Aralık 2023 Posts

Hamid Algar’ın “Nakşibendîlik” isimli kitabından alıntılar

 

“Şeyh Mehmed Esad‘ın vefatını öğrenmesi üzerine, tekkelerin kapanışından kısa bir süre önce onunla tanışmış bir seyyah olan Carl Vett şöyle yazmıştır: “Allah’ı tefekküre dalma yoluyla edinilen saf bir ilim kaynağı uçup gitti.”(dipnot: Vett, Seltsame Erlebnisse in einem Derwischkloster (Leipzig, 1931), s. ix. Bu ağıt yalnızca sınırlı bir anlamda olayın ispatıdır; çünkü Şeyh ardında hatırı sayılır bir manevî nesil bırakmıştır. Halifeleri arasında Düzceli Halil Efendi, Sarıyerli Nuri Efendi, Beykozlu Hulusi Efendi ve Bolulu Muhyiddîn Fendi sayılabilir. Aralarında en önemli olanı, ömrünün son senelerini geçirmek üzere Medine’ye gitmeden evvel hocası gibi Erenköy’de ikâmet eden oldukça saygın ve âlimâne zühd sahibi bir zât olan Sâmi Efendi’dir (Ramazanoğlu). İkâmetgâhında ancak çok az sayıda müridden fazlasını kabul etmesi mümkün olmamasına rağmen, mütesiblerinin çokluğu Suriye, Bosna ve Türkiye’den binlerce bağlısının her yıl hac mevsiminde etrafında toplanışıyla daha açık bir hale gelmiştir. Cumhuriyet döneminin Abdulhakim Arvâsî, Süleyman Tunahan, Beşiktaşlı Abdulhay Efendi, Sivaslı Şeyh İsmail veReşadiyeli Şerâfeddîn Efendi’nin de aralarında bulunduğu önemli Nakşibendî şeyhleri artık vefat etmişlerdir. İsmi zikredilenlerden bazıları açıkcası halife seçmekten kaçınmıştır; çünkü zamanın o kadar kötü ve kıyametin o denli yakın olduğunu belirtmişlerdir ki Naksi bendî geleneğinin faal bir şekilde devamı mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte genel olarak birçok Hâlidî Nakşibendî çizgisi halifeliği Anadolu’nun birçok bölgesinde var olmağa devam devam etmektedir. (…)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-II’den alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l- Arabî olan, Tercüme ve Şerhi Ahmed Avni Konuk‘a ait, Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve merhûm Dr. Selçuk Eraydın‘ın yayına hazırladıkları, İFAV (M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları), 7. Basım, 2017 eserin bu cildinden yer yer yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

“Vücûd” (Varlık) mertebeleri 1. Ahadiyet, lâ-taayyün (belirmenin olmadığı) mertebe: Bu mertebe varlığın “ıtlâk” mertebesi olup, varlık bu mertebede her türlü sıfat, isim ve fiilden münezzeh ve her kayıttan, hattâ “ıtlâk” kaydından bile uzaktır. Bu mertebe Hakk’ın “künh”ü ve “Zât”ı olup, bu mertebenin üzerinde başka bir mertee yoktur. Her çeşit zuhûr, tecellî ve taayyün (belirme) den münezzeh, mukaddes ve berî olduğu için “taayyünsüzlük” mertebesi adı verilmiştir. Bu mertebe hakkında daha fazla bilgi edinilmesine veya bundan öte bilinmesine imkân yoktur. Onun için de gayblerin gaybi ve hüviyet gaybi gibi terimlerle adlandırılmıştır. Sadece “Zât”, “sırf zât”, “sırf vücûd” (varlık) ve “Sonsuz vücûd” söz konusudur. “Allah’ın zâtı hakkında tefekkür etmeyiniz!” hadîsinde kasdedilen mertebenin bu olduğu söylenir. Kadîm (öncesiz) ve ezelîdir (sonsuz). “Allah vardır, O’nunla beraber hiçbir şey yoktur.” hadîs-i şerîfi ve “Allah âlemlerden ganîdir (Ankebût, 29/6) âyet-i kerîmesi bu mertebeye işâret etmektedir. Bu mertebede Zât, ezelen ve ebeden aynı hâl üzeredir. Bu mertebede Hakk’ın zâtından başka bir şey bulunmadığı için “gayr” ve “gayrilik”ten söz edilemez.

