Aralık 2023 Posts

“Yaratılış baştanbaşa lütuf ve ihsandır”

 

2 aylık düşünce dergisi olan Teklif ‘te (Eylül 2022 / Sayı 5) çıkan Prof. Dr. Ömer Türker‘in Adalet Üzerine başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki, o yazının üçüncü sayfasının sonlarındaki bir cümlenin son kısmı alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmektedir) oluşturacak bu yazıyı.

“Adalet kelimesi, gündelik dildeki müphem anlamından çeşitli bilim dallarındaki dakik açıklamalarına varıncaya dek oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. (…) Kelimenin en geniş ve temel anlamı, ilâhiyat sahasında görülür. Metafizikçi filozoflar adaleti, her bir mevcudun kendi kabiliyetine göre varlıktan pay alması anlamında kullanır. Buna göre Tanrı’dan gelen varlık anlamı, tüm mevcutlara onların kabiliyetlerine uygun şekilde yani hak ettikleri miktarda dağılır, böylece her şey kendi hak ettiği yere konulmuş olur. Dolayısıyla da âlemdeki düzen, olmuş ve olabilecek en âdil düzendir. (…)”

“Noksansız Müslümanlık ‘Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’ Tutumu Edinmekten Geçer”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesinde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında DAHA İYİ OLMANIN YOLU başlığıyla çıkan 14 Cemaziyelahir 1445 (27 Aralık 2023) tarihli yazısının (www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=208&/Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının ikinci paragrafından bir cümle alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.

“Bir vatandaş, daha iyi bir vatandaş… Bir Müslüman, daha iyi bir Müslüman… İyi bir kimse, daha iyi bir kimse… Değerlendirmeyi kim yapacak? Hangi çağda bazı insanların arasından diğer insanları tasnif etmeğe yetkili biri çıkmış? Meselenin aslına vâkıf olursanız ortada insan sağlığına doğrudan zararlı bir kötülüğün olduğunu görürsünüz. Dünya çapında yarışan halterci kadınları bir düşünün.

Kur’an nâzil olunca Allah insanlığın eline mükemmel toplumun formülünü teslim etmiş oldu. İnsanlar formülün kıymetini bildiler mi? Tarihte yaşananlara göz attığımız zaman bu sualin cevabının menfi oldugunu görürüz. Hâlbuki Müslümanlar bir Asr-ı saadet, bir Hulefa-i Raşidin devri yaşadı. Bir asra saadet asrı deyişimizin sebebi Resulullah’ın şahadet âleminde bulunuşu yüzündendir. Yani Müslümanlar akıllarına takılan suallere cevap verecek birini aralarında bulunduruyorlardı. (…) (Başlığı alıntı olarak teşkil eden cümle burada). Bu sebeple cemaat namazlarına katılmayanların evlerini birer birer yakma fikri Resulullah’ın zihnini meşgul etmiştir.

“İbn Arabî Düşüncesine Giriş ŞEYH-İ EKBER”

 

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın 1995 yılında neticelenen bir Doktora tezinin on dört yıl sonra, 2009’da kitaplaştırılmış (SUFİ KİTAP I.BASKI Kasım 2009) hâlinden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Vücûd yani Varlık O’nundur, O’ndandır ve belki de O’dur. Âlem ve biz, O var olduğu için varız, bizim varlığımız O’nun varlığıdır. Biz yoktuk O vardı, sonra o varlığından bir nebze bize de verdi ve biz de O’nunla var olduk. Bize verdiği o emanet varlığı geri alacak olsa biz var olmayız, aslımız neyse ona döneriz.”

“Onun, otuz yedi ciltlik el-Fütûhât için bile “Bu kitaptan maksat, elden geldiği kadar veciz ifade ve hülâsadır” demesi hayli mânidardır.”

“Tasavvuf ahlaktan ibarettir. Tasavvuf ahlakıyla bezenmiş kimsenin hakîm olması şarttır, olmazsa onun tasavvuftan nasibi yok demektir. Çünkü tasavvuf hikmettir, hikmet ise nebevî ilimdir.”

Sayılar ilmi konusunda keşf yolundan, yani bu ilmin tabiatının gerektirdiği yoldan, yani ilâhî hakikatlerin geldiği yoldan, bize gelen acâib sırlar vardır. Şayet ömrümüz kifâyet ederse inşallah sayıların bilgisi konusunda hususî bir kitap yazacağım.”

“Muhyiddîn’den bahsederken karşımızdakinin ne modern ne de Aristocu manâda bir filozof olmadığı bilinmeli ve dolayısıyla onun doktrini bir felsefe olarak alınmamalıdır.” (S.H.Nasr, Three Muslim Sages,102.)

