Aralık 2023 Posts

“Fütûhât-ı Mekkiyye”nin 16. Cildinin 519. Bölümünden alıntılar

 

Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eseri Fütûhât-ı Mekkiyye‘nin Prof.Dr. Ekrem Demirli çevirisi ile LİTERA YAYINCILIK’tan çıkmış (2011) 16. Cild’inin 519. Bölüm’ünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Allah’ın davetiyle peygamberin daveti arasında ayrım yapılmıştır. Bunun amacı peygamberin kendisine göre yaratıldığı Hakk’ın suretini öğrenmemizi sağlamaktır. Her iki durumda da bizi davet eden Allah’tır, çünkü bizi Kur’an ile davet ettiğinde peygamber sadece tebliğci ve tercüman; davet ise Allah’ın davetidir. (…) Bizim icabetimiz yönünden her iki davet arasında bir fark yokken davetçinin farklı olması nedeniyle her davet ötekinden ayrılır. Çünkü Allah’ın peygamberi bir hadiste şöyle der: ‘İçinizden biri koltuğuna uzanmışken, benden kendisine bir söz geldiğinde zinhar ‘Bana Kur’andan okuyun’ demesin. Çünkü benim sözüm Allah’a yemin olsun ki Kur’an gibidir ve onda bulunanları ve fazlasını içerir.’ ‘Fazlası’ demek Ebu Yezid el-Bestami’nin ‘Benim tutuşum daha şiddetlidir’ sözüne benzer. Çünkü Allah’ın kelâmını ister O’ndan ister peygamberden dinleyelim, her durumda O‘nun kelâmıdır. Allah, kulunun diliyle peygamberinin tebliğ ettiğini söylediğinde ise -ki peygamber arzusundan konuşmaz-, bu durumda peygamberin sözleri hiç kuşkusuz daha çoktur. Çünkü biz peygamberi çokluktan duyarız. Bu itibarla kelâm peygamberden geldiğinde aramızdaki benzerlik nedeniyle kulaklarımıza daha münasip iken Allah’tan olduğunda hakikatlerimize daha yakındır; çünkü Allah bize peygamberden, hattâ bizden bize daha yakındır. Çünkü Allah bize şah damarından daha yakındır. Peygamberin bize yakınlığının en ileri derecesi aramızda üçüncü bir şahsın bulunamayacağı şekildeki mekân yakınlığıdır. Böylece peygamberde yakınlık (ve uzaklık) mekân itibarıyla ortaya çıkarken, tebliğ ettiği vahiyde mertebe ve değer bakımından ortaya çıkar. Allah’tan ise mertebe bakımından farklılaşırız, çünkü Allah bize bizden yakındır. Bir şeye kendinden daha yakın kimse olamaz! Bundan dolayı bu yakınlık, iman edeceğimiz fakat bilemeyeceğimiz ve dahası müşahede edemeyeceğimiz bir yakınlıktır. Müşahede edebilseydik, bilirdik.

Merhûme Ayşe Şasa’nın bir kitabından bazı alıntılar

 

Gelenek Yayıncılık’tan 117., Ayşe Şasa Kitaplığı’ndan 3. Kitap olan Fantastik Kurgu türünde yazılmış Şebek Romanı’nın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Merhûme yazar, bu öykünün 2075 yılında hayali bir toplumda geçtiğini, öyküdeki olay ve kişilerin gerçekle ilgisi olmadığını belirtmiş.

“Pavlov Meydanı’nı inim inim inleten orangotan hırıltıları… Kısa, belli aralıklarla duyulan polis sirenleri… Özellikle turuncu tulumluların, şebek çığlığı biçiminde frekanslanmış alarm sinyalleri… Pırıl pırıl Viyana sabahını allak bullak eden keşmekeş.. Eski adıyla Viyana, yeni adıyla XB21, nicedir yeni provokasyonlarla sallanıyordu.. Amadeus, yatakta, gerine gerine sabah sersemliğini savuşturmağa çalışıyor, onüç kat aşağıda, Pavlov Meydanı’nda vuku bulan alarm durumunu hiç mi hiç merak etmiyordu. Bundan yirmisekiz yıl önce, son gerçek orangotan ayaklanmasından sonra, gezegende orangotanların şebeklere verebilecekleri fazla bir zarar kalmamış, şebek-orangotan çatışmasının asıl mihveri (ekseni) başka noktalara kaymıştı. (…) 1’nci, 2’nci ve 3’ncü alanlarda tam barış… 4’ncü alanda zayıf dereceli orangotan paraziti- provokasyon..” (…) Amadeus, yatağın sol tarafında, mor duvardaki otomatik buzluğa sinyal göndererek oradaki kutudan bir bardak Yeni Gine E-3 tipinde koyu turunç suyu ısmarladı. (…) Yatağın alt kısmındaki sandıktan şimdi mavi alarm duyuldu. Gezegensel bölge saati 9:30. Ardından, minyatür müzik dolabında, bir gece önce kurgulanmış program gereğince, Amadeus’un adaşı Wolfgang Amadeus Mozart’tan seçme quartet serisi başladı. Buzluktan uzanan kol, Amadeus’e, bir gece önce ayarladığı program uyarınca bir bardak karbonatlı su uzatmıştı. Anti-depressant’a, henüz bir saat vardı. (…) Amadeus, yatağın yanındaki tablada, siyah düğmeye bastı. Tavandan yavaş yavaş inen aygıtın sevimli biçimde kendisine yaklaşıp, dostça, kapaklarını açmasını bekledi. Serebral masaj aygıtı onun sabah sevgilisiydi. Aygıtını Yüksek frekanslı Beyin ve Kas Masajı otomatiğine ayarladı. Bir eliyle telekomünikasyon kumandasıyla oynayarak tavandaki sabah haberlerini izlerken, otomatik ısıtıcının sunduğu tepsiyi aldı. Yatağın baş eğimini hafifçe yükseltti, tepsideki Endonezya-yosunlu yumurtayı, yavaş yavaş, çalgı kutusundan gelen Wolfgang Amadeus Mozart quartetini ve şakaklarına ayarlı masaj aygıtının etkilerini sindirerek yemeğe koyuldu. Haz, yüksek haz, beyninden boynuna, oradan aşağı, ayaklarına iniyor; Amadeus binbir düşünce, binbir lezzet, binbir neşe içinde, geviş getirircesine hayal kurmaya başlıyordu. (…) Ah Lena, feminist Lena, Ah Lena Melankolik Lena, Ah Lena, astronot Lena… antidepresanlarını neden vaktinde almıyorsun? (…)