ilâhî ilimde sâbit olur. Bu tenfîs zâtın kendisinde, yine kendisine kendi zâtı ile vâki olan tecellîsinden ibarettir. Ve bu tecellîye “feyz-i akdes” derler. Ve ilim mertebesinde sâbit olan sıfatların sûretleri Hakk’ın zâtının bunlarla belirmesinden ibarettir. Ve bu mertebenin ismi “Allah”tır. “Vahidiyyet” tesmiyesi (ikiliği) bi’l-cümle isimlerin Allah küllî (tümel) ismi altında toplanmalarından dolayıdır. İlim mertebesinde belirmiş olan bu sûretlere “sâbit hakîkatler” derler; ve “ilâhî hakikatler” de tabir ederler. Zîrâ ilâhî sıfatların sûretleridir. Ve mümkinlerin hakikatleri ve istinâdgâhıdır. İşte bu mertebede zâtî irade dahi, diğer nisbetler gibi, zât mahbesinden ıtlâk olunduğundan (salıverildiğinden), sırf zât, irade nisbeti ile mütecellî olmakla, bi’l-cümle nisbetler sûretleri, bu irade nisbeti altında “ilahî ilm” mertebesinde belirmiş olurlar. Ve “meşiyyet” (irade), zâtın zuhur ve izhâra eğilim ve isteğinden ibârettir. (…) Ve sırf zât bu mertebenin bâtını, vahidiyyet mertebesi ise sırf zâtın zâhiri olur.

Üçüncüsü: “Ruhlar mertebesi”dir. Bu mertebe mutlak zâtın ilim mertebesinden bir derece daha kesifleşmesinden ibârettir.

Âdemî Kelimede içkin “İlâhî Hikmet”in Beyânı

 

“Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz Allah katından desteklenmiş ve muhammedî temiz şerîat ile mukayyed (kayıdlı / itibarî) bulunduğu halde, peygamberî pâk iz üzere giderek edeb lisanıyla Allah katından teyid edilmiş olan ve başkalarını da teyid eden temiz muhammedî şerîat ile kayıdlı olup başkalarını da kayıdlayan kulların zümresinden olmaklığı Allahü zü’l-Celâl hazretlerinden recâ (niyâz) eder. Ve bu dünyevî var olmada (S.a.v.) efendimizin ümmetinden olup bilcümle hâllerde ona tâbi olduğu gibi, uhrevî berzahlar ve ilâhî mertebelerde o Hazret’in havâssı (özelliği) zümresinde mahşûr (haşr edilmiş) olmasını ümit ettiğini beyân buyurur.