“Bilgi ve Bilmenin Hakikati”

 

Teklif isimli 2 aylık düşünce dergisinde (Mayıs 2023 / Sayı 9) Prof. Dr. Ömer Türker‘in, bu yazının da alıntı olarak başlığını teşkil eden başlık altındaki yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bilme faaliyeti, oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir ve pek çok işlev şeklinde kendisini gösterir. İslâm düşünce geleneginde filozoflar; görme, işitme ve koklama gibi dış duyular ile hiss-i müşterek (ortak his -a.a.), hayal, vehim, hafıza ve hatırlama gibi iç duyuların aklın bilme faaliyetini icra etmesini sağlayan güçler olduğunu düşünür. Bu görüşe göre insan dediğimiz şey gerçekte nefs veya Türkçe’de daha yaygın kullanılan adıyla ruhtur. Nefs veya ruh, aklî bir cevherdir ve temel özelliği bilmektir. Fakat onun bilme işlevi, kuvveleri (potansiyelleri-a.a.) aracılığıyla fonksiyoner olur. Aklî bir cevher olduğundan doğrudan cismânî veya duyulur nesneleri idrâk edemez, iç ve dış duyular yardımıyla cismanî nesnelerle irtibat kurabilir. Dış kuvveler (potansiyeller -a.a.-), nefsin varlığının bir parçası değildir. Bu sebeple kuvvelerin yitimi, nefsin o kuvve yardımıyla gerçekleştirdiği fiilin de yitmesine yol açar. Mesela ortak his yitirildiğinde nefs, dış duyulardan gelen algıların birliğini ve sürekliliğini kavrayamaz. Fakat burada önemli bir ayrıntı gözden kaçırıldığında nefs ve potansiyeller ilişkisi anlaşılamaz. Nefs insan varlığının kendisi olup bütün diğer iç ve dış duyular muhtelif araçlar olduğundan nefs ile irtibatı olmadığı takdirde herhangi bir duyunun idrâkinden de söz edilemez. Diğer deyişle göz görürken gören gerçekten göz aracılığıyla nefstir; kulak işitirken gerçekten kulak aracılığıyla işiten nefstir; vehim tevehhüm ederken onun aracılığıyla tikel anlamları idrâk eden nefstir vs. Nefs ile irtibatı kesildiğinde iç ve dış duyular idrâk faaliyetini gerçekleştiremez; zira duyular idrâkin öznesi değildir. Bu demektir ki, nefsin bilmekten ibaret olan aslî işlevi, aynı zamanda nefsin kendisiyle özdeştir. Bilmenin iptali nefsin kendisinin de lağvedilmesi demektir. Lâkin bu aslî bilme işlevi, kendisini hafıza, hatırlama, vehmetme,hayal etme ve diğer güçler aracılığıyla gösterir. Bu işlevlerden hiçbiri bilmenin kendisine özdeş değildir ama bilmenin tahakkuk ettiği muhtelif durumlardır. (…) Bu anlamda bilme veya daha dakik ifadesiyle biliş, bütün tezâhürleri aşkın bir şeydir. (…) Buna göre hayal, vehim, hafıza, hatırlama ve bilme işlevlerinin tek bir idrâk gücü tarafından gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu işlevler doğrudan akla nispet edilemez. Farklı işlevlerin tek bir güce nispet edilebilmesi için bu işlevleri yerine getiren âletlerin bulunması ve aklın bu âletler aracılığıyla söz konusu işlevleri yapabilmesi gerekir. Bu sebeple kelamcılar, iç duyular görüşünü eleştirmeye devam etmişlerdir.

“Yaşamak İçindeki Çocuğu/ Çocuksuluğu Yücelterek Büyütmek”

 

LÂLE Kültür, Sanat ve Medeniyet Dergisi’nde ( Temmuz-Aralık 2023 / Sayı 8) YAŞAMAK İÇİNDEKİ ÇOCUĞU /ÇOCUKSULUĞU YÜCELTEREK BÜYÜTMEK başlıklı bir yazısı çıktı Prof.Dr. İSMAİL KARA’nın. O yazının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Süheyl Ünver Hoca’nın bin bir türlü metinleri, resimleri, çizimleri, fotoğrafları ve notları arasında mahalle-sıbyan mekteplerine dair olanlar da cazip ve dikkat çekici. (…) Yaşamak sanatı ve hayat dolu… Mahalle-sıbyan mekteplerinin tedris gelenekleri, gevşek ama benzer ders akışları ve tarzları, mimari yapıları ve zihniyetleri yeteri kadar çalışılmadığı için (erken sayılabilecek bir tarihte bir miktar mimarisi çalışılmıştı (Aksoy, 1968) Süheyl Hoca’nın ‘metrukâtı’ bu mevzuda da bazı bakımlardan hâlâ zemin oluşturucu ve yol gösterici karakterlere sahip gözüküyor.