Fîhi Mâ Fîh’den alıntılar

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin eserlerinden biri olan ve Tercümesi Ahmed Avni Konuk’a ait olup merhûm Dr. Selçuk Eraydın tarafından Hazırlanan ve 8. Baskısı 2009’da yapılan, İZ Yayıncılık’tan 82., İslâm Klasikleri dizisinden 11. eser olan bu kitaptan yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

İlk alıntı merhûm Dr. Selçuk Eraydın’ın 17 Aralık 1993 tarihli TAKDİM yazısının son cümlesi: “Bu güzel eserin gönüllerimizin inbiği, kimliğimizin mühürü, uzun ve meşakkatli hayat yolumuzun rehberi olması dileğimizdir.”

“Sen habîs olan kimselerden habâset (kötülük) ve müfsidlerden fesâd talim etmek istediğin vakit, murâdına nâil oluncaya ve bunu öğreninceye kadar arzûnun hilâfında olarak bin mekrûha ve dayağa tahammül edersin. Halbuki bir mekrûh gelmeksizin ve me’lûf (alışmış) olduğun bazı şeyleri terk etmeksizin, enbiyâ ve evliyâ (peygamberler ve velîler) makâmı olan sürekli kalıcı hayâtın tahsilini nasıl arzu ediyorsun? Bu nasıl olur? Şeyh sana kadîm (öncesiz) şeyhlerin hükmettikleri gibi, zevcenin ve evlâdının, mal ve makam-mevkiinin terki ile hükmetmiyor. O kadîm şeyhler bunun üzerine hükm ederler ve zevceni terk et ki, biz alalım derler; ve buna da tahammül edenler bulunurdu. Size ne oldu ki, kolay şey ile nasihat olunduğunuz vakit, buna tahammül etmiyorsunuz. “Bazan mekrûh gördüğünüz şey sizin için hayırlıdır.” (Bakara, 2/216) Bu halk ne söylüyorlar. Onlara körlük ve cehil galebe ettiğinden teemmül etmezler (etraflıca düşünmezler).

“Hak ve bâtılda çok yemin eden değersiz kimselere itaat etme.” (Kalem,68/1

“Türklerin aslı İslâmdır.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portalı İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında NEYİN PARÇASI? HANGİ BÜTÜN? (1) başlığıyla çıkan yazısının (http://www. istiklalmarsidernegi.org.tr / İsmetOzel?Id=206&Katld=7) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki o yazının dördüncü paragrafının ikinci cümlesinin alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil etmesi) bu yazıyı oluşturacak.

“Devir değişti. “Azıcık aşım, ağrısız başım” diyebildiğimiz zamanlar bizi terk etti. Dikkat edin: İnsanlar olarak zamanla kendimiz arasındaki mesafeyi idrak edişimizden söz etmiyorum. (…) Bahse konu ettiğim, zamanı veya zamanları bizim terk etmemize gerek kalmadığıdır. (…) Siyasi, sosyal ve ekonomik kurumlarla ve o kurumları yaşatacak önyargılarla kuşatılmışız.”

İNSÂN-I KÂMİL’den sözler

 

Müellifi Abdülkerîm el-Cîlî, Mütercimi Abdülaziz Mecdi Tolun olan bu eserden (İZ Yayıncılık, 4. Baskı 2015; Yayına Hazırlayanlar Yrd. Doç. Dr. (merhûm Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli, Abdullah Kartal) okurken altını çizdiğim yerlerden bazı alıntılar oluşturacak bu yazıyı.

“Her insanın bi’l-kuvve (potansiyel olarak) sâhip olduğu bu imkân, sadece İnsân-ı Kâmil için bi’l- fiil mümkündür.” (s.17)

“İşini Cenâb-ı Hakk’a reddet; sen, sensiz sen ol! Hattâ sen de olma; belki istediği gibi sende tasarruf eden Allah olsun. “İstediği gibi tasarruf” dediğim, sıfatlar ve isimlerinin iktizâsına göre tasarrufu demektir.” (s.170)

“Kâmil insan, ilâhî isimlerin hepsine mazhardır.” (s.